DAVETLI DERLEME | |
1. | Mekonyum Aspirasyon Sendromu (MAS) Meconium Aspiration Syndrome (MAS) Sinan Uslu, Mesut Dursun, Ali Bülbüldoi: 10.5350/SEMB.20150430023217 Sayfalar 85 - 95 Mekonyum aspirasyonu, tipik olarak fetal hipoksik iskemik stresin intestinal peristaltizme yol açarak, amniyotik sıvının mekonyum ile kontaminasyonu ve gasping sonucu akciğerin derin dokularına kadar nüfuz etmesi ile ortaya çıkar. Tüm doğumların %10-15’inde amniyotik sıvı mekonyum ile kontamine iken bu bebeklerin %5-10’unda mekonyum aspirasyonu ve solunum yetersizliği gelişir. Bu derlemede, MAS klinik bulguları, tanısal ve tedavisel yaklaşımı ile ilgili güncel bilgiler sunulmaktadır. |
2. | Erişkin hastalarda açık kalp cerrahisi için anestezi Anesthesia for adults in open heart surgery Canan Tülay Işıl, Sibel Obadoi: 10.5350/SEMB.20150623061406 Sayfalar 96 - 100 Hastanemizde ilk kez açık kalp cerrahisi Mart 2015’te yapılmıştır ve halen başarı ile devam ettirilmektedir. Açık Kalp Cerrahisi, anestezisti tüm aşamalarında becerikli ve dikkatli olmaya zorlayan, majör bir cerrahidir. Bu derlemede erişkin hastalarda kalp damar cerrahisinde anestezinin özelliklerinin özetlenmesi amaçlandı. |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
3. | Tiroid cerrahisi sonrası hipokalsemi gelişimini etkileyen faktörler The factors affecting the occurance of hypocalcemia after thyroid surgery Mehmet Uludağ, Evren Besler, Nurcihan Aygün, Bülent Çitgez, Mehmet Mihmanlı, Sıtkı Gürkan Yetkin, Adnan İşgördoi: 10.5350/SEMB.20140810100328 Sayfalar 101 - 106 Amaç: Tiroidektomi sonrası geçici hipokalsemi en sık görülen komplikasyondur ve oluştuğunda kolay tedavi edilir. Geçici hipokalsemi ile ilişkili esas problem hastanede kalış süresini uzatmasıdır. Bu çalışmanın amacı tiroid cerrahisi uygulanan hasta grubunda postoperatif geçici hipokalsemi için risk faktörlerini belirlemekti. Gereç ve Yöntem: Ocak 2012 - Aralık 2013 tarihleri arasında total tiroidektomi uygulanan 177 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hipokalsemi total serum kalsiyum düzeyinin 8 mg/dl altında olması olarak tanımlandı. Geçici hipokalsemi total tiroidektomiyi takiben 6 ayda hipokalseminin iyileşmesi olarak tanımlandı. Geçici hipokalsemi için risk faktörleri olarak cinsiyet, preoperatif D vitamini eksikliği, reküren hastalık için cerrahi girişim, hipertiroidi varlığı, görülen ve korunan paratiroid bez sayısı, paratiroid bez ekimi yapılması, patolojik spesmende çıkarılan paratiroid bezi varlığı değerlendirildi. İstatistik değerlendirmede ‘Nominal Lojistik Regresyon’ analizi, ‘Ki-kare’ testi ve ‘Fisher’in Kesinlik’ testi kullanıldı. Bulgular: Çalışmadaki 177 hastanın (150K, 27E) 37’sinde (%20.9) geçici hipokalsemi gelişti. Nominal regresyon analizinde sadece patolojik spesmende çıkarılan paratiroid bezi varlığı (p=0.025) geçici hipokalsemi için bağımsız değişken faktör olarak belirlendi. Sonuç: Patolojik spesmende paratiroid bezi varlığı yüksek oranda geçici hipokalsemiden sorumludur. Tiroidektomi esnasında cerrahi spesmenin intraoperatif dikkatli incelenmesi uygunsuz paratiroidektomi insidansını azaltabilir. |
4. | Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde invaziv araç ile ilişkili hastane enfeksiyon oranları Invasive device related nosocomial infection rates in neonatal intensive care unit Neşe Demir Çimenci, Demet Büyük Akbaş, Nuray Uzun, Ahsen Öncül Baş, Umut Zübarioğlu, Ali Bülbüldoi: 10.5350/SEMB.20141224065835 Sayfalar 107 - 111 Amaç: Hastanemiz yenidoğan kliniğinde invaziv araç ile ilişkili hastane enfeksiyonu oranlarımızı belirlemek ve konu ile ilgili düzenleyici eylemler planlamak. Gereç ve Yöntem: Çalışma retrospektif olarak yürütüldü. Hastanemiz Yenidoğan Yoğun Bakım Kliniğinde, Ocak 2013- Aralık 2013 tarihleri arasında yatan, 48 saatten uzun süre izlenen tüm bebekler çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan hastalar doğum ağırlığına göre > 2500 gram ve ≤ 2500 gram olarak değerlendirildi. Hastalara uygulanan invaziv girişim sayıları ve saptanan enfeksiyon oranları kaydedildi. Veriler SPSS 15 programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Belirlenen tarihler arasında, 700 hasta çalışmaya alındı. Toplam 19 invaziv araç nedenli enfeksiyon tespit edildi. Toplam invaziv araç ilişkili enfeksiyon insidans dansitesi %2.35 iken kateter nedenli kan dolaşımı enfeksiyon hızı %1.4 saptandı. Ventilatör ilişkili pnömoni gelişim hızı ise %1.29 olarak saptandı. Sonuç: Kliniğimizde saptanan invaziv araç ile ilişkili hastane enfeksiyon insidans dansitelerinin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğu belirlendi. Ventilatör ile ilişkili pnömoni insidans dansitesinin düşük olduğu belirlendi. |
5. | Erken evre serviks kanseri tedavisinde sinir koruyucu laparaskopik radikal histerektomi deneyimlerimiz Our experience in nerve sparing laparascopic radical hysterectomy in treatment of early stage cervical cancer Osman Temizkan, Osman Aşıcıoğlu, İlhan Şanverdi, Bülent Arıcı, Işıl Ayhan, Özlem Çetindoi: 10.5350/SEMB.20150223020501 Sayfalar 112 - 117 Amaç: Kliniğimizde laparaskopik sinir koruyucu radikal histerektomi (LSKRH) yapılan erken evre servikal kanserli hastaların tanı, tedavi ve takipleri ile ilgili deneyimlerimizi litaratür eşliğinde sunmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda retrospektif olarak LSKRH yapılan erken evre (evre IA1-IB1) serviks kanserli 14 hasta incelendi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 44 (min 26, maks 53), vucut kitle indeksi (BMI) ortalaması 30 (min 23, maks 47), gravida ortalaması 4.7 (min 0, maks 12), parite ortalaması 8 (min 0, maks 8) olarak bulundu. LSKRH ile birlikte pelvik lenf nod diseksiyon yapılma süremiz ortalama 288 dakikadır. Ortalama pelvik 15 tane lenf nodu ve ortalama 2.2 cm vajen boyu çıkarılmıştır. Hastaların birinci gün barsak fonksiyonları geri dönmüştür. Mesane sondası ortalama 2.5 (min1, maks 5) gün ve batın dreni ortalama 3.3 (min 2, maks 7) gün sonra çıkarılmıştır. Tüm hastalarda tam cerrahi rezeksiyon yapıldı. Hasta takip süresi ortalama 15 aydır. Bu süre içinde hiç nüks gelişmemiştir ve hasta ölümü olmamıştır. Sonuç: LNSRH, erken evre servikal kanserli hastaların tedavisinde diğer cerrahi yöntemler kadar etkili ve mesane fonksiyonlarının daha az bozulduğu için hasta yaşam kalitesi açısından üstün bir yöntemdir. |
