EDITÖRDEN | |
1. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) Front Matter Sayfalar I - IX |
DERLEME | |
2. | Hepatosellüler Karsinom Tedavisindeki İlerlemeye Canlı Vericiden Karaciğer Naklinin Etkisi Impact of Living Donor Liver Transplantation on the Improvement of Hepatocellular Carcinoma Treatment Yucel Yankol, Oswaldo Aguirre, Luis A. FernandezPMID: 38808046 PMCID: PMC11128703 doi: 10.14744/SEMB.2024.87864 Sayfalar 1 - 9 Hepatosellüler Karsinom (HSK), artan insidansı ile kanser ilişkili ölümlerde önde gelen nedenlerden biridir. Birçok tedavi seçeneği olmakla birlikte ancak olguların sadece %30-40'ına küratif tedavi şansı olabilen erken evrede tanı konulabilmektedir. Başarılı sonuçlarile HSK'lu hastalarda karaciğer naklinde ve organ dağıtımında milan kriterlerinin (MK) uygulanması ile karaciğer nakli en uygun tedavi konumuna gelmiştir. HKS tedavisinde yeni kriter arayışları ve tedavi algoritmalarındaki güncellemeler sıcak konulardır. Asya ülkelerinde artan canlı vericiden karaciğer nakli (CVKN) deneyimi ile özellikle tümör sayısı ve boyutundan bağımsız olarak MK dışındaki HSK'da CVKN uygulanmış ve benimsenmiştir. CVKN greftleri özellikleri ile kadavra donörlerden toplumsal kaynak olmaması ile farklıdır. Canlı donor karaciğer grefti bir kişiye bağışlanmış özel bir hediyedir. Canlı donör karaciğer nakli organ dağıtımından bağımsız olması sayesinde HSK tedavisinde yeni ufuklar açmıştır. Son dekatlarda,CVKNde olan ilerleme ile paralel olarak HSK tedavisinde çok başarılı ilerlemelere artan oranda literatürde rastlanmaktadır. (SETB-2023-03-044) |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
3. | Kuadrilateral Yüzey Kırığı İçeren Asetabulum Kırıklı Hastalarda Modifiye Stoppa ve Ilioinguinal Yaklaşımın Cerrahi Sonuçlarının Karşılaştırılması Comparison of Surgical Results of Modified Stoppa and Ilioinguinal Approach in Patients with Acetabular Fractures Involving Quadrilateral Surface Fractures Sezgin Bahadir Tekin, Burcin Karsli, Erman Ogumsogutlu, Bahri Bozgeyik, Cagri KarabulutPMID: 38808040 PMCID: PMC11128694 doi: 10.14744/SEMB.2023.64280 Sayfalar 10 - 16 Giriş: Bu çalışmanın amacı, iki farklı yaklaşım kullanılarak tedavi edilen kuadrilateral yüzey kırığı olan asetabular kırıklı hastalarda cerrahi tedavi sonuçlarını değerlendirmektir. Materyal-Metod: Çalışmaya 2011-2020 yılları arasında kliniğimizde kuadrilateral yüzey kırıklı asetabulum kırığı nedeniyle ilioinguinal (grup A) veya modifiye Stoppa (grup B) tekniği ile ameliyat edilen 106 hasta dahil edildi. Redüksiyon kalitesi Matta kriterlerine ve ameliyat sonrası pelvik (anteroposterior, eksternal oblik, iliak oblik) radyografilere göre değerlendirildi. Kalça fonksiyonunun değerlendirilmesi Merle d'aubigne ve Postel Skoru ve Harris Kalça Skoru kullanılarak kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastalar arasında grup A'da 45, grup B'de 61 hasta vardı ve grup verileri karşılaştırıldığında modifiye stoppa yaklaşımının intraoperatif redüksiyon kalitesi, radyolojik veriler, Harris kalça skoru, Merle d'aubigne ve PostelScore açısından daha üstün olduğu görüldü. (Sırasıyla p=0.40, p=0.49, p=0.040, p=0.028) Sonuç: Modifiye stoppa yaklaşımı, kuadrilateral yüzeyide içeren asetabulum kırıklarında ilioinguinal yaklaşıma göre daha iyi redüksiyon kalitesi ve kalça skorları ile başarılı klinik ve radyolojik sonuçlara sahiptir. (SETB-2023-08-137) |
4. | BOS Rinoresinin Endoskopik Onarımında Başarıyı Etkileyen Faktörler Factors Affecting Success Rates in Endoscopic Repair of CSF Rhinorrhea Senem Kurt Dizdar, Egehan Salepci, Alican Coktur, Nurullah Seyhun, Bilge Turk, Suat TurgutPMID: 38808048 PMCID: PMC11128705 doi: 10.14744/SEMB.2023.35589 Sayfalar 17 - 22 Amaç: Bu çalışmadaki amacımız yaş, etiyoloji, defekt boyutu, lomber drenaj uygulanması ve cerrahi teknik gibi faktörlerin Beyin Omurilik Sıvısı (BOS) fistül onarımı başarı oranlarına etkisini değerlendirmektir. Yöntemler: Kliniğimizin Elektronik Tıbbi Kayıt (EMR) sistemi ile 2006-2020 yılları arasında ön kafa tabanı kaynaklı BOS fistülü nedeniyle endoskopik transnazal teknikle opere edilen olgular retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya toplam 35 hasta dahil edildi. Hastalar onarımda kullanılan katman sayısına (iki, üç veya dört katmanlı rekonstrüksiyon) ve defekt boyutuna (5 mm'den küçük, 5 ila 10 mm ve 10 mm'den büyük), etiyolojiye, defektin lokasyonuna ve lomber drenajın uygulanmasına göre (LD(+) ve LD(-) ) gruplandırıldı. Komplikasyonlar ve ameliyat sonrası, bos kaçağının tekrarlaması gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: 2 katmanlı rekonstrüksiyon yapılan hastalarda nüks oranları, 3 veya 4 katmanlı rekonstrüksiyon yapılan hastalara göre anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,049). LD (+) grupta nüks oranı (%41,7), LD (-) gruba (%4,3) göre anlamlı olarak daha düşüktü (p=0,012). Gruplar arasında yaş, defekt boyutu, defekt yeri ve etiyoloji açısından nüks oranları açısından anlamlı fark yoktu. Sonuç: Anterior kafa tabanı kaynaklı bos fistülülerinin endoskopik transnazal onarımında rekonstrüksiyonun en az 3 kat planlanması ve lomber BOS drenajının uygulanması başarı oranlarını arttırmaktadır. (SETB-2023-08-151) |
5. | İzole Aort Kapak Replasmanında Supra-Anüler ve İntra-Anüler Aort Kapak Replasmanının Erken Sonuçlarının Karşılaştırılması Comparison of the Early Results of Supra-Annular and Intra-Annular Aortic Valve Replacement in Isolated Aortic Valve Replacement Osman Fehmi Beyazal, Tanzer Tokatlioglu, Veysel Basar, Ahmet Zengin, Mehmed YanartasPMID: 38808047 PMCID: PMC11128707 doi: 10.14744/SEMB.2024.39112 Sayfalar 23 - 29 Amaç: Bu çalışmanın amacı izole aort kapak replasmanı (AVR) yapılan hastaların erken dönem sonuçlarını supraanüler ve intraanüler AVR ile karşılaştırmaktır. Metot: 2013-2019 yılları arasında izole AVR uygulanan 113 hasta (77 erkek; ortalama yaş 57,8±16,36 yıl) değerlendirildi. Hastalar supraanüler (n=59) ve intraanüler (n=54) AVR uygulananlar olmak üzere iki gruba ayrıldı. Ameliyatlarda en sık kullanılan kapaklar St Jude Medical Masters (St. Jude Medical, Minneapolis, MN, ABD), (n=35, %30,9), Sorin Mitroflow (Sorin Group Inc., Mitroflow Division, Kanada), (n=32, %28,3 ve Carbomedics Top Hat (Sulzer, Carbomedics, Austin, TX), (n=31, %27,4). Bulgular: Supraanüler AVR uygulanan hastaların kros klemp (XCL) ve kardiyopulmoner bypass (KPB) süreleri intraanüler AVR uygulanan hastalara göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Ancak ameliyat sonrası advers etkiler açısından iki grup arasında anlamlı fark yoktu. Ameliyat sonrası birinci hafta transtorasik ekokardiyografi (TTE) bulgularında iki grup arasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: İzole AVR uygulanan hastalarda supraanüler ve intraanüler kapak konumlandırma sonuçları karşılaştırıldığında, postoperatif komplikasyonlar, postoperatif TTE'deki gradyan farklılıkları ve ejeksiyon fraksiyonları açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunamadı. Özellikle küçük anulusa sahip hastalarda uygun anatomik özellikler varlığında supraanüler kapak pozisyonlandırılması düşünülmelidir. Ancak ileride daha fazla hastayla yapılacak prospektif çalışmalarda bu konunun araştırılması gerekmektedir. (SETB-2023-11-215) |
6. | Adrenal Kitlelerin Karakterizasyonunda Kalitatif ve Kantitatif Parametreler Temel Alınarak FSE T2 Ağırlıklı, Kimyasal Faz ve Dinamik Kontrastlı Manyetik Rezonans Görüntülemenin Karşılaştırmalı Analizi Comparative Analysis of FSE T2 Weighted, Chemical Shift and Dynamic Contrast-Enhanced MR Imaging in the Characterization of Adrenal Masses Based on Qualitative and Quantitative Parameters Ahmet Mesrur Halefoglu, Bade Von Bodelschwingh, Yuksel Altuntas, Bahar MemisPMID: 38808044 PMCID: PMC11128695 doi: 10.14744/SEMB.2023.02328 Sayfalar 30 - 44 Amaç: Çalışmamızın amacı, adrenal kitlelerin karakterizasyonunda farklı manyetik rezonans görüntüleme (MRG) parametrelerinin rolünü araştırmaktı. Yöntem: Bu çalışmada 150 hastada toplam 186 adrenal tümör retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuç hasta popülasyonu 17 feokromositoma, 3 adrenokortikal karsinoma, 24 metastaz, 31 lipid fakir adenoma ve 111 lipid zengin adenomadan oluşmaktaydı. Çalışmamızda FSE (Hızlı spin eko)T2 ağırlıklı görüntülerde görsel değerlendirme gerçekleştirdik ve ayrıca T2 sinyal intensite oranını hesapladık ve kimyasal faz görüntüleme ile, kalitatif değerlendirme ve Adrenal- dalak sinyal intensite oranı and Adrenal sinyal intensite indeks formüllerini kullanarak kantitatif hesaplamalar yaptık. Dinamik kontrastlı sekanslarda, geç arteriyal faz görüntülerde, kontrastlanma paternini görsel olarak değerlendirdik ve ayrıca ortalama sinyal intensite ölçümlerini yaptık. Tüm değerlendirmeler klinik ve patoloji sonuçlarını bilmeyen iki abdomen radyoloğu tarafından konsensüsa varılarak yorumlandı. İstatistiksel analiz gerçekleştirildi. Bulgular: FSE T2 ağırlıklı görüntülerde, karaciğer ile izointens ve karaciğere göre hafif derecede hiperintens olma durumu benign olgularda daha sık görülürken, malign olgularda karaciğerden orta derecede veya belirgin derecede hiperintens olma durumu daha sık görüldü (p = 0.001, p< 0.01). Adrenal tümör grupları arasında T2 sinyal intensite oranı değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p = 0.001, p< 0.01). Lipid zengin ve lipid fakir adenoma gruplarında, T2 sinyal intensite oranı değerleri feokromositoma ve metastaz olgularından anlamlı derecede düşüktü. T2 sinyal intensite oranı değerleri, malign olgularda benign olgulara göre istatistiksel olarak önemli derecede yüksek bulundu (p = 0.001, p< 0.01). Kimyasal faz görüntüleme ile görsel değerlendirmede, adrenal tümör grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p = 0.001, p< 0.01). Lipid zengin adenoma grubundaki hastalarda genellikle orta derecede ve belirgin sinyal intensite kaybı saptanmasına karşın, diğer tümör gruplarında bu bulguya rastlanmadı. Benign ve malign adrenal tümör grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p = 0.001, p< 0.01). Malign gruptaki tümörlerde, Adrenal-dalak sinyal intensite oranı değerleri benign gruptaki tümörlere göre belirgin derecede yüksek olmasına karşın, Adrenal sinyal intensite indeks değerleri benign gruba göre belirgin derecede düşük bulundu. Maliginite açısından adrenal tümör grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p = 0.001, p< 0.01). Benign olgularda, kapiller blush ve homojen tip kontrast tutulumu daha sık görülmesine karşın, periferal-yamalı ve belirgin kapiller blush kontrast tutulumu malign olgularda daha sık görüldü. Malign tümörlerin arteriyal sinyal intensite değerleri benign tümörlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,001; p<0,01). Sonuç: Kantitatif parametrelerin kombine olarak kullanılması, aksi takdirde kararsız kalınacak olan daha fazla adrenal tümörün tanı almasını mümkün kılar. (SETB-2023-08-152) |
7. | Yaşlanan Popülasyonda Vestibülo-Oküler Refleks Vestibulo-Ocular Reflex in the Aging Population Basak Mutlu, Sidika Cesur, Ahmet Mutlu, Mahmut Tayyar KalciogluPMID: 38808050 PMCID: PMC11128693 doi: 10.14744/SEMB.2023.31967 Sayfalar 45 - 54 Amaç: Bu çalışmanın amacı, 60 yaş üstü, spesifik bir vestibüler patoloji tanısı konmamış bireylerin vestibülo-oküler refleksini (VOR) değerlendirmektir. Yöntemler: Katılımcılara iki taraflı altı kanallı video head impulse testi, Baş Dönmesi Engellilik Envanteri ve Avrupa Vertigo Değerlendirmesi ölçekleri uygulandı. Bulgular: Çalışmaya toplam 103 katılımcı (75 erkek, 28 kadın) dahil edildi ve yaş ortalaması 69,35 ± 7,41 yıl. 7. dekat grubunun yaş ortalaması 64,32±3,12 (59 katılımcı; 38 erkek, 21 kadın), 8. dekat ve üzeri grubun yaş ortalaması 76,11±5,93 (44 katılımcı; 37 erkek, 7 kadın) idi. Lateral ve vertikal semisirküler kanalların VOR kazançları arasında 7. dekat ile 8. dekat ve daha yaşlı gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). 8. dekat ve üzeri grupta, sağ lateral kanal düzeltici sakkat ve sol arka kanal düzeltici sakkat varlığı, aynı kanalların VOR kazanımları ile pozitif orta düzeyde korelasyon gösterdi (r=0.455, p=0.002 ve r=0.518, p= 0,001, sırasıyla). 7. dekat grubunda yaş ile VOR kazancı arasında anlamlı bir korelasyon bulunmazken, 8. dekat ve üzeri grupta yaş ile sol lateral kanal VOR kazancı arasında negatif yönde zayıf bir korelasyon vardı (r=-0.366, p=0.017). Sonuç: VHIT kullanılarak VOR'daki yaşa bağlı değişiklikler değerlendirilirken, 70 yaş üstü popülasyonda vestibüler sistemin yaşlanmasına ilişkin bulgular ortaya çıkmaya başlamaktadır ve düzeltici sakkat bulguları, bu değişiklikleri ortaya çıkarmada VOR kazanımlarından daha bilgilendirici olabilir. (SETB-2023-07-127) |
8. | Koronavirüs Hastalığı-2019 Olan Tip 2 Diabetes Mellitus Hastalarında Beslenme ve İnflamasyonla İlişkili İndekslerin Prognozu Öngörme Değeri Predictive Value of Nutrition and Inflammation-Related Indices on Prognosis in Type 2 Diabetes Mellitus Patients with Coronavirus Disease-2019 Adnan Batman, Mustafa Ekici, Tugba Sanalp Menekse, Rafiye Ciftciler, Dilek YaziciPMID: 38808055 PMCID: PMC11128691 doi: 10.14744/SEMB.2023.36699 Sayfalar 55 - 61 Amaç: Bu çalışma, prognostik beslenme indeksinin (PNI) ve sistemik immün inflamatuar indeksin (SII), tip 2 diyabet (T2DM) ve koronavirüs hastalığı (COVID-19) olan hastaların ciddiyetini ve prognozunu tahmin etmeye yardımını ortaya koymayı amaçladı. Yöntemler: Bu retrospektif kohort çalışmasına Nisan 2020 ile Aralık 2020 tarihleri arasında COVID-19 nedeniyle hastaneye yatırılan 501 T2DM hastası (erkek, %42.1; kadın, %57.9) dahil edildi. Hastalar hayatta kalanlar ve hayatta kalmayanlar olarak ikiye ayrıldı. Gruplar arasında demografik ve laboratuvar verileri karşılaştırıldıktan sonra PBİ ve Sİİ'nin klinik ve laboratuvar verileriyle korelasyonu değerlendirildi. Bulgular: Hayatta kalmayan ve hayatta kalan grupların ortanca (çeyrekler arası) yaşları sırasıyla 74 (15) ve 69 (14) yıldı ve fark anlamlıydı (p<0.001). PBİ hayatta kalmayan grupta hayatta kalan gruba göre anlamlı derecede düşüktü (p<0.001). Sİİ hayatta kalmayan grupta hayatta kalan gruba göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.001). PBİ, glukoz düzeyleriyle negatif korelasyon gösterdi (r=-0.115, p=0.011). Kesme PNI değeri olan 29,1 kullanıldığında, T2DM hastalarında hastalığın ciddiyetini ve ölüm riskini tahmin etmede duyarlılığı ve özgüllüğü sırasıyla %76.2 ve %76.3 idi. Sonuç: Sonuç olarak, PBİ ve Sİİ düzeyleri, COVID-19 ve T2DM hastalarında sağkalımı ve hastalık şiddetini tahmin etmede etkilidir. (SETB-2023-09-171) |
9. | Kapsamlı Diyabet Öz-Yönetim Ölçeğinin Türkçe Geçerlik ve Güvenilirliği Turkish Validity and Reliability of Comprehensive Diabetes Self-Management Scale Cigdem Cindoglu, Burcu Beyazgul, Merve TatligunPMID: 38808051 PMCID: PMC11128708 doi: 10.14744/SEMB.2023.70033 Sayfalar 62 - 67 Amaç: Diyabet yönetiminde özbakım yaklaşımı çok önemlidir. Bu çalışmada, diyabet hastalarının davranışlarını inceleyen Kapsamlı Diyabet Kendi Kendini Yönetme Ölçeği'nin (Comprehensive Diabetes Self-Management Scale; CDSMS) Türkçe geçerlilik ve güvenilirliğinin yapılması amaçlanmıştır. Yöntemler: Çalışma metodolojik tiptedir. Özgün halinden Türkçeye çevrilen ve dil geçerliliği test edilen CDSMS, önce pilot uygulamaya, ardından ana çalışmaya dahil edilmiştir. Ölçeğin geçerliliği Cronbach alfa katsayısı ile değerlendirildi. Ardından, kesme puanını belirlemek için ROC analizi yapıldı. Bulgular: Çalışmaya katılanların ortalama yaşı 57,10 ± 11,20 yıl ve ortalama hastalık süresi 9.96 ± 7,79 yıldı. CDSMS'nin iç tutarlılığı, Cronbach alfa kullanılarak ölçülen 0,73 idi. ROC analizi sonucunda CDSMS'nin iyi glisemik kontrolü öngörmede optimal kesme noktası 21,17 puan olarak belirlendi. Sonuç: Bu çalışmada, CDSMS'nin Türkçe versiyonunun Türk popülasyonunda geçerli ve güvenilir olduğu görülmüştür. CDSMS'nin diyabetik hastaların hastalık yönetim becerilerini göstermeleri açısından klinikte çalışan hekimlere faydalı olacağı düşünülmektedir. (SETB-2023-08-139) |
10. | Osteosarkopenik Hastalarda Aerobik ve Dirençli Egzersiz Kombinasyonunun Günlük Yaşam Aktiviteleri ve Düşme Riski Üzerine Etkisi The Impact of Combination of Aerobic and Resistive Exercise on Activities of Daily Living and Risk of Fall in Osteosarcopenic Patients Selda Ciftci Inceoglu, Aylin Ayyildiz, Tulay Sahin, Figen Yilmaz, Kudret Keskin, Banu Dede, Fatma Cici, Banu KuranPMID: 38808053 PMCID: PMC11128704 doi: 10.14744/SEMB.2024.56898 Sayfalar 68 - 74 Giriş: Osteosarkopenik hastalarda aerobik ve dirençli egzersiz kombinasyonunun günlük yaşam aktivitelerive düşme riski üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Yöntemler: Osteoporoz polikliniğinden takip edilen 70 yaş üstü kadın ve erkek hastalarda sarkopeni tarandı. Uygun hastalarda sarkopeni; yürüme hızı, kavrama kuvveti ve iskelet kas kütlesi ile değerlendirildi. Dışlama kriterlerini karşılamayan sarkopeni hastaları 3 aylık aerobik ve dirençli egzersiz programına dahil edildi. 1. ve 3. aylarda iskelet kas kitlesi ölçümleri, fiziksel performans ve denge testlerindeki değişiklikler değerlendirildi. Bulgular: Osteoporoz ve osteopenisi olan 91 hastada sarkopeni tarandı. 27 hastada sarkopeni tespit edildi ve 23 hasta 3 aylık çalışmayı tamamladı. Hastaların ortalama yaşı 78,4± 5,7 yıl olup, kadın hasta sayısı 16 (%69,6) idi. İskelet kas kütlesi ölçümlerinde ve 1. ve 3. ayda yapılan Katz Günlük Yaşam Aktiviteleri (GYA) Skalası'nda anlamlı değişiklik saptanmadı (p>0.05). Kısa Fiziksel Performans Bataryası, Zamanlı Kalk ve Yürü Testi ve Berg Balans Testi’nin ilk ayda anlamlı düzeyde düzeldiği, üçüncü ayda da gelişiminin devam ettiği görüldü (p<0,05). Sonuç: Osteosarkopenik hastalarda aerobik ve dirençli egzersiz kombinasyonu, iskelet kas kütlesinde anlamlı bir artışa yol açmasa da, fiziksel performans ve denge üzerinde anlamlı bir etkiye sahiptir. Bunun kişinin bağımsızlığını arttırırken düşme riskini de azaltacağı öngörülebilir. (SETB-2023-09-175) |
11. | Eski Bir Sorun için Yeni Bir Skor: Plazma Aterojenik İndeksi Stabil Angina Pektoris Hastalarında Stent İçi Restenozla İlişkilidir A Novel Score for an Old Enemy: Atherogenic Plasma Index Predicts In-Stent Restenosis among Stable Angina Pectoris Patients Ozgur Selim Ser, Serhat Sigirci, Kudret Keskin, Gokhan Cetinkal, Betul Balaban Kocas, Hakan Kilci, Yalcin Dalgic, Erol Kalender, Kadriye KilickesmezPMID: 38808058 PMCID: PMC11128699 doi: 10.14744/SEMB.2024.40336 Sayfalar 75 - 81 Amaç: Aterojenik plazma indeksinin (AIP) koroner arter hastalığı (KAH) ve ateroskleroz ile ilişkisi bilinmesine rağmen, AIP ile stent içi restenoz (ISR) arasındaki ilişki belirsizliğini koruyor. İlaç salınımlı stent (DES) ile tedavi edilen stabil anjina pektorisli (SAP) hastalarda AIP ile ISR arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Yöntem: Bu gözlemsel ve retrospektif çalışmada, Ocak 2015 ile Kasım 2019 arasında stabil angina sonrası DES implantasyonu öyküsü olan hastalar değerlendirildi. Çalışmaya dahil etme kriterlerine uygun 608 hasta ISR+ (n=241) ve ISR- (n=367) olarak ikiye ayrıldı. ISR, %50 veya daha fazla darlığın varlığı olarak tanımlandı. AIP, log [TG/HDL-C] olarak tanımlandı. Bulgular: ISR gelişen hastalarda, gelişmeyenlere kıyasla AIP seviyeleri anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla 0,33 [0,15-0,52] vs 0,06 [-0,08-0,21], p < 0,001). ISR'yi ön gördürücü AIP seviyelerinin AUC değeri 0,746 olarak bulundu (p < 0,001). Multivaryant lojistik regresyon analizinde; AIP, diyabet, yüksek LDL-K düzeyleri ve düşük LVEF değerlerinin bağımsız olarak ISR ile ilişkili olduğunu ortaya konuldu. Sonuç: Multivaryant lojistik regresyon analizinde, AIP'nin ISR ile güçlü bir şekilde bağımsız olarak ilişkili olduğunu ortaya koydu. Bu yeni, ucuz ve kolay hesaplanabilen endeksin kullanılması, DES ile tedavi edilen SAP hastalarında ISR'nin erken tanınmasını sağlayabilir. (SETB-2023-11-216) |
12. | Bir Virüs, İki Hastalık: Covid-19 ve Multisistemik Enflamatuar Sendrom Vakalarında Klinik Ve İmmünolojik Farklılıkların Değerlendirilmesi One Virus, Two Diseases: Evaluation of Clinical and Immunological Differences in Covid-19 and Multisystem Inflammatory Syndrome Cases Sefika Ilknur Kokcu Karadag, Emine Hafize Erdeniz, Esra Ozkan, Alisan YildiranPMID: 38808056 PMCID: PMC11128702 doi: 10.14744/SEMB.2023.23316 Sayfalar 82 - 90 Giriş: COVID-19, dünya genelinde ciddi bir sağlık tehdidi olarak kabul edilen bir viral hastalıktır. Bununla birlikte, bazı çocuklarda COVID-19 sonrası MIS-C olarak bilinen multisistemik enflamatuar bir sendrom gelişebilir. Bu çalışma, bu iki hastalık arasındaki klinik ve immunolojik farklılıkları belirlemeyi hedeflemektedir. Materyal ve metod: Kasım 2020 ve Şubat 2021 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hastanesi'nde yatan 18 yaşın altındaki 33 MIS-C hastası ve eşit sayıda pozitif polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) testi sonucu olan COVID-19 hastası geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Immunolojik veriler de incelenmiştir. Çalışmaya toplamda 66 hasta ve 10 sağlıklı birey dahil edilmiştir. Bulgular: COVID-19 hastalarında ve MIS-C hastalarında farklı klinik özellikler saptanmıştır. MIS-C hastalarında lenfopeni, trombositopeni, anemi, nötrofilia gibi belirtiler COVID-19 hastalarına göre daha belirgin olarak görülmüştür (p<0.001). Serum Ig G, A, M ve E düzeyleri arasında önemli bir farklılık saptanmamıştır. Ancak, MIS-C hastalarında B hücrelerinde anlamlı bir artış (p<0.001), T hücrelerinde CD4/CD8 oranının tersine dönmesi ve CD3+CD38+HLA-DR+ aktif T hücrelerinde artış (p=0.009) gözlemlenmiştir. Sonuç: Bu çalışma, COVID-19 ve MIS-C arasındaki klinik ve immunolojik farklılıkların varlığını ortaya koymuştur. Lenfopeni, B hücrelerinde artış, CD4/CD8 oranının tersine dönmesi ve CD3+CD38+HLA-DR+ aktif T hücrelerinin gösterilmesi, MIS-C'nin erken teşhisinde yardımcı olabilecek potansiyel belirteçler olarak değerlendirilebilir. (SETB-2023-07-116) |
13. | Fibromiyaljili Bireylerde Cinsel İlişki Sıklığının Semptomlar Üzerine Etkisi The Effect of Frequency of Sexual Intercourse on Symptoms in Women with Fibromyalgia Savas Karpuz, Ramazan Yilmaz, Emine Akdere, Behiye Aksanyar, Ismail Hakki Tuncez, Halim YilmazPMID: 38808045 PMCID: PMC11128690 doi: 10.14744/SEMB.2023.97254 Sayfalar 91 - 96 Amaç: Fibromiyaljinin cinsel işlevi etkilediği bilinmektedir ancak cinsel ilişki sıklığının fibromiyalji semptom şiddeti üzerindeki etkisi net değildir. Bu çalışmanın amacı, fibromiyaljili kadınların cinsel aktivitede bulunma sıklığının hastalık şiddeti üzerine etkilerini araştırmaktır. Yöntem: Katılımcıların depresyon durumları Beck Depresyon Envanteri (BDÖ) ile değerlendirildi ve son 3 aydaki aylık ortalama cinsel ilişki sıklığı kaydedildi. Fibromiyalji hastalarının ağrı düzeyleri Görsel Analog Skala (VAS), ağrı prevalansı Yaygın Ağrı İndeksi (WPI), semptom düzeyi Semptom Şiddet Ölçeği (SSS), fibromiyaljiye maruz kalma durumu Fibromiyalji Etki Anketi (FIQ) ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 37,11±6,2 olan 100 fibromiyaljili kadın ve yaş ortalaması 36,53±5,85 olan 100 sağlıklı kontrol kadın katıldı. Fibromiyaljili kadın hastalarda BDI ve VAS skorları daha yüksek ve cinsel ilişki sıklığı daha düşüktü (p<0,001). Cinsel ilişki sıklığı ile VAS, FIQ, SSS ve WPI puanları arasında anlamlı bir ilişki görülmezken, ayda ortalama 8 ve üzeri cinsel ilişki yaşayanlarda BDI'nin daha düşük olduğu saptandı (p=0,02). Sonuç: Bu çalışma, FM'li kadın hastalarda cinsel ilişki sıklığının düşük olduğunu ve cinsel ilişki sıklığı yüksek olan FM'li kadınlarda depresyonun daha az görüldüğünü ortaya koydu. (SETB-2023-07-129) |
14. | Alt Solunum Yolu Enfeksiyonu Nedeniyle Hastaneye Yatırılan Yenidoğanlarda Etyolojik Nedenlerin ve Hastanede Kalış Süresine Etki Eden Faktörlerin Değerlendirilmesi Evaluation of Etiological Causes and Factors Affect Length of Hospitalization in Neonates Hospitalized with Lower Respiratory Tract Infection Duygu Besnili Acar, Hasan Avsar, Ali BulbulPMID: 38808041 PMCID: PMC11128701 doi: 10.14744/SEMB.2023.77674 Sayfalar 97 - 101 Amaç: Çalışmamızın amacı; yenidoğan yoğun bakım ünitesine alt solunum yolu enfeksiyonu tanısıyla yatırılan bebeklerin demografik özelliklerinin değerlendirilmesi, mikrobiyal etyolojinin, risk faktörlerinin ve yatış süresine etki eden nedenlerin belirlenmesidir. Yöntem: Bu çalışmada; hastanemiz yenidoğan yoğun bakım ünitesinde 01 Ekim 2022- 31 Mart 2023 tarihleri arasında alt solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle yatırılan bebeklerin dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, saptanan viral etkenler, yatış süresi ve risk faktörü oluşturabilecek durumlar çalışma formuna kaydedildi. Viral etken tespit edilen ve edilemeyen bebekler iki gruba ayrılarak klinik özellikleri karşılaştırıldı. Ayrıca yatış süresine etki eden sebeplerin tanımlanabilmesi için bebekler yatış sürelerine göre iki gruba ayrılarak özellikleri incelendi. Bulgular: Çalışmaya 57 bebek dahil edildi. Bebeklerin %50,9’unda viral etken tespit edildi, en sık saptanan viral etken %48,2 ile respiratuvar sinsityal virüs idi. Diğer saptanabilen viral etkenler; sıklık sırasına göre Adenovirüs, SARS-CoV-2, İnfluenza A ve B idi. Viral etken pozitif ve negatif grup arasında demografik açıdan belirgin bir fark saptanmadı. Hastalar yatış sürelerine göre değerlendirildiğinde viral etken pozitif saptanan, oksijen tedavi ihtiyacı olan bebeklerde yatış sürelerinin uzun olduğu görüldü (sırasıyla p=0.02, p=0.03). Yatış süresi uzun olan grupta erkek cinsiyet oranı fazla ancak, bu fark istatistiksel anlamlı değildi. Yatış süresi kısa olan grupta sadece anne sütü ile beslenme oranı daha yüksek olmakla beraber bu fark istatistiksel anlamlı değildi (p>0.05). Sonuç: Alt solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle hastaneye yatırılan yenidoğanlarda en sık viral etken RSV idi. Etyolojide RSV saptanan bebeklerin hastaneye yatış süresinin daha uzun olduğu görüldü. Bu nedenle yenidoğanlarda alt solunum yolu enfeksiyonlarının önlenmesinde RSV ile mücadele önem arz etmektedir. Sadece erken doğmuş bebekler için değil, tüm yeni doğan bebekler için RSV enfeksiyonuna karşı bir aşı veya immünoglobulin uygulamasının geliştirilmesi gerekmektedir. (SETB-2023-09-172) |
15. | Akut Bronşiolitli Çocukların Klinik, Laboratuvar ve Radyolojik Bulguları ile Tedavi Yöntemlerinin Değerlendirilmesi: Üçüncü Basamak Merkez Deneyimi Evaluation of the Clinical, Laboratory and Radiology Findings and Treatment Methods of Children with Acute Bronchiolitis: Experience of a Tertiary Center Cuneyt Ugur, Elif Somuncu, Taha DemirciPMID: 38808052 PMCID: PMC11128706 doi: 10.14744/SEMB.2023.95605 Sayfalar 102 - 108 Amaç: Bu çalışmanın amacı akut bronşiolitli çocuklarda hastanede yatış süresini etkileyen ve antibiyotik başlanmasına neden olan faktörleri belirlemektir. Yöntemler: Bu çalışma Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde retrospektif olarak yapılmıştır. Eylül 2017-Nisan 2019 tarihleri arasında (sonbahar, kış ve ilkbahar mevsimlerinde) çocuk servisinde izlenen 102 hastanın demografik verileri, klinik özellikleri, laboratuvar ve radyolojik bulguları, tedavi yöntemleri ve hastanede yatış süreleri hasta dosyalarından kaydedildi. Bulgular: Toplam 102 hastanın 67'si (%65.7) erkek, 35'i (%34.3) kadındı. Ortanca yaş 6.5 (11.0) aydı. Wang bronşiyolit klinik skorlamasına göre hastaların 36'sı (%35.3) hafif, 51'i (%50.0) orta, 15'i (%14.7) şiddetli bronşiolit olarak saptandı. Polimeraz zincir reaksiyonunda (PCR) en sık etken respiratuvar sinsityal virüs 60 ( %58.8), influenza virüs 20 (%19.6), rinovirüs 15 (%14.7), bocavirüs 15 (%14.7) ve parainfluenza virüs 12 (%11.7). Ortanca hastanede kalış süresi 7.0 (4.0) gündü. Hastaların 42'si (%41,2) ≤ 5 gün, 60'ı (%58,8) 5 günden fazla hastanede yattı. Hastanede kalış süresi, krepitan ral, lökositoz, nötrofili ve influenza virüsle koenfeksiyon ile anlamlı ve pozitif korelasyon gösterdi (sırasıyla p=0,036, p=0,034, p=0,028, p=0,036). Hastanede kalış süresi, pH ve artmış havalanma ile anlamlı ve negatif korelasyon gösterdi (sırasıyla p=0,002, p=0,003). Antibiyotik başlanması, hışıltılı solunum, krepitan ral, lökositoz ve nötrofili ile anlamlı ve pozitif korelasyon gösterdi (sırasıyla p=0,033, p=0,013, p=0,028, p=0,002) Sonuç: Fizik muayenede krepitan ral, laboratuvarda respiratuar asidoz, PCR ile saptanan influenza virüsle koenfeksiyon ile 5 günden fazla hastanede yatış süresi arasında anlamlı ilişki bulundu. Fizik muayenede wheezing veya krepitan ral, laboratuvarda lökositoz veya nötrofili ile antibiyotik başlanması arasında anlamlı ilişki saptandı. (SETB-2023-08-144) |
16. | Çocuk Nörolojisi Polikliniğine Baş Ağrısı ile Başvuran Hastaların Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi: Üçüncü Basamak Hastane Deneyim Retrospective Evaluation of Patients Admitted to the Pediatric Neurology Outpatient Clinic with Headache: Experience of a Tertiary Hospital İlhan Abidin, Cuneyt Ugur, Mirac YildirimPMID: 38808054 PMCID: PMC11128692 doi: 10.14744/SEMB.2023.86244 Sayfalar 109 - 115 Amaç: Baş ağrısı yakınması olan çocuk hastaların etyolojik ve klinik özelliklerini belirlemek amaçlandı. Yöntem: Çocuk nöroloji polikliniğine baş ağrısı şikayeti ile başvuran hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, baş ağrısının özellikleri, baş ağrısına eşlik eden semptomlar, mevcut kan tetkikleri, beyin manyetik rezonans (MR) ve elektroensefalografi (EEG) sonuçları kaydedildi. Bulgular: Yaşları 3-17 yıl arasında değişen toplam 470 hastanın 291'i (%61,9) kadın, 179'u (%39,1) erkekti. Hastaların yaş ortalaması 12,38 ± 3,45 yıl idi. Yaş gruplarına göre 5 yaş altı 16 (%3,4), 6-11 yaş arası 159 (%33,8), 12-17 yaş arası 295 (%62,8) hasta vardı. 289 (%61,5) hastaya primer baş ağrısı tanısı konulurken, 122 (%26,0) hastaya sekonder baş ağrısı tanısı kondu ve 59 (%12,5) hastanın baş ağrısı sınıflandırılamadı. En sık görülen primer baş ağrıları gerilim tipi baş ağrısı (GTB) (n: 177, %37,7) ve migren (n: 111, %23,6) idi. Sekonder baş ağrısı olan hastaların 86'sına (%70,5) sinüzit tanısı kondu. Sekiz (%1,7) hastada anormal nörolojik muayene bulgusu saptandı. Tüm hastaların 439'una (%93,4) beyin MR çekildi ve 52 (%11,8) hastada anormal beyin MR bulgusu saptandı. Tüm hastaların 205'ine (%43,6) EEG çekildi ve 24 (%11,7) hastada anormal EEG bulgusu saptandı. Sonuç: Yaş gruplarına göre, baş ağrısı en sık 12-17 yaş grubunda görüldü. Baş ağrısının en yaygın nedenleri sırasıyla GTB ve migrendi. En yaygın ikincil baş ağrısı nedeni sinüzitti. Baş ağrısı nedenlerinin belirlenmesinde fizik ve nörolojik muayenenin hala önceliğini koruduğunu düşünüyoruz. (SETB-2023-08-132) |
17. | Çocuk Doktorlarının Çocuklara COVID-19 Aşısı Konusunda Bilgi, Tutum ve Uygulamaları Knowledge, Attitudes and Practices of Pediatricians About COVID-19 Vaccination to Children Gizem Kara Elitok, Aybike Koc, Sebnem Apaydin, Busra Tetik Dincer, Ali BulbulPMID: 38808043 PMCID: PMC11128709 doi: 10.14744/SEMB.2023.46690 Sayfalar 116 - 123 Amaç: Yüksek aşılama oranlarına ulaşılması diğer enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi COVID-19’un önlenmesinde de oldukça önemlidir. Bu çalışma ile pediatri hekimlerinin, çocuklara COVID-19 aşılaması hakkında bilgi tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmamız, tek merkezli, tanımlayıcı- kesitsel, ileriye dönük olarak 20 Eylül 2022 - 30 Kasım 2022 tarihleri arasında yapıldı. Gönüllülük esasına göre anket doldurmayı kabul eden 350 hekim örneklemi oluşturdu. Katılımcılara sosyodemografik verileri, çocuklara COVID-19 aşılaması hakkında bilgileri, tutumları ve davranışlarıyla ilgili toplam 21 sorudan oluşan bir anket formunu Google Forms üzerinden doldurmaları istendi. Bulgular: Çalışmamıza %72,6’sı kadın 350 pediatri hekimi katıldı. Katılımcıların %51,4’ü Eğitim Araştırma Hastanesinde çalışıyordu, %99,1’ü kendisi COVID-19 aşısı olmuştu. Pediatristlerin %65,7’si (n=230) tüm çocuklara COVID-19 aşısını önerirken, %27,7’si (n=97) sadece risk grubundaki çocuklara öneriyordu, %6,6’sı (n=23) çocuklara COVID-19 aşısını önermiyordu. Pediatristlerin aşıyı tüm çocuklara önermemelerinin ilk üç nedeni; %56,7 çocuklarda yeterli klinik araştırma olmaması, %50 aşının uzun dönem etkileriyle ilgili endişeler, %27,5 aşıya bağlı yan etkilerdi. Katılımcıların aşı önerdiği ilk üç risk grubu; %84,6 astım (kronik akciğer hastalığı), %72 diyabet, %69,7 immun yetmezlikti. Pediatristlerin %68,9’u COVID-19 aşısının ülkemizde 12 yaş ve üzerine yapılmakta olduğunu biliyordu, %60,9’u COVID-19 aşısının çocuklar için güvenli olduğunu düşünüyordu. COVID-19 aşısının çocuklar için güvenli olduğunu düşünenlerin, çocuklara aşıyı önerme oranı daha yüksekti (p<0,001). Bilgi sorularına verilen cevaplar incelendiğinde, çocuklara aşı önermeyenlerin bilgi düzeylerinin diğerlerine göre daha düşük olduğu (p<0,001) tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda, pediatri hekimlerinin çocuklara çoğunlukla COVID-19 aşısı önerdiğini saptadık. Aşının çocuklar için güvenli olduğu düşüncesinin ve COVID-19 aşısıyla ilgili bilgi düzeyinin aşıyı önermekte etkili faktörler olduğunu tespit ettik. Bu nedenle pediatristlere COVID-19 aşısıyla ilgili düzenlenecek eğitimlerin, çocuklara COVID-19 aşısı önerme oranını arttıracağını düşünmekteyiz. (SETB-2023-09-183) |
OLGU SUNUMU | |
18. | Tekrarlayan Karın Ağrısı Nedeniyle Ameliyat Edilen Pediatrik Granülomatöz Apandisit Olgusu A Pediatric Case of Granulomatous Appendicitis Operated Due to Recurrent Abdominal Pain Hasan Madenci, Cuneyt Ugur, Sabit Dere, Muhammed Burhan Tekin, Meryem Ilkay Eren KaranisPMID: 38808059 PMCID: PMC11128700 doi: 10.14744/SEMB.2023.03780 Sayfalar 124 - 126 Granülomatöz apandisit (GA), apendiks duvarının granülomatöz iltihabıdır. GA genellikle idiyopatiktir; ancak Crohn hastalığı, paraziter enfeksiyonlar ve tüberküloz gibi birçok hastalık veya yabancı cisimler ile de ilişkili olabilir. Üç aydır karın ağrısı ve safralı kusma şikayetleri olan 11 yaşında erkek hastada sağ alt kadranda karın hassasiyeti mevcuttu. Hastanın beyaz küre sayısı 8,6 x10^3/µL idi. Batın ultrasonu plastron apandisit olarak değerlendirildi ve apendektomi yapıldı. Mikroskobik olarak apendiks duvarında ödem, fibrozis ve lenfoid infiltrasyon ile kalınlaşma gözlendi. Hasta GA'ya neden olan bir hastalık saptanmadığı için idiyopatik GA olarak değerlendirildi. Apendiksin sağlam bir kıvama sahip olduğu ve çevre dokulardan ayrılmasının zor olduğu durumlarda özellikle pediatrik yaş grubunda malignite öncesi GA düşünülmelidir. Radikal cerrahiye karar vermeden önce apendektomi yapılmalıdır. (SETB-2022-12-267) |
19. | Nadir Bir Şarbon Sunumu: Palpebral Şarbonlu Pediatrik Bir Hasta A Rare Presentation of Anthrax: A Pediatric Patient with Palpebral Anthrax Selime Teleke Kaymaz, Fatma Tugba Cetin, Ozlem Ozgur Gundeslioglu, Fuat Kaplan, Burak Ulas, Altan Atakan OzcanPMID: 38808049 PMCID: PMC11128698 doi: 10.14744/SEMB.2023.51261 Sayfalar 127 - 130 Şarbon, Bacillus anthracis'in neden olduğu insanlarda nadir görülen zoonotik bir hastalıktır. Bu hastalığın en yaygın şekli kutanöz şarbondur. Nadiren göz tutulumu olabilir. Bu vakada sol göz kapağında şarbon bulunan dokuz yaşında bir erkek hasta sunulmaktadır. Hastanın öyküsünden gözün sol tarafında küçük bir papüler reaksiyon oluştuğu, ardından lezyonun üç gün içinde büyüdüğü ve göz çevresinde ödem geliştiği öğrenildi. Hastanın preseptal selülit tanısının beşinci gününde göz lezyonlarında ilerleme ve göz çevresinde nekroz ve eskar oluşumu saptanırken, hastanın şikayetlerinin beşinci gününde Bacillus anthracis polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) pozitifliği saptandı. Hasta siprofloksasin ve klindamisin ile tedavi edildi ve klinik yanıt alındı. Sonuç: Özellikle hayvanlar ile yakın teması olan hastalarda preseptal ve orbital selülitin ayrıcı tanısında şarbon akılda tutulmalıdır. Palpebral şarbon zamanında etkili bir şekilde tedavi edilmezse göz kapaklarında izler bırakarak kalıcı şekil bozukluklarına ve fonksiyon kayıplarına neden olabilir. Erken tanı konulup antibiyotik tedavisine başlanması komplikasyon oluşumunu anlamlı derecede azaltır. Bu olgu sunumunda şarbon hastalığında nadir olarak görülen, göz kapağı şarbonlu bir çocuk olgu sunulmuştur. (SETB-2022-11-251) |
20. | COVID-19’lu Bir Hastada Abdusens Sinir Felci: Bir Olgu Sunumu Abducens Nerve Palsy in a Patient with COVID-19: A Case Report Gulten Tata, Sahin Isik, Husrev Diktas, Gencer Genc, Serpil BulutPMID: 38808042 PMCID: PMC11128696 doi: 10.14744/SEMB.2023.55491 Sayfalar 131 - 134 COVID-19 ile ilişkili çok sayıda nörolojik tutulum bildirilmiştir. Bununla birlikte, COVID-19 ile ilişkili abdusens sinir felci çok nadirdir ve çoğunlukla tabloya solunum belirtileri eşlik eder. Biz çift görme yakınması ile başvuran ve daha sonra bakılan SARS-CoV-2 S antikorları pozitif, tek taraflı abdusens sinir felci olan 29 yaşında bir kadın hastayı sunuyoruz. Başvurduğunda herhangi bir solunumsal şikayeti olmayan hastanın toraks bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesinde viral pnömoni bulguları vardı. Kranyal nörogörüntülemesi normaldi. Abdusens sinir felci kısmen ve BT bulguları tamamen favipiravir 2x1600 mg yükleme dozu ve daha sonra günde 2x600 mg idame, deksametazon 8 mg/gün, enoxaparin 6000 IU/gün tedavisi ile iyileşti. COVID-19 tedavisinin bitiminden bir hafta sonra, hastamızda valasiklovir ile başarılı bir şekilde tedavi edilen Herpes simpleks keratiti de gelişti. İzole abdusens sinir felcinin, herhangi bir solunum belirtisi olmayan COVID-19 vakalarının tek bulgusu olabileceği akılda tutulmalıdır. (SETB-2022-06-144) |
21. | İatrojenik İnternal Karotid Arter Psödoanevrizması ve Karotiskavernöz Fistülün Endovasküler Pipeline Stent Tedavisi Endovascular Pipeline Shield Treatment of Iatrogenic Internal Carotid Artery Pseudoaneurysm and Carotid-Cavernous Fistula Eyup Camurcuoglu, Umut Erdem, Ender UysalPMID: 38808057 PMCID: PMC11128697 doi: 10.14744/SEMB.2024.84479 Sayfalar 135 - 137 İnternal karotid arterin (İKA) psödoanevrizması (PA) ve karotiko-kavernöz fistülü (KKF) endoskopik endonazal cerrahinin nadir bir komplikasyonudur ve vakaların %1'inde görülür. 37 yaşında bir kadın hastada hipofiz adenomu nedeniyle iatrojenik İKA hasarının neden olduğu İKA psödoanevrizma (PA) ve karotikokavenöz fistülü (KKF) için akım yönlendirici stentlerin (AYS) başarıyla yerleştirildiğini bildiriyoruz. Akım yönlendirici stent yerleştirilmesinden sonra, belirli bir süre verilen ikili antiplatelet ajanlar ile takip anjiyogramı, tam anevrizma obliterasyonu ve hasarlı damarın etkili endoluminal rekonstrüksiyonu kusursuzdu. ICA psödoanevrizmalarının yönetiminde, akım yönlendirici stentlerin yerleştirilmesi geçerli bir damar koruyucu tekniktir. (SETB-2023-08-150) |