ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 35 (2)
Cilt: 35  Sayı: 2 - 2001
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1. 
Kronik Hepatitlerde Evreleme ve Gradeleme
Staging and Grading of Chronic Hepatitis
Özgür Duman, Zuhal Akcören
Sayfalar 7 - 11
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2. 
Tavşan Siyatik Sinirlerinde Oluşturulan Defektlerin Onarımında Sinir Grefleri ile Ven ve Ters Ven Greftleri Karşılaştırılması: Deneysel Çalışma
The comparasion of nerve grafts with vein and reverse vein grafts in repairing defects produced in rabbit sciatic nerves: Experimental study
Sait Dindoust, Kemal Uğurlu, Nuri Arıkan, Çağrı Sade, Canan Tanık, Sacit Karamürsel
Sayfalar 12 - 21
Amaç: Periferik sinirin geniş defektli yaralanmalarında onarım bölgesindeki gerilimi azaltmak için greft uygulanması gerekir. Kullanılan greft, regenere olan aksonlara distal sinir ucuna doğru kılavuzluk dışında, rejenerasyon için aktif, metabolik ortam sağlamalıdır. Bu amaçla; klasik olarak otojen sinir segmentleri, greft olarak kullanılır. Sinir greftinin alındığı yerde duyu kaybı oluşumu ve yeterli uzunlukta bulunamaması, alternatif otolog greft arayışlarını devam ettirmektedir.
Materyal ve Metod: Bu çalışmada tavşan siyatik sinirlerinde oluşturulan defektlerin onarımında sinir grefleri ile ven ve ters ven greftleri karşılaştırılmıştır. Çalışmada, 12 şer tavşanlık 3 grup oluşturuldu. Her grup içinde 4’er tavşana sinir, düz ven ve ters (iııvagiııe) ven greftleri uygulandı. Sinir rejenerasyonun durumu 1.,3.ve 5.ay sonunda elektrofızyolojik ve histopatolojik olarak değerlendirildi. Sinir, düz ve ters ven greftleri, elektrofizyolojik olarak latens dönem ve amplitüd, histopatolojik olarak ise liflerin organizasyonu, miyelin kılıf ve konjonktif doku yönünden karşılaştırıldı.
Bulgular: Elektrofizyolojik incelemelerde bütün deney gruplarında greft yoluyla iletimin oluştuğu saptandı. 1. ay sonunda değerlendirilen grupta sinir, ven ve ters ven greftlerinin latens dönemleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermezken, sinir greftlerinin amplitüd değerleri önemli ölçüde yüksek bulundu. Bütün gruplarda 3. ve 5. ayda latens dönemler kısaldı, amplitüd değerlerinde artış görüldü. Tüm olgularda sinir rejenerasyonu gözlendi. Olguların erken dönem (1.ay) değerlendirmesinde daha az aksonal rejenerasyon ve miyelinizasyon gözlenirken, geç dönemde (3. ve 5. ay) her grupta rej e ne rasy onun daha iyi olduğu, miyelinli liflerin sayıca arttığı ve daha düzenli olduğu görüldü. Sinirlerin vaskülarizasyonu ters ven grefti uygulananlarda daha iyiydi. Miyelinizasyon, sinir ve ters ven greftlerinde birbirine yakın iken ven greftinde daha az saptandı.
Sonuç: Uzun dönemde (5 ay grubu içinde) sinir greftleri ile ters ven ve ven greftleri arasında elektrofizyolojik ve histopatolojik değerlendirmede istatistik olarak anlamlı fark görülmedi.

3. 
Adölesanlarda ve Genç Erişkinlerde Kemik Tümörleri
Bone tumors in adolescents and young adults
Mehtap D. Çalış, Öznur Aksakal, Yusuf Başer, Alpaslan Mayadağlı, Oktay İncekara
Sayfalar 22 - 26
AMAÇ: Bu çalışmada 1989-1999 tarihleri arasında kliniğimize müracaat eden adölesan ve genç erişkin genç erişkin dönemi kemik tümörü tamlı hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: 1989-1999 tarihleri arasında 15-30 yaş arası kemik tümörü tanılı 50 hasta kliniğimize müracaat etmiştir. Erkek hasta 37, kadın hasta 13 idi.( Erkek / Kadın: 2.8). 20 hasta osteosarkom (%40), 13 hasta Ewing sarkomu (%26), 5 hasta malign fibröz histiositom‘dur (%10). Tümörün en sık yerleşim yeri; 25 hasta (%50) ile alt ekstremdedir. 9 hasta stage 4b (%18), 14 hasta stage 4a (%28), 22 hasta stage 2b (%44), 5 hasta stage lb dir. En sık akciğer metastazı görülmüştür. Hastaların 38‘ine (%76) sistemik kemoterapi, 32‘sine (%64) radyoterapi uygulanmıştır. Ortalama sağ kalım süresi 18 aydır (2-66 ay).
SONUÇ: Sağ kalım üzerine en etkili faktör olarak; uzak metastazın lokalizasyonu bulunmuştur.

4. 
Sıçanlarda Deseroze Çekumda Dikişle Tamir ve Açık Bırakmada Post Operatif Adezyon
Postoperative adhesion after deserousing cecum in rats stitch repair versus leaving bare
Sadık Yıldırım, Hakan M. Köksal, M. Fevzi Celayir, Adil Baykan
Sayfalar 27 - 31
Amaç: Postoperatif adezyon önemli bir cerrahi problemdir ve önlenmesi uzun yülardır cerrahların ilgisini çekmiştir. Bu çalışmanın amacı sütürle kapamanın adezyon formasyonu ve fîbrotik olayları önlemek amacıyla yarayı açık bırakmaya karşı üstünlüklerinin araştırılmasıdır.
Materyal ve Metod: 65 Wistar Albino sıçan (200-250g) iki gruba ayrıldı. 1.Grup 3-post-op günde, 2.Grup ise 9. post-op günde feda edildi. Her iki grupta deseroze yüzeyi açık bırakılan Grup la ve 2a, deseroze yüzey 410 âtravmatik ipek ile tamir edilen Grup lb ve 2b olmak üzere iki alt gruba ayrıldı Adezyon skoru için alınan tüm kat çekum duvarındaki fibrin düzeyi, fibrozis, subserozal eozmofili sonuçları istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Grup 1a ve Grup 1b arasında makroskopik adezyon ve fibrin düzeyi arasında herhangi bir fark saptanmadı. Grup2b‘deki tüm sıçanlarda adezyon oluştu. 2a ve 2b‘deki adezyon kıyaslandığında anlamlı olarak bulundu. Subserozal eozinofili Grup la‘da anlamlı olarak yüksekti. Grup 2b‘de subserozal eozinofiliye rastlanmazken Grup2a‘da seyrekti. Tüm gruplarda fibroblast saptandı ancak Grup2b‘deki sıçanlarda daha belirgindi.
Sonuç: Açık serozal yüzey sütürle onarılırsa oluşan fibrinöz adezyon, yoğun fibröz adezyona dönüşmektedir. Bundan dolayı, uygun durumlarda peritoneal defektleri spontan kapanmaya bırakmanın daha çok tercih edilebilir bir yaklaşım olabileceğini düşündük.