6. | Alt solunum yolu enfeksiyonu olan çocuk hastalarda viral etkenlerin immunofluoresan ve immunokromatografik yöntemler ile araştırılması Investigation of viral agents in lower respiratory tract infections of children by immunofluorescent and immunochromatographic methods Süleyman Pelit, Banu Bayraktar, Mehmet Emin Bulut, Nazan Dalgıç Karabulut, Asiye Nuhoğludoi: 10.5350/SEMB.20141103060041 Sayfalar 118 - 121 Amaç: Alt solunum yolu enfeksiyonları (ASYE) çocuklarda yüksek morbidite oranına sahip olup özellikle erken çocukluk döneminde yüksek mortalite ile seyreder. ASYE tanısı alan çocuk hastalarda viral etkenlerin immunofluoresan ve immunokromatografik yöntemler ile araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, klinik olarak ASYE tanısı almış 260 çocuk hastanın (1 ay-5 yaş) nazofarengeal sürüntü örnekleri immunofluoresan ve immunokromatografik yöntemler ile araştırılmıştır. Bulgular: Örneklerden 122’sinde (%46.9) viral antijen pozitifliği saptanmıştır. ASYE’nin en sık etkeni olarak %35.3’lük pozitiflik oranı ile respiratuar sinsityal virus (RSV) tespit edilmiştir. Hastaların %4.2’sinde influenza A virusu, %1.9’unda ise influenza B virusu saptanmıştır. Sonuç: Pediatrik popülasyonda ASYE’lerde etken olabilecek virusların hızlı tanısı, uygun spesifik antiviral tedavinin zamanında başlanabilmesi, gereksiz antibiyotik kullanımının engellenebilmesi ve bu virusların neden olabilecekleri hastane enfeksiyonlarının önlenebilmesi açısından önem kazanmaktadır. |
7. | Terapötik hipotermi uygulamasının enfeksiyöz komplikasyonlar üzerindeki etkisinin retrospektif değerlendirilmesi Retrospective evaluation of the effect of therapeutic hypothermia application on infectious complications Serdar Demirgan, Kerem Erkalp, Mehmet Salih Sevdi, Meltem Türkay, Tolga Totoz, Ali Özalp, Ayşin Alagöl, Alper Togaydoi: 10.5350/SEMB.20140803030355 Sayfalar 122 - 130 Amaç: Çalışmamızda kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) sonrası terapötik hipotermi (TH) uygulanan ve uygulanmayan hastalarda gelişen enfeksiyon sıklığının, en sık izole edilen mikroorganizmaların belirlenmesi, TH’nin mortalite ve morbiditeye etkisinin saptanması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda başarılı KPR uygulanmış 44 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Hastalar TH uygulanan (n=20) ve uygulanmayan (n=24) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastaların 1, 3, 5, 7 ve 9. günlerdeki lökosit sayısı, C-reaktif protein (CRP) değerleri kaydedildi. Hastaların demografik verileri, yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) yatış süreleri, kültür pozitifliğinin ilk gerçekleştiği gün, hangi kültür veya kültürlerde üreme olduğu, kültürlerde üreyen mikroorganizmalar, hastaların YBÜ’den taburculuk halleri kaydedildi. Bulgular: Gruplar karşılaştırıldığında hastaların demografik verileri ve Glaskow koma skoru (GKS) ortalamaları açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Gruplar arasında yoğun bakım takiplerinin ilk 10 gününde gerçekleşen kültür pozitifliği, kan, derin trakeal aspirat (DTA) ve idrar kültüründe üreme oranları açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Gruplar arasında mortalite oranları açısından anlamlı fark bulunmamasına rağmen, TH uygulanan grupta YBÜ’de yatış süresi anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Gruplar arasında 1, 3, 5, 7 ve 9. gün lökosit sayıları arasında anlamlı fark tespit edilmemiştir. TH uygulanan grubun 1. gün CRP değeri TH uygulanmayan gruptan anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Diğer günlerdeki CRP değerleri arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç: Gruplar arasında mortalite oranları arasında anlamlı fark bulunmamasına karşın, TH uygulanmış grupta YBÜ’de yatış süresi daha kısa bulunmuştur. Bu nedenle biz, nörolojik açıdan birçok olumlu etkisi olduğu ispatlanmış TH uygulamasının KPR sonrası yoğun bakımda takip edilen hastalarda uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz. |
