ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
The Medical Bulletin of Sisli Etfal Hospital - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 31 (1)
Volume: 31  Issue: 1 - 1997
ORIGINAL RESEARCH
1.The Prevalance of ENT-Diseases Among Primary Schoolchildren in Çağlayan District
Aslı Batur Çalış, Ertuğrul Yavuz, Hüseyin Seven, Aras Şenvar
Pages 7 - 11
AMAÇ.· İstanbul Çağlayan'da ilkokul çocukları arasında KBB hastalıkları prevalansının araştırılması.
MATERYAL VEMETOD: Mart 1997 ayında, İzzet Paşa İl­köğretim Okulu'nda eğitim ve öğretim gören toplam 768 öğ­renci KBB muayenesinden geçirilerek bulguları kaydedildi. Patoloji saptanan olgulara tetkik ve tedavi önerildi, öğret­men ve ebeveynler bilgilendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya katılan toplan 768 öğrencinin 355' i kız, 413’ü erkek öğrenciydi. KBB muayenesi sonucunda 354 olgu normal olarak değerlendirilirken, kalan 414 öğrencide çeşitli patolojiler saptandı.
OBJECTIVE: To research the prevalance of ENT-diseases among primary schoolchildren in Çağlayan, İstanbul.
MATERIAL AND METHOD: in March 1997, an ENT examination was arranged for 768 children in the İzzet Paşa Primary School in Çağlayan. The findings were all registered. Therapy was given to the cases with pathologic findings. Their parents and teachers were informed of' these pathologies.
RESULTS: Out of the 768 cases accepted in the study, 354 were girls and 413 were boys. 354 cases were recorded as normal, the remaining 414 cases were found to have pathologic findings.

2.Evaluation of the risk factors, neurologic examination and imaging findings in 57 young ischemic stroke cases
Hande Yiğitdinç Türker, A. Destina Yalçın, Hulki Forta
Pages 12 - 18
AMAÇ: Çalışmamızda 1992-1995 yılları arasında hastanemizin nöroloji kliniğinde yatırılarak araştırılan 57 genç iskemik inme olgusunda nörolojik muayene ve görüntüleme bulguları ile serebrovasküler hastalık için öngörülen risk faktörlerinin ne sıklıkta görüldüğünün araştırılması amaçlanmıştır.
MATERYAL VEMETOD: Çalışmamızda 17-52 yaşarasın­ da iskemik inme tanısı alem 57 vaka alınmıştır. Olguların hepsinde nörolojik muayene ve görüntüleme bulguları (bilgisayarlı tomografi ve/veya manyetik rezonans görüntüleme bulguları) ile serebrovasküler hastalık için öngörülen risk faktörleri gruplandırılarak sıklıkları araştırılmıştır.
BULGULAR: Olguların risk faktörlerinin tümü değerlen­dirildiğinde, sigara içimi en yüksek sıklıkta saptanan risk faktörü olmuştur (%52.63). Sigara içimini %47.36 ile hipertansiyon izlemiştir. En yüksek sıklıkta saptanan muayene bulgusu kortikal bulguların eşlik ettiği pür motor hemiparezi ikinci en sık muayene bulgusudur (%22.8). En sık izlenen görüntüleme bulgusu ana arter dalı tıkanmasıdır (%64. 9 / ). İkinci sıklıkta küçük damar tutulumu saptanmıştır (%29.82)
SONUÇ: Çalışmamızda aterosklerotik risk faktörleri ve yine aterosklerotik inmeyi düşündüren muayene ve görüntüleme bulguları ön plandadır. Bu durumun hastaların %73'ünün 43-52 yaş diliminde olmasından kaynaklandığı düşünülmüştür.
OBJECTIVE: In this study our aim was to evaluate and determine the frequency of the risk factors, neurologic examination and imaging findings in 57 young ischemic stro­ke cases who were interned in our clinic between years 1992 and 1995.
STUDY DESIGN: 57 cases of ages 17 arıd 52 with tlıe diagnosis of' ischemic stroke were included in tlıis study. Neurologic examination and computherised axial tomography(CAT) and/or manyetic resonans imaging (MRl) findings and the risk factors for cerbrovascular diease were grouped and the frequency in each group was determined.
RESULTS: Smoking was found to be the most significant risk factor among the cases with a ratio of 52.63%. Hypertension followed smoking (47.36%). The most significant neurologic examination finding was pure motor hemiparesia with cortical findings (%28). Pure motor hemiparesia was the second mostly seen examination finding (22.8%). Main artey branch occlusion was the most determined imaging fınding (%64.91) while small vessel occlusion came second (29.82%).
CONCLUSION: in our study, atherosclemtic risk facıors and neurologic examination and imaging findings signifying atherosclerotic stroke were observed mostly.This was thought to happen as a result of the fact that 73% of uses belonged to 43-52 age tertile.

3.The Effect of Hemodialysis on Levels of Endothelin-1 in Cases With Chronic Renal Failure
Gürkan Yurteri, Hakkı Arıkan, Nurgül Güven, Yalçın Özbahar, Aydoğan Öbek
Pages 19 - 22
AMAÇ: Bu çalışma, kronik renal yetersizlikli hastalarda hemodiyalizin plazma endotelin-1 düzeyi üzerine olan etkisini araştırmak amacıyla planlandı.
MATERYAL VE METOD: Çalışmamızda, 10 diyalize girmeyen (Grup A) ve 10 diyalize giren (Grup B) toplam 20 kronik renal yetersizlikti hasta alındı. Kontrol grubu olarak 10 sağlıklı kişi seçildi. Bu hastalarda Radyo immun assay (RIA) metodu ile plazma endotelin-1 (ET-1) düzeylerine bakıldı.
BULGULAR: Kronik renal yetersizli hastaların tümünde plazma ET-1 düzeyleri normal grubu göre anlamlı derece- de yüksek hulundu (p<0.001 ). Grup A ve grup B arasında ise plazma ET-1 düzeylerinde anlamlı fark saptanmadı (p>0.05).
SONUÇ: Yapılan çalışmada, hemodiyalizin plazma ET-1 düzeyleri üzerinde etkili olmadığı gösterilmiştir. Ayrıca, kan hasıncı normal ve yüksek olan hastalarda da plazma ET -1 düzeylerinde anlamlı bir fark saptanmamış, bu da üreminin tek haşına plazma ET-1 yüksekliğine neden olabileceğini düşündürmüştür.
OBJECTIVE: This study is planned to investigate the effect of hemodialysis on levels ol Endothelin-1 (ET-1) in cases with chronic renal failure.
STUDY DESIGN: 20 patients who have chronic renalfailure were included to our study. 10 of them (Group A) were treated with hemodialysis, 10 of them (Grup B) weren' t. As for the control group 10 healty people selected. The levels of plasma ET-1 determined with the method ol radio immun assay (RIA).
RESULTS: The levels of plasma ET-1 was significantly higher patients who have chronic renal failure than healty people (p<0.001 ), but no significant changes was frıurıd between Group A and Group B (p>0.05).
CONCLUSION: These results suggested that hemodialysis has no effects on the levels of plasma ET -1. Also no significant changes was found between patients who have high blood pressure and normal blood pressure on the levels of plasma ET -1. This study also suggested that only uremia may he the cause of high levels of plasma ET-.

4.Comparison of the Sedative Effects of Diazepam and Midazalam on Preschool Children in Dentistry
Sibel Oba, Işın Ulukapı, Esen Özalp Dural
Pages 23 - 26
AMAÇ: Bu çalışmada, diş hekimliğinde uyumsuz ve tedaviye izin vermeyen çocuk hastalarda oral diazepam ve rektal midazolamın sedatif etkileri incelendi.
MATERYAL VEMETOD: Bu çalışma, ilk gelişlerinde, çeşitli ilaçsız sakinleştirici yöntemler uygulandığı halde, tedavileri yapılamayan 3-7 yaş grubu 30 sağlıklı çocuk üzerinde gerçekleştirildi. I. grup 0.3 mglkg oral diazepam, 2. grup ise 0.4 mglkg rektal midazolam grubu olarak belirlendi. Hastaların tedavi öncesi, emosyonel durum skalası, tedavi sırasın­ da ise tedavi edilebilirlik sınıflamasındaki yerleri kaydedildi.
BULGULAR: Midazolam kullanılan grubun muayene ve tedavi sırasında anlamlı olarak sakin olduğu saptandı (p<0.05).
SONUÇ: Çocuk diş tedavisinde, rektal mizadolamın etkisinin çabuk haşlaması ve sağladığı sedasyon düzeyi açısın­ dan oral diazepama üstün olduğu izlendi.
OBJECTIVE: in this study, the sedative effects ol oral diazepam and rectal midazolam on uncooperative children in dentistry is investigated.
STUDY DESIGN: in this study 30 healty children aged between 3-7 years, whos dental treatments were impossible offer several tryings with different usual metods are selected. in group I (n=l 5) 0.3 mglkg diazepam orıd in ıhe group il (rı=l5) 0.4 mglkg rectal midazolam is opplicated. Emotional status scale was used before the treatment and the behaviour was scored during the treatment.
RESULTS: Children in the midazolam group showed significantly better scores than the diazepam group (p<0.05).
CONCLUSION: The re.mit showed that rectal midozolam was more effective than oral diazepam in sedation on children in dentistry and the onset of the sedation of midazolam was earlier.

5.The radiologic patterns of bronchial tumors
Muzaffer Başak, Müjdat Bankaoğlu, Ahmet Bülent Sözer
Pages 27 - 32
AMAÇ: Bu çalışmada bronş karsinomlarının tiplendiril­mesinde, hastaya ait basit klinik verilerle birleştirildiğin­de, karsinomların tomografik olarak görünüm paternlerinden ne kadar doğru sonuçlara ulaşılabileceği araştırılmış­tır.
MATERYAL VE METOD: Histopatolojik olarak bronş kanseri olduğu ispatlanan 46 olgu Hitachi 950 SR cihazı ile 10 mm kesit kalınlığı ve 10 mm intervallerle apekslerden hazaline kadar rutin tarandı. 50 ml bolus ve 50 ml drip infüzyon şeklinde olmak üzere tüm olgularda iv. kontrast madde kullanıldı.
BULGULAR: 44’ünde sigara anamnezi olan 46 olgumuzun 23' ü (%50) epidermoid, 11’i (%23.9) küçük hücreli ve 10’u (%21) adenokarsinom tipi gösteriyordu. Tomografik olarak 27 olguda (%58) santral, 19 olguda (%42) periferik yerleşim gözlemlendi.
SONUÇ: İstatistiksel olarak anlamlı sonuçlar çıkmasa da santral yerleşimli tümörler daha çok küçük hücreli ve skuamoz, periferik olanlar adenokarsinom ve büyük hücreli tümörlerle ilişkili gözlendi.
OBJECTIVE: in this study we aimed to show the radiological patterns of bronchial tumors of 46 patients by CT estimating histological types including how it is needed to have short clinical history of patients.
STUDY DESIGN: 46 cases with bronchial cancer proverı by biopsy underwent tomographic exam in 10 mm thickness and 10 mm interval from the apeks to ıhe diaphragm. in ali patients 50 mi holııs and 50 mi infusion iv. contrast were administered.
RESULTS: 44 of our 46 cases had active sigarette smoking history. 27 cases (%50) showed epidermoid type, 11 (%23.9) small cell and 10 (%21) adenocarsinoma. We observed santrally tumor localisation in 27 paients and peripheric localisation in 19 (%41) cases.
CONCLUSION: Although we have no remarkable results, santrally located tumors are more likelly small cell ca and squamous type, the one located peripherally are adeno and large cell anaplastic tumors.

6.Retrospective Study of 10 Neonatal Tetanus Cases
Betül Sezgin, Nuri Özer, Ünsal Yilmaz, Mehmet Demirkol, Mustafa Şahin, Nilüfer Dereli, Nimet Kayaalp
Pages 33 - 36
AMAÇ: Ülkemizde Sağlık Bakanlığı tarafından yıllardan beri gebelere tetanoz immürıoprofilaksisi uygulanmasına rağmen, yenidoğan tetanozu olgularına halen rastlanmaktadır. Bu çalışmada son altı yılda kliniğimizde neonatal tetanoz tanısı ile izlenen vakaların gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
MATERYAL VE METOD: Şişli Etfal Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Kliniği'ne 1990-1996 yılları arasında yenidoğan tetanozu tanısıyla yatırılan 10 olgu retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Yaşları 4 gün ile 22 gün arasında değişen hastaların 7'si (%70) erkek, 3'ü (%30) kızdı. Hastaların 10 tanesinde emmeme, 5'inde kasılma, 2'sinde morarma, 2'sinde ateş, birinde kabızlık şikayetleri mevcuttu. Hastaların hepsi evde doğmuş, göbek kordonu hijyen kurallarına uyulmaksızın septik aletlerle kesilmişti. Annelere gebelik esnasında ve öncesinde tetanoz immünoproflaksisi uygulanmamıştı. Vakaların 2'si (%20) kış, 2'si (%20) ilkbahar, biri (%10) yaz, 5'i (%50) sonbahar ayında müracaat etmişlerdi. Hastalar tetanoz bakım odalarına yatırılıp, antiseptik solüsyonlarla göhek bakımı yapıldı. Kristalize penisilin 200.000 Ülkglgiirı İ.V. dört dozda. TİG ilk yıllarda 3000 Ü daha sonraki yıllarda 500 Ü ve 86 vitamini 100 mg uygulandı. Uygulanan tedaviye rağmen 3 vaka (%30) solunum yetmezliği nedeniyle eksitus oldu.
SONUÇ: Yenidoğan tetanozunda korunmada, yüksek riskli gebelerin aşılanması, doğumların uygun şartlarda yapıl­ması, göbek kordonunun aseptik aletlerle kesilmesi, doğu­ mu yaptıran kişilere ve annelere basit hijyenik kuralların ve bazı teknik bilgilerin üretilmesi önemlidir.
OBJECTIVE: Neonatal tetanus cases are still seen in our country. Although tetanus immunoprophylaxis has been done during pregnancy by the enforcement of the ministry of health. in this study we aimed to review neonatal teta­nus cases who had heen followed in our clinic in last six year.
STUDY DESIGN: 10 neonatal tetanus cases which had been accepted to Şişli Etfal Hospital Paediatric Infection Diseases Department between the years 1990 to 1996 were examined retrospectively. And the ages ranged between 4 days to 22 days. The seven of the patients (70%) were males and the three (30%) were females. The symptoms recorded were inability to suck in all patients, convulsions in 5, cyanosis in 2 fever in 2 and constipation in one patient. All patients had been delivered at home and their umbilical cord had been cut in septic condition tetanus immunoprophylaxis had not heen given to mothers before or during pregnancy. 2 of the patients (20%) were admitted to the hospital during winter and 2 patient (20%) during spring, one patient during summer (10%) and the other remaning 5 patients during autumn. Patients with neonatal tetanus were taken into silent and darkened rooms. Umbilical cords were deaned using antiseptic solutions. They were treated wich penicillin G 200.000 Ülkglday and with TIG in doses between 500 and 3000 Ü and vitamin B 6 100 mglday was added to ıhe treatment plan. 3 cases (30%) died due to pulmonary insufficiency
CONCLUSION: To vaccinate pregnant women, to make labours in proper conditions, to cuı umbilical cords irı aseptic conditions and to educate mothers ahııut the importance of hygiene are the key ruler in prevention of neonatal tetanus.

7.Rectosigmoid Junction Tumors and Large Bowel Obstruction
Sadık Yıldırım, Murat Özdemir, Adil Baykan
Pages 37 - 40
AMAÇ: Kolonik intestinal obstrüksiyonun en sık nedeni kolon tümörleridir. Sol kolon tümörleri obstrüksiyon oluş­turan kolon tümörlerinin %70'ini oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı rektosigmoid köşe tümörlerinin obstrüksiyon sıklığını araştırmak ve izlem sonuçlarını bildirmektir.
MATERYAL VE METOD: Kliniğimize 1992-1997 yılları arasında 67 kolon tömürlü hasta başvurmuş, bunlardan 19’unda (%28.3) tümöre bağlı kolon obstrüksiyonu saptanmış ve çalışmamıza dahil edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızda 19 obstrüksiyon oluşmuş olgunun 12'sinde (%63) tümör rektosigmoid köşede bulunmakta idi. Bu bölge tümörlerinin obstrüksiyonla başvurma sıklığının %80 olduğu saptanmıştır. üç yıl izlenebilen hasta sayıs 5' tir.
SONUÇ: Sol kolon tümörlerinin en sık obstrüksiyonla baş­ vuran kolorektal tümörler olduğu bilinmektedir. Çalışma­mız rektosigmoid kiişe tümörlerinin büyük sıklıkla (%80) obstrüksiyorıa neden olduğunu göstermektir.
OBJECTIVE: The most common cause of large bowel obstruction is carcinoma. Seventy percent of the obstructing tumors are seated at or distal to splenic flexure. In this study we aimed to figure out the frequency of presenting with obstruction of rectosigmoid function tumors and report the results of follow up.
STUDY DESIGN: Between 1992-1997, sixtyseven large bowel tumor cases were admitted to our surgical clinic. From those, 19 (28.3%) were found to have ohstruction of the large bowel and included to our study. And follow up results was presented.
RESULTS: 13 cases out of 19 (63%) were having tumor dwelled in the rectosigmoid area, defineci as 3 cm from peritımeal reflection. And 80% of the cases with rectosigmoid function tumors were presented with largle bowel obstruction. Five patients could be followed for 3 years.
CONCLUSION: Left colon tumors are known to present with ohstruction most frequently than the other sities. Herein, we conclude that rectosigmoid junction tumors are presented with obstruction more than other region in colon and rectum.


LookUs & Online Makale