5. 
Serulein ile Oluşturulan Deneysel Akut Pankreatit Modelinde; Loksiglumid ve Okreotid’in Akut Pankreatit Şiddeti Üzerine Etkileri
The role of loxiglumide or loxiglumide plus ocîreotide in the prevention of cerulein induced acute pancreatitis
Sadık Yıldırım, M. Fevzi Celayir, Hakan M. Köksal, Damla Sakız, Levent Erdem, Adil Baykan
Sayfalar 32 - 38
Amaç: Bütün pankreatit modellerinde (diyet, duktus bağlanması ve sekretuar ilaçlar ile indüklenme) mekanizma pankreasın dokusu içinde asiner enzim aktivasyonu gibi benzer olaylarla tetiklenir. Kolesistokinin (CCK) analoğu serulein ile oluşturulan akut pankreatitin şiddetinin CCK reseptör antagonisti ile değiştirilebileceği tartışmalıdır. Bu çalışmada, bir CCK reseptör antagonisti olan loksiglumidi serulein ile oluşturulmuş akut pankreatit modelinde, serulein indüksiyonu öncesi kullanarak, tek başına ve oktreotid ile birlikteki etkisini karşılaştırmalı olarak araştırdık.
Materyal ve Metod: Çalışmamızda her biri 30 sıçan içeren 3 deney ve 10 sıçan içeren 1 kontrol grubu oluşturuldu. Grup 1’de deneklere serulein 4 doz subkutanöz olarak verildi. Grup 2’de serulein enjeksiyonlarından 30 dakika önce loksiglumid, grup 3’te ise loksiglumide ek olarak okrerotid deneklere uiygulanmıştır. En son serulein enjeksiyonundan 6,12 ve 24 saat sonra her gruptan 10 sıçan ameliyat edilip biyokimyasal analiz için kanları alınıp, histolojik değerlendirme için de pankreas dokusu rezeke edilmiş ve değişiklikler değerlendirilmiştir.
Sonuçlar: Serum amilaz ve laktat dehidrojenaz (LDH) değerleri ve histolojik akut pankreatit kriterlerine göre grup 2 ve 3’te akut pankreatitin şiddeti düşüktü. Pankreatit şiddeti açısından grup 2 ve 3 arasında fark yoktu.
Tartışma: Pankreatit oluşumundan 30 dakika önce kullanılan loksiglumid oluşturulan pankreatitin şiddetini azaltmıştır. Loksiglumide ek olarak kullanılan oktreotidin bir katkısı gösterilememiştir.

6. 
Nütrisyonel Rikets Tedavisinde Kalsiyum, Yüksek Doz D Vitamini ve Bunların Birlikte Olduğu Tedavi Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Comparisons of oral calcium, high Dose vitamin D and combination of these in the treatment of nutritional in children
Günsel Kutluk, Feyzullah Çetinkaya, Muzaffer Başak, Merih Evküre, Metin Uysalol, Cengiz Asılsoy
Sayfalar 39 - 42
Amaç: Nütrisyonel rikets ülkemizde ve gelişmekte olan birçok ülkede hala sık görülen bir çocuk sağlığı sorunudur. Asıl sebebi olarak D vitamini eksikliği gösterilse de bazı araştırmacılar iyi güneş alan ülkelerde bu hastalıktan sorumlu olan faktörün D vitamini eksikliğinden ziyade kalsiyum eksikliği olduğunu iddia etmektedir. Bu çalışmanın amacı İstanbul’ un bir bölgesinde gelir düzeyi düşük ailelerin çocuklarında görülen nütrisyonel rikets tedavisinde hangi tedavi yönteminin daha etkili olduğunu ortaya koymaktır.
Materyal ve metod: Çalışmaya yaşları 6-30 ay arasında değişen riketsli 45 çocuk alınmış ve bunlara rastgele olarak, çift kör yöntemle dört haftalık D vitamini (300,000 U i.m.), kalsiyum (3 gri gün) veya bunların birlikte olduğu tedavilerden biri uygulanmıştır. Tedaviye cevabı değerlendirmek için serum kalsiyum, fosfor ve alkalenfosfataz düzeyleri bakılmış ve radyolojik değerlendirme için 10 aşamalı bir radyografik puanlama uygulanmıştır.
Bulgular: Tedavi ile her üç grupta da serum kalsiyum düzeylerinde artış, alkalen fosfataz düzeylerinde azalma olmuşsa da asıl düzelme D vitamini ile beraber kalsiyum alan grupta olmuştur.
Sonuçlar: Bölgemizdeki nütrisyonel riketsin asıl sebebi olarak D vitamini eksikliği görünmektedir. Ancak, tedaviye en iyi cevap tek başına kalsiyumdan ziyade tek başına D vitamini veya D vitamini ile beraber kalsiyum verildiğinde ortaya çıkmaktadır.

7. 
İlaç Allerjisi Olmayan Çocuklarda Penisilin Duyarılılığı
Penicillin Sensitivity Among Children without any History of Drug Adverse Reactions
Yakup Çağ, Feyzullah Çetinkaya, Günsel Kutluk, Metin Uysalol, Merih Evküre
Sayfalar 43 - 45
Amaç: Betalaktam antibiyotiklerde oluşan tip 1 hipersensitivite reaksiyonları tıptaki tüm ilerlemelere rağmen tüm dünyada önemli bir klinik sorun olmaya devam etmektedir. Bu çalışmada hiçbir ilaç alerjisi öyküsü olmayan çocuklarda penisilin duyarlılığı araştırılmıştır.
Materyal ve metod: Yaşları 6-13 (ortalama 8.931.98) yıl arasında değişen toplam 147 çocukta Benzil Penisilol Polilizin (PPL) ve Minör Determinant Karışımı (MDM) içeren solüsyonlar kullanılarak önce prik, sonra intradermal testler yapılmış, ek olarak da ev tozu akarları ve mantarlar gibi sık rastlanan bazı allerjenlere karşı duyarlılık araştırılmıştır.
Bulgular: Çalışma grubunu oluşturan çocuklarda penisilin duyarlılığı oranı %15.64 olarak bulunmuştur. Bir vakada PPL ile test sonrasında anafılaksi gelişmiştir. Ayrıca vakaların bir kısmında ev tozu akarları ve mantarlara karşı da duyarlılık bulunmuş, ancak bu allerjenlere karşı duyarlı olmanın penisiline duyarlılığı artırmadığı görülmüştür.
Sonuçlar: Penisilin ve diğer beta-laktam antibiyotiklerin aşırı kullanımı çocuklarda klinik belirti oluşturmadan duyarlılaşmaya yol açabilir.

8. 
Lentrikülostriat Arter Enfarktları ile Orta Serebral Arter Kortikal Dal Enfarktlarının Prognoz Karşılaştırması
Comparison of prognosis in patients wİtp subcortical Infarction in the territory of lenticulostriate artery and in patients with cortical infarction in the territory of middle cerebral artery
Çiğdem Gülal Diler, Dilek Necioğlu Örken, Yunus Diler, Münevver Çelik, Hulki Forta
Sayfalar 46 - 49
AMAÇ: Lentikiilostriat arter (LSA) alanında subkortikal enfarktı ve orta serebral arter (OSA) alanında kortikal enfarktı olan hastalarda klinik tablo ve prognozun karşılaştırılması.
MATERYAL VE METOD: Akut dönemde ve yakınmaların 1. haftasında kranyal bilgisayarlı tomografi (BT) ve/veya manyetik görüntüleme (MR) ile lezyonları görüntülenen 15 LSA ve 18 OSA olgusu çalışmaya alındı. Tüm olgularda nörolojik muayene bulguları ile risk faktörleri kaydedildi. İki grup, NIH stroke skalası ve 6-8. haftalar arasında Barthel indeksi uygulanarak karşılaştırıldı, istatistik testi olarak, student-t testi kullanıldı.
BULGULAR: LSA ve OSA gruplarının Barthel indeksi ve NIH stroke skalaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05).
SONUÇ: Çalışmamızda prognoz açısından iki grup arasında fark saptanmadı. Bu sonuç, prognozu belirleyen öncelikli etkenin motor sistem tutuluşu olduğunu düşündürdü.

9. 
Pipelle Biyopsisi ile Dilatasyon ve Küretajın Endométrial Örneklendirmedeki Etkinliklerinin Karşılaştırılması
The comparison between pipelle biopsy and dilatation curettage for endometrial sampling
Almila Bal Yıldız, Oya Aygün Mutlu, Canan Eren, Sabri Kartal, Alparslan Baksu, Necmettin Yıldız, Sibel Özsoy, Nimet Göker
Sayfalar 50 - 58
AMAÇ: Çalışmamızda dilatasyon ve kiiretaj ile pipelle biyopsisinin doğru tanı oranı, seıısitivite, spesifisite, histerektomi lıistopatolojilerini belirleyebilnıe gibi endometrial örneklemenin etkinliğini gösteren parametreler açısından karşılaştırıldı. Anormal uterin kanamaların değerlendirilmesinde endometrial patolojilerin tanısında etkinlik, güvenilirlilik ve hasta tarafından kabul edilebilirlik açısından her iki metodun birbirine üstünlüğü olup olmadığı irdelendi.
MATERYAL VE METOD: Şişli Etfal Eğitim ve Araştırına Hastanesi 1.kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde 1.8.1999- 1.6.2000 tarihleri arasında histerektomi endikasyonu alan 45 hasta ve anormal uteriıı kanama tanısıyla endometrial örnekleme endikasyonu alan 36 hasta çalışmaya alındı. Hastalara pipelle biyopsisi sonrası dilatasyon ve kiiretaj uygulandı. Endometrial örnekleme yapılan 36 hastadan 10 tanesine ve çeşitli nedenlerle histerektomi endikasyonu alan 45 hastaya histerektomi uygulandı.
BULGULAR: Müdahaleler sırasında hastaların hissettikleri ağrı şiddetleri karşılaştırıldığında dilatasyon ve kiiretajla (D&C) hissedilen ağrı şiddetinin istatistiksel olarak pipelle yönteminden daha fazla olduğu gözlendi (p<0.005). Pipelle biyopsisinin doğru tanı oranı %63.6, sensitivitesi %75, spesifitesi %97, D&C’nin doğru taııı oranı %78.1, sensitivitesi %100, spesifitesi %97.4 olarak saptandı. Pipelle biyopsisiyle %25, D&C ile %16 oranında yetersiz materyal elde edildi. Yetersiz materyaller postmenopozal olgularda çoğunluktaydı. Atrofik endometrium saptamada pipelle biyopsisinin sensitivitesi %12.5, D&C’nin sensitivitesi %25 olarak bulundu. Endometrial polipin saptanmasında pipelle biyopsisi ve D&C’nin sensitiviteleri sırasıyla %0 ve %100 idi. Adeııokarsiııom ve basit hiperplazinin saptanmasında her iki yöntemin sensitivitesi %100 olarak belirlendi.
SONUÇ: Premenopozal ve post nıenopozal kanamalı hastalarda ııltrasonografide endometrial polip veya subnıuköz nıyom şüphesi varsa endometrial örnekleme histeroskopi rehberliğinde yapılmayıdır. Eğer böyle bir şüphe yoksa pipelle biyopsisi güvenli ve yeterli sonuçlar vermesi ve kolay uygulanabilmesi nedeniyle D&C’ye tercih edilebilir. Postmenopozda ve ııltrasonografide endometrium kalınlığının 4 mm’ııin altında olduğu olgularda yüksek yetersiz materyal oranı nedeniyle pipelle biyopsisi veya D&C yerine histereskopi rehberliğinde biyopsi uyugulanabilir.

10. 
Besleyici Jejunostomili ve Jejunostomisiz Total Gastrektomi Ameliyatlarımızın Karşılaştırılması
Total gastrectomy with and without feeding jejunostomy
Sadık Yıldırım, Hakan M. Koksal, M. Fezi Celayir, Adil Baykan, Levent Erdem, Hasan Toker
Sayfalar 59 - 61
Amaç: Proksimal gastrik kanserlerin kiiratif rezeksiyonu amacıyla ve yaygın eroziv gastrite bağlı ağır kanamaların kontrolünde total gastrektomi hala tercih edilen bir metodtur. Stapler kullanımının yaygınlaşması ve besleyici jejunostomiyle geniş gastrik rezeksiyonların operatif morbidite ve mortalitesinin azaldığı bildirilmiştir. Son çalışmalarda besleyici jejunostomiye bağlı bir komplikasyon olan tıkanıklığın zaman zaman görülmesi konu hakkında düşüncelerimizi sorgulamaktadır.
Materyal ve metod: Çalışmamızda hastanemizde 1994-1999 yılları arasında total gastrektomi yapılan 55 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. 20 hastaya besleyici jejunostomi açıldı. Tüm hastalarda postoperatif oral beslenme zamanı hastanede kalış süresi ve komplikasyonlar karşılaştırıldı.
Bulgular: Oral beslenmeye başlama zamanı jejunostomili grupta ortalama olarak 5±2 gün iken, diğer grupta 3±1 gün olarak saptandı. Hastanede kalış süresi jejunostomili grupta 14±3 gün oldu. Oysa jejunostomisiz grupta 10±3 gün olarak belirlendi. Her iki grupta da anostomoz kaçağı saptanmadı. Jejunostomi tüpü postoperatif 7-13 günler arası çekildi. 3 hastada jejunostomi tüpünün çekilmesini takip eden en az 3 gün boyunca tüp yerinden drenaj devam etti. Bu hastaların birinde tüp yerinden drenaj 8. güne sarktı. Jejunostomisiz grupta yara komplikasyonu gelişmedi. Tartışma: Total gastrektomilerin çoğunda besleyici jejunostomi gerekli değildir. Bu prosedür uygulandığında postoperatif komplikasyonlar ve hastanede kalış süresi uzamış gibi görünmektedir.

OLGU SUNUMU
11. 
Kranial Kondrosarkom: İki Olgu Sunumu
Cranial Chondrosarcoma: A Report Of Two Cases
Mehtap Dalkılıç Çalış, Varol Çalış, Öznur Aksakal, Yusuf Başer, Murat Taşkın, Oktay İncekara
Sayfalar 62 - 64
Kondrosarkomlar en sık görülen maligrı kıkırdak tümörleridir, tüm kranial boşlukta %0.15 oranında görülürler. Kondrosarkomların embriyonal kıkırdak kalıntılarından veya meningeal fibroblastlardan metaplazi ile geliştikleri tahmin edilmektedir. Genel olarak bir operasyonda optimal tümör çıkarılması önerilir. Radyoterapi bu tümörlerin önemli yapılara direkt komşuluğundan dolayı kullanılan diğer bir tedavidir. Biz bu makalede kranial kondrosarkom tamlı 34 yaşında bir erkek hasta ile 25 yaşında bir kadın hastayı sunduk.

12. 
Ehler Danlos Sendromlu Hastada Gelişen Spontan İntrakraniyal Hipotansiyon
A case of spontaneous intracranial hypotension in a patient of Ehler Danlos syndrome
Feray Kıymaz Seleker, Fatma Öztürk, Gülay Kenangil, Hulki Forta
Sayfalar 65 - 66
Spontan intrakraniyal hipotansiyon ilk kez 1938’de tanımlanan postural baş ağrısı ve düşük beyin omurilik sıvısı (BOS) basıncı ile karakterize bir tablodur. Ağrıya eşlik eden ense sertliği, bulantı, kusma, diplopi, kraniyal nöropatiler daha az sıklıkta tanımlanmaktadır. Çalışmada 4 haftalık postural baş ağrısı öyküsü olan 32 yaşında kadın hasta sunulmaktadır. Ehler Danlos sendromu tanısı almış olan hasta ani gelişen ve yatmakla düzelen baş ağrısı, bulantı, kusma tanımlamaktadır. Nörolojik muayenesinde özellik saptanmayan hastanın lomber ponksiyon (LP) ve Kraniyal manyetik resonans görüntüleme (MRG) bulguları tanıyı destekleyicidir. Travma ve LP öyküsü olmayan hastada tablonun Ehler Danlos Sendromu ile ilişkili olarak gelişmiş olabileceği akla gelmektedir.

13. 
Kokain Kullanan Bir Hastada Goodpasture Sendromu
Goodpasture Syndrome in a Cocaine User
Taner Baştürk, Özlem Harmankaya, Yahya Öztürk, Yüksel Altuntaş
Sayfalar 67 - 68
Acil Polikliniğimize nefes darlığı, anazarka tarzı ödem ve kanlı balgam yakınmasıyla başvuran ve özgeçmişinde birkaç kez kokain kullanımı olan hasta akut böbrek yetersizliği ön tanısı ile yatırıldı. Hematiiri ve proteinürisi olan hastanın renal biopsisinde glomerüler bazal membranda (GBM) lineer infiltrasyon saptanması ve AntiGBM ‘n‘ın pozitif bulunması nedeniyle Goodpasture sendromu düşünülerek hastaya inımünsüpresif tedavi, plaznıaferez ve hemodiyaliz uygulandı. Nadir görülen bir sendrom olması nedeniyle sunmaya değer bulduk.

LookUs & Online Makale