8. | Obez ve normal kilolu hipotiroidi hastalarının beden kitle indeksi ve lipid değerlerinin karşılaştırılması Comparison of body mass index and lipid levels between obese and normal weighted hypothyroid patients Ekmel Burak Özşenel, Mehmet Yavuz Gürler, Güzin Karatemiz, Fatih Borlu, Kübra Kalkan, Elif Güven, Nazan Demir Özcan, Fuat Şar, Süleyman Coşgun, Savaş Öztürkdoi: 10.5350/SEMB.20140808021149 Sayfalar 131 - 134 Amaç: Hipotiroidi hastalarında obezite ve beraberinde hiperlipidemi görülmektedir. Bu çalışmada Haseki Eğt. Arş. Hastanesi lipit polikliniğinden takip edilen hipotirodi hastalarının laboratuar verileri değerlendirilerek hipotiroidik hastalarda obezite ile lipit değerleri ilişkisi araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Haseki Eğt. Arş. Hastanesi lipit polikliniğinde 2003-2006 yıllarında takip edilen 37 hipotiroidi hastasının dosyası retrospektif olarak incelendi ve hastalar, başvuru sırasındaki vücut kitle indeksleri (VKİ) (≥30=obez) dikkate alınarak obez (vaka) ve nonobez (kontrol) olarak 2 gruba ayrıldı. Çalışmada hastaların yaş, cinsiyet, VKİ, glukoz, TSH, total kolesterol, LDL, HDL, trigliserit değerleri dikkate alındı. Bulgular: Çalışmaya alınan 37 hipotiroidi hastasından 19’u obez (vaka grubu), 18’i nonobez (kontrol grubu) olarak değerlendirildi. Vaka grubu 1 erkek, 18 kadın, kontrol grubu ise 6 erkek, 12 kadın hastadan oluştu. Vaka grubunun HDL değerleri anlamlı olarak düşük saptandı (p<0.01). Glukoz değerleri de anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0.01). Vaka grubunun trigliserit değerleri kontrol grubuna kıyasla yüksek olmakla birlikte istatistiksel anlamlı bir fark yoktu (p=0.31). Gruplar arasında LDL ve total kolesterol açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı. Sonuç: Hipotiroidili hastalarda obezite sık görülmekte olup, bu grupta hiperlipidemi ve glukoz intoleransına da daha sık rastlanmaktadır. Yaptığımız çalışmada VKİ’lerine göre obez ve nonobez olarak ikiye ayrılan hipotiroidi hastalarının total kolesterol ve LDL değerleri arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Obez grubun trigliserit ve glukoz değerleri yüksek, HDL değerleri düşük saptandı. Hipotiroidi hastalarının tedavisi sırasında hiperlipidemi gözden kaçırılmamalı aynı zamanda tek başına hiperlipidemisi olan hastalarda tedavi öncesi tiroid hormonları görülmelidir. |
9. | Hastane çalışanlarında işe bağlı kas iskelet sistemi hastalıkları: Üst ekstremite problemleri Work-related musculoskeletal diseases in hospital workers: Upper extremity problems Hülya Şirzai, Beril Doğu, Pınar Erdem, Figen Yılmaz, Banu Kurandoi: 10.5350/SEMB.20141202054038 Sayfalar 135 - 141 Amaç: İşe bağlı kas iskelet sistemi hastalıkları toplumda sık görülen sağlık problemlerinden biridir. Hastanemizde çalışan yardımcı personelin sağlığını korumak, iş memnuniyetini artırmak ve iş kaybına neden olabilecek durumları önleyebilmek için işe bağlı üst ekstremite problemlerinin sıklığı ve bu problemleri oluşturabilecek etmenleri belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza, hastanemizde çeşitli bölümlerinde çalışan toplam 125 sağlık personeli dahil edildi. Çalışmanın verileri kişisel özellikleri, iş ve çalışma ortamı ile ilgili bilgiler literatürlerden derlenerek oluşturulan bir anket formuyla sorgulandı. İskandinav Kas-İskelet Sistemi Anketi (The Nordic Musculoskeletal Questionnaire) ile ağrı bölgeleri belirlendi. Bulgular: Çalışmaya katılan 125 olgunun, 74’ü (%59.2) kadın ve 51’i (%40.8) erkek idi. Olguların yaş ortalamaları 31.56±7.09 yıldı. Katılımcıların 53 (%50.3)’ü hastanede temizlik personeli olarak, 25 (%23.8)’i sekreter, 16 (%15.2)’sı teknisyen ve 11 (%10.6)’i hemşire olarak çalışmaktaydı. Çalışanların 61 (%58.1)’i iş sırasında üst ekstremitesi ile ilgili ağrısı olduğu saptandı. Yapılan logistik analizde erkek olmak sadece el bileği ağrıları için risk faktörü, VKİ’nin büyük olması sırt, dirsek ve el bileği için; evde geçen sürenin az olması sırt ve elbileği ağrısı için risk faktörü olarak saptandı. Sonuç: Hastane çalışanlarında işe bağlı oluşabilecek üst ekstremite problemleri ve risklerinin önceden belirlemek iş verimi ve çalışanları sağlığını korumak için önemlidir. |
10. | Serebellar infarktlarda damar alanlarının dağılımı, klinik özellikleri ve etiyolojik faktörlerin değerlendirilmesi Evaluation of cerebellar infarcts’ distrubution, clinical features and aetiological factors Yıldızhan Şengül, Dilek Necioğlu Örken, Selma Yücel, Sevda Yücekaya, Hulki Fortadoi: 10.5350/SEMB.20150107051712 Sayfalar 142 - 147 Amaç: Posterior dolaşım infarktları (PDİ) yüksek mortalite ve morbidite riski taşıyan hastalıklar olarak bilinmektedir. PDİ’larının tanınması bu mortalite ve morbiditenin azaltılması ve tromboliz gibi yeni tedavi yaklaşımlarına olanak sağlaması açısından önemlidir. Bu çalışmamızda serebellar iskemik inmelerin damar alanlarına göre dağılımını, klinik, etiyolojik ve fonksiyonel karakteristiklerini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 90 hasta dahil edildi. Tüm hastaların kaydedilmiş vasküler risk faktörleri, giriş tansiyonları, elektrokardiyogram, kranial görüntüleme yöntemleri, başvuru sırasındaki belirti ve nörolojik muayene bulguları, etiyolojiyi saptamak amacıyla yapılmış olan transtorasik ekokardiyografi, bilateral karotis ve vertebral arter doppler ultrasonografi, servikal bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans anjiografi tetkikleri incelendi. Bulgular: Serebellar infarktların damar alanlarına göre dağılım sıklığı değerlendirildiğinde: en sık medial Posterior inferior serebellar arter (PİSA) damar alanında infarkt olduğu saptandı. Bunu medial Süperior serebellar arter (SSA) ile lateral PİSA damar alanları takip etmekteydi. Anterior inferior serebellar arter (AİSA) dışında tüm damarlarda en sık başvuru belirtisi bulantı kusmaydı. AİSA infarktlarında ise en sık belirti dengesizlikti. Damar alanlarına göre bulgular değerlendirildiğinde de tüm damar alanlarında en sık ataksi, dismetri-disdiadokinezi, hipotoni en sık bulgulardı. En sık saptanan risk faktörleri hipertansiyon (HT), sigara kullanımı, diyabetes mellitustu. Etiyolojik faktör olarak: Kardiyoemboli (KE) hastaların %22.2’sinde ve vertebrobaziller ateroskleroz (VBA) %61.1’inde saptandı. VBA AİSA, medial PİSA, lateral PİSA alanlarını içeren infarktlarda, KE ise medial SSA, lateral SSA, lateral PİSA alanlarını içeren infarktlarda en sıktı. Sonuç: Çalışmamızda serebellar infarkların en sık medial PİSA sulama alanında olduğunu saptadık. En sık belirti bulantı-kusma ve en sık muayene bulgusu ataksiydi. HT en sık saptanan risk faktörü ve VBA en sık etiyolojik faktördü. |
OLGU SUNUMU | |
11. | İnfantil hemanjiom ve oral propranolol tedavisi Infantile hemangioma and oral propranolol therapy Mustafa Dilek, Mervan Bekdaş, Sevil Bilir Göksügür, Fatih Demircioğlu, Zehra Karataş, Mustafa Erkoçoğlu, Erol Kısmetdoi: 10.5350/SEMB.20150106055537 Sayfalar 148 - 151 İnfantil hemanjiom bebeklik döneminin en sık görülen selim tümörüdür. Tedavi endikasyonları arasında; havayolu tıkanıklıkları, ülserasyon, enfeksiyon, görme bozukluğu, emme bozukluğu gibi fonksiyon kayıplarına yol açması durumları sayılabilir. İnfantil hemanjiomun tedavisinde kortikosteroidler uzun yıllardır ilk tercih olmakla beraber son yıllarda oral propranolol de kullanılmaya başlanmıştır. Yüzün sağ tarafında geniş hemanjiomu bulunan 3 aylık hastada, propranolol tedavisi ile belirgin iyileşme sağlanmış ve güncel tedavi ile ilgili çalışmalar tartışılmıştır. |
12. | Bir olgu ile Wolf-Hirschhorn sendromu A case with Wolf-Hirschhorn syndrome Ayşe Kartal, Betül Kılıçdoi: 10.5350/SEMB.20141208024916 Sayfalar 152 - 154 Wolf-Hirschhorn sendromu (WHS), 4. kromozomun kısa kolunun distal kısmında delesyon (4p-) sonucu oluşan, psikomotor geriliğe genellikle prenatal ve postnatal büyüme geriliğinin eşlik ettiği, ağır mental retardasyon, tipik yüz anomalileri, orta hat defektleri, iskelet anomalileri, hipotoni ve nöbet varlığı ile karakterize nadir görülen bir genetik hastalıktır. Burada, intrauterin büyüme geriliği, atipik yüz görünümü, nöbet ve anormal elektroensefalografi bulguları olan karyotip analizi ile kesin tanı alan 16 aylık WHS’li bir kız olgu sunulmaktadır. |
13. | İntramusküler enjeksiyon sonrası Escherichia coli’nin neden olduğu uyluk apsesi ve yaygın pannikülit: Olgu sunumu Thigh absces and wide paniculitis caused by Escherichia coli after intramuscular injections: case report Eren Çağan, Havva Hasret Çağan, Murat Şandoi: 10.5350/SEMB.20141020062249 Sayfalar 155 - 158 Parenteral ilaç uygulamaları tüm tıbbi disiplinlerde rutin olarak yapılan bir işlemdir. İntramusküler, intravenöz, intraartriküler uygulamalar ve infüzyonlar apse, eklem enfeksiyonu gibi lokal komplikasyonlara yol açabilmektedir. Bu tip lokal komplikasyonlar mortalitesi ve morbiditesi oldukça yüksek bakteriyemi, sepsis ve çoklu organ yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Biz bu yazıda intramusküler enjeksiyon sonrası Escherichia coli’nin neden olduğu uyluk apsesi gelişen ve yaygın panniküliti olan bir hastayı sunuyoruz. |
14. | Retroperitoneal apse ile ortaya çıkan posterior duodenal perforasyon Posterior duodenal wall perforation presenting as a retroperitoneal abscess Ozan Efesoy, Süleyman Ülger, Halil Ülger, Erdem Yücel, Mehmet Yavuz Gözükaradoi: 10.5350/SEMB.20141117020649 Sayfalar 159 - 162 Duodenumun peptik ülser nedeniyle posteriordan perforasyonuna bağlı retroperitoneal apse klinik pratikte oldukça ender görülen bir problemdir. Literatürde klinik belirti ve bulgularına dair oldukça az bilgi yer almaktadır. Bu olgu sunumunda literatür verileri derlenerek peptik ülsere bağlı posterior duodenal perforasyon ile ilişkili retroperitoneal apse vakası sunulmuştur. |