ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
1. | Pediatrik Yaş Grubunda Jinekolojik Obstrüksiyonlarda Ağrı Pain in Gynecologic obstructions in the pediatric age groups Didem BaskınSayfalar 7 - 8 Makale Özeti |Tam Metin PDF |
2. | Kronik Hemodiyaliz Hastalarında Oral ve İntravenöz Kalsitriolün Sekonder Hiperparatroidizm Üzerine Etkileri The Effect Of Oral And Parenteral Calcitriol On Secondary Hyperparathroidism In Chronic Haemodialysis Patients Özlem Harmankaya, Taner Baştürk, Yahya Öztürk, Hakan YapıcıSayfalar 9 - 13 Amaç: Kronik hemodiyaliz hastalarında kalsitriolün oral ve intravenöz formlarının serum Ca, P, ALP ve PTH düzeyleri üzerine olan etkilerini karşılaştırmak amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Çalışmaya yaşları 22-80 arası değişen 10 kadın ve 10 erkek 20 hemodiyaliz hastası alındı. Hastalar iki gruba ayrılarak birinci gruba (n=11) intravenöz kalsitriol (0,5-2 pgr/her diyaliz seansı) ve ikinci gruba (n-9) oral kalsitriol (0,25-1,5 pgrlgün) dozlarında verildi. Altı ay süre ile hastaların serum Ca, P, ALP ve parathormon değerleri izlendi. Bulgular: Altı ay sonunda İV kalsitriol alan grupta alkalen fosfataz değerlerindeki düşüş istatistiksel açıdan anlamlıydı (p<0,05). Her iki gruptaki Ca, P ve oral kalsitriol alan gruptaki ALP değerlerindeki değişiklikler istatistiksel açıdan anlamlı bulunmadı (p>0,05). İV kalsitriol alan gruptaki parathormon değerlerinde hastaların %37‘sinde ve oral kalsitriol alanların da %44‘ünde düşüş saptandı. Sonuç: Hemodiyaliz hastalarında, kalsitriolün oral ve IV formlarının serum Ca, P, ALP ve parathormon değerlerine olan etkileri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. |
3. | Yumuşak Doku Sarkomlarında Tedavi Sonuçlarımız In Soft Tissue Sarcomas Our Treatment Results Mehtap Dalkılıç Çalış, Alpaslan Maayadağlı, Oktay IncekaraSayfalar 14 - 23 Amaç: Yumuşak doku sarkomları tüm yetişkin kanserlerinin %0.8‘ini oluşturur. Her yaşta görülmelerine karşın, yaşla birlikte görülme sıklıkları da artar. Yumuşak doku sarkomlarında prognozu etkileyen faktörler kesin olarak belirlenememiştir. Radyoterapi, bugünkü yumuşak doku sarkomlarının standart tedavisinde kesin yerini almış, kemoterapinin yeri de sorgulanmaya başlamıştır. Bu çalışmada kliniğimize başvuran yumuşak doku sarkomlu hastalar retrospektif olarak; nüks, metastaz ve toplam sağ kalım yönünden araştırılarak istatistiki olarak değerlendirilmiştir. (Kaplan Meier ve Long Rank testleri kullanılmıştır. p< 0.05 anlamlı kabul edilmiştir.) Gereç ve Yöntem: 1990-2000 tarihleri arasında yumuşak doku sarkomu tanısıyla takip edilen 144 hasta mevcuttur. Ortalama yaş 43‘tür. (3-83 yaş) %39‘u 55 yaş üstündedir. Erkek hasta 76, kadın hasta 68‘dir. Erkek!Kadın oranı 1,1 ‘dir. En sık leiomyosarkonı (%20, n=29), 2. sıklıkla malign fibröz histiositom (%15, n-21), 3. sıklıkla liposarkom (%12, n-17) görülmüştür. Uylukta, gluteal bölge ve omuzda en sık malign fibröz histiositom, batın ve pelviste leiomyosarkonı, retroperitoneal bölgede liposarkonı görülmektedir. Tümörün en sık yerleşim yeri alt ekstremdedir. (n=27, %18) Tümör çapı ortalama 12 cm‘dir. (2-40 cm) 55 hasta stage IV (%38), 56 hasta stage III (%39), 23 hasta (%23) stage I-II idi. En sık akciğer metastazı görülmüştür. (42 hasta) 114 hastaya (%80) sistemik kemoterapi, 79 hastaya (%55) radyoterapi uygulanmıştır. Sadece kemoterapi 58 hastaya, sadece radyoterapi 23 hastaya uygulanırken; 56 hastaya kemoterapi ve radyoterapi uygulanmıştır. En çok M El D protokolü uygulanmıştır. (n=98, %87) 1,3 ve 5 yıllık genel sağ kalım oranları sırasıyla %62, %26 ve % 15‘tir. Sonuç: Çalışma grubumuzda; genel sağ kalıma etkili faktörler olarak; yaş (p=0,0029), stage (p=0.0000), lenf nodu tutulumu (p=0.0000), radyoterapi uygulanması (p-0.0312) * postoperatif (p=0.0000)*, kemoterapi uygulanması (neoadjuvant veya adjuvant (p=0.0000), kemoterapi rejimi olarak MEID uygulanması (p=0.0192), metastaz bulunması (p=0,0001) ve metastazektomi uygulanması (p=0.0269) bulunmuştur. Nükse etkili faktörler olarak; histopatolojik subtip (p=0.0499), tümörün derin yerleşimi (p=0.0366) ve lenf nodu tutulumu (p-0.0j)00) bulunmuştur. Metastaza etkili faktörler olarak; histopatolojik subtip (p=0.0496), grade (p=0.0363) ve yerleşim yeri (p00.0210) tespit edilmiştir. |
4. | Adölesan ve Genç Erişkin Dönemi Yumuşak Doku Sarkomları Soft Tissue Sarcoma In Adolescents And Young Adults Our Climcal Results Alpaslan Mayadağlı, Mehtap Dalkılıç Çalış, Oktay IncekaraSayfalar 24 - 28 Amaç: Genç erişkinlerde görülen yumuşak doku sarkomları; yerleşim bölgeleri, histolojik tipleri ve tedaviye yanıtları bakımından çocuklarınkinden farklı özellikler taşımaktadır. Radyoterapi, bugünkü yumuşak doku sarkomlarının standart tedavisinde kesin yerini almıştır. Mikrometastazların önlenmesi ve metastazların kontrol altına alınabilmesi için tedavide kemoterapinin yeride sorgulanmaya başlamıştır. Bu çalışmada 1990-1998 tarihleri arasında kliniğimize müracaat eden adölesan ve genç erişkin dönemi yumuşak doku sarkomu tamlı hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: 1990-1998 tarihleri arasında 15-30 yaş arası yumuşak doku sarkomu tanılı 41 hasta kliniğimize müracaat etmiştir. Erkek hasta 25, kadın hasta 16 idi. (Erkek/Kadın: 1.6). 8 hasta fibrosarkoma (%20), 7 hasta leionıyosarkoma (%17), 6 hasta rhabdomyosarkoma‘dır. (%15) Tümörün en sık yerleşim yeri; 13 hasta (%32) alt ekstremdedir. Tümör çapı ortalama 9.5 cnı.dir. 16 hasta stage 4 (%39), 14 hasta stage 3 (%34)tür. En sık akciğer metastazı görülmüştür. 38 hastaya (%93) sistemik kemoterapi, 26 hastaya (%63) radyoterapi uygulanmıştır. Ortalama sağ kalını süresi 31 ay, 2 yıllık sağ kalım oranı %46‘dır. Sonuç: Sağ kalım üzerine etkili faktörler olarak; stage, grade, lenfatik durum, 5 cm.den küçük tümör çapı, ekstremite yerleşimi, metastazektomi uygulanması ve negatif cerrahi sınır durumu bulunmuştur. |
5. | Bakteriyel Enfeksiyonlarda İmmunglobulin Profili The immunglobulin Profile In Bacterial Infections Mustafa Yıldız, Ayşen Kutan, Hülya Tanes Açıkel, Bülent Öztürk, Ebru Em, Sema Karul, Yüksel AltuntaşSayfalar 29 - 31 Amaç: Çalışmamız, çeşitli enfeksiyonlarda ekstrasellüler bakterilere karşı gelişen immun yanıtta humoral savunmanın profilini belirlemeyi amaçlamıştır. Materyal ve Metod: Çalışmamızda ekstrasellüler bakteri ile enfekte 50 olguda humoral immunitenin pratikteki değerlendirilmesi, plazmada IgG, IgM ve IgA parametrelerinin saptanması yoluyla yapılmıştır. Bulgular: Solunum sistemi enfeksiyonu olan 19 vakanın 3’ünde (%15,7) IgG düzeylerinde düşüklük olduğu tesbit edildi. Geri kalan vakaların 3‘ünde IgG ile birlikte IgA da düşüktü. Genitoüriner sistem enfeksiyonu olan 21 vakanın 8‘inde (%38) IgA düzeylerinde yükseklik olduğu tesbit edildi. Bu 21 vakanın 2‘sinde (%9,52) kombine immunglobulin (IgA- IgG, IgA- IgM) yüksekliği mevcuttu. Sonuç: Çalışmamızda solunum ve genitoüriner sistemin bakteriyel enfeksiyonlarında immunglobulin profilinde IgG düzeylerinin düşük olduğu tesbit edildi. IgG defisitinin enfeksiyonun kronikleşmesi ile korelasyonu saptandı. Üriner sistem enfeksiyonu olan olgularda ise, literatürde verilen değerlerin aksine, IgA‘nın yükselen profili tesbit edildi. |
6. | 327 Meme Kanserli Hastanın Retrospektif Analizi Retrospectif Analysis Of 327 Breast Cancer Patients Didem Karaçetin, Ahmet Uyanoğlu, Alpaslan Mayadağlı, Özlem Maral, Oktay IncekaraSayfalar 32 - 36 Amaç: Bu çalışmada meme kanserinde tedavi metodlarını ve sonuçlarını büyük ölçüde etkileyen prognostik faktörler değerlendirildi. Materyal ve Metod: 1987-1995 yılları arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine meme Ca tanısı alarak başvuran, tedavi uygulanan ve bir yıldan uzun takibi olan 327 hasta yaş dağılımlarına, histolojik tiplerine, evrelerine, yerleşim yerlerine, aksiller lenfnodu tutulumuna, tümör büyüklüğüne göre incelenmiştir. Bulgular: Hastaların yaş gruplarına göre dağılımında en sık 35-50 yaş grubu (%44) ve sonra 51-65 yaş grubu (%36) gözlenmiştir. Menopoz durumlarına göre %52.3‘ü postmenopozedir. Histolojik sınıflandırmada en sık itıvaziv duktal Caya (%64.8) rastlanmıştır. Evrelere göre dağılımda evre 1 15 hasta, evre 2 188 hasta, evre 3 111 hasta, evre 4 9 hasta olarak saptanmıştır. Sonuç: Meme kanserinde prognostik faktörler tedavi metodlarını saptamada önemlidir. En önemli prognostic faktörler arasında; aksiller lenf nodu tutulumu, tümör büyüklüğü, histolojik tip, hasta yaşı, steroid reseptör durumları sayılabilir. |
7. | Genç erişkenlerde antikardiolipin antikor düzeylerinin akut myokard infarktüsü ve koroner risk faktörleri ile ilişkisi Relationship Between Anticardiolipin Antibody Levels and Acute Myocardial Infarction and Coronary Risk Factors in Young Adults Yahya Öztürk, Taner Baştürk, Ülkü Kerimoğlu, Çiğdem Yazın Ersoy, Yüksel AltuntaşSayfalar 37 - 42 AMAÇ: Genç yaşta myokard infarktüsü geçirenlerde risk faktörleri ve antikardiolipin antikorlarla ilişkisi MATERYAL VE METOD: 35 Akut Mİ geçiren hasta grubu ve Mİ geçirmemiş 22 kontrol grubu arasındaki risk faktörleri ve antikardiolipin antikor düzeyleri karşılaştırıldı.Hastalar 16-45 yaş aralığında olup Şişli Etfal ve Haseki Kardiyoloji yoğun bakını ünitesine yatırılan kesinleşmiş Mİ geçiren grup seçildi.Hasta grubu MI kriterlerinden (klinik,EKG,enzim) en az ikisini içeriyordu, BULGULAR: Çalışma grubunda 14 hastada antikardiolipin pozitifliği varken kontrol grubunda sadece 3 olguda pozitiflik tespit edilmiştir.Antikardiolipin pozitifliği ile post MI komplikasyon gelişimi arasında anlamlı ilşki bulunmamıştır.Çalışma ve kontrol grubunda fibrinojen değerleri,total kolesterol,HDL,LDL kolesterol değerleri ve sigara içimi bakımından aralarında istatistiksel fark bulunmuştur.(p<0.005). SONUÇ: Antikardiolipin antikor düzeyi ile akut nıiyokard infarktüsü arasında bir ilişki olduğu sonucuna vardık. |
8. | Tip II Diabetes Mellitus’da Hepatit B ve C virüs İnfeksiyonu sıklığının Araştırılması Hepatitis B and C Virus Infection Frequency in type II Diabetes Mellitus Yahya Öztürk, Taner Baştürk, Fatma Çalka, Murat Içen, Bülent Öztürk, Sema Karul, Yüksel AltuntaşSayfalar 43 - 47 AMAÇ: Tip II DM ile Hepatit B ve Hepatit C sıklığı arasındaki ilişkiyi araştırmak. MATERYAL VE METOD: 120 Tip II DM ve 60 kontrol grubu alındı.Her iki grupda Anti HBsAg, HBsAg, Anti HBc, And HCV markerlarına bakıldı.Diabetik hastalar: 1) HBs Ag, Anti-HBs, Anti HBc ve Anti HCV markerlarından herhangi birinin veya daha fazlasının pozitif olup olmamasına göre marker (+) ve (-), 2)HbsAg’n ‘ın bulunup bulunmaması göre HbsAg (+), (-) ve 3) Anti HCV varlığına (+),(-) olarak iiç ayrı şekilde gruplandırılarak traıısaminaz düzeyleri karşılaştırdık. BULGULAR: Hasta ve kontrol grubunda sırasıyla HbsAg 8 kişide (%6,7), 3 kişide (%5), Anti HbsAb 38 kişide (%31,7), 22 kişide (%36,7) Anti HCV4 kişide ( %3,3 ), Ikişide (%1,7) tespit edildi. Aralarında istatistiksel bir fÜrk bulunmadı. Marker pozitif hasta grubunda traıısaminaz seviyesi sayısal ve ortalama yönlerinden anlamlı olarak yüksek bulundu. SONUÇ: Diabetik hastalarda HBV ve HCV enfeksiyonunun non diabetiklerden daha sık olmadığı düşüncesine vardık. Ancak bu hastalar, daha çok tıbbi müdahaleye maruz kaldıkları için girişimler sırasında hijyenik kurallara azami dikkat edilmesi ve DM’ lıı hastalarda transaminazı yüksek olanların mutlaka hepatit B ve C yönünden incelenmesi gerektiğine inanıyoruz. |
9. | NIDDM’Lİ hastalarda açlık total homosistein düzeyi ile İskemik Kalp Hastalığı ve proteinüri arasındaki ilişki Relationship Between Fasting Total Levels and Ischemic Heart Disease and Proteinuria in NIDDM Patients Taner Baştürk, Yahya Öztürk, Sema Karul, Yüksel AltuntaşSayfalar 48 - 52 AMAÇ: Yükselmiş total homosistein konsantrasyonu ile nefropatili TİP II DM’li hastalarda artmış kardiyovasküler morbidité ve mortalité arasındaki ilişkiyi açıklamak için homosistein‘in potansiyel bir aday olup olmadığım göstermeyi amaçladık. MATERYAL VE METOD: 44 TİP II DM hasta çalışmaya alındı.Hastalar 3 gruba ayrılarak, gruplar arasında homosistein, kreatinin,trigliserid, kolesterol, LDL, HDL, HbAIc arasındaki ilişki karşılaştırıldı. BULGULAR: Her üç grubun homosistein değerleri karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel bir farklılık saptanmış olup (p0.05) SONUÇ: Iskemik kalp hastalığı ve/veya proteinürisi olan NIDDM’li hastalarda homosistein düzeyi yüksek saptanmıştır. Diabetik hasta teşhis, tedavi ve takip eden kardiyovasküler morbidité ve mortalité riskini düşürmeyi amaçlayan hekimlerin tedavi edilebilir bağımsız bir risk faktörü olan hiperlıomosistein’ eminin farkında olmaları gerektiğini tespit etmeyi amaçladık. |
10. | Artroskopi Sonrası İntraartiküler Morfin-Bupivakain Kombinasyonunun Analjezi ve Erken Mobilizasyona Etkileri The Effects Of Morphine-Bupivacaine Combination On Postoperative Analgesia And Early Mobilisation G. Ulufer Sivrikaya, O. Tuğrul Eren, Mustafa Tekkeşin, Ayşe Hancı, Ünal KuzgunSayfalar 53 - 57 Amaç: Artroskopik cerrahi yapılacak 40 hasta randomize olarak 2 gruba ayrılarak, intraartiküler morfin-bupivakain kombinasyonunun postoperatif ağrı ve erken mobilizasyona etkileri değerlendirildi. Materyal ve Metod: Operasyon sonunda Grup I‘deki hastaların dizlerine intraartiküler olarak 30 ml izotonik NaCl solüsyonu içinde 3 mg morfin-%0.25 konsantrasyonda 75 mg bupivakaiıı kombinasyonu, Grup ll‘deki hastalara yalnızca 30 ml NaCl solüsyonu verildi. Postoperatif dönemde 1., 2., 4., 8., 12. ve 24. saatlerde Visüel Analog Skala (VAS) ve 2.- 7. günlerde sabah-akşam VAS ve Yürüme Skalası (YS) ile ağrı takibi yapıldı. Hastaların analjezik ihtiyaçları, koltuk değneksiz yürüyebilme zamanları, yan etkiler tespit edildi. Bulgular: Postoperatif dönemde VAS grup I‘de grup II‘ye göre tüm saatlerde düşük olarak saptandı. Grup ll‘de postoperatif 4.saatte grup ¡‘den farklı olarak analjezik ihtiyacı oluştu. 2. ve 7. günler arasında grup I’de VAS ve YS değerleri grup II‘ye göre anlamlı olarak düşüktü. Toplam analjezik kullanımı grup ll‘de anlamlı olarak yüksekti. Postoperatif erken mobilizasyon etkileri incelendiğinde; koltuk değneksiz yürüyebilme süresi grup I‘de grup II‘ye göre anlamlı olarak daha kısaydı. Toplam analjezik tüketimi grup ll‘de grup I‘e göre anlamlı olarak yüksekti. Yan etkiler bakımından gruplar arasında fark gözlenmedi. Sonuç: Artroskopik girişim sonrası intraartiküler analjezik uygulanımının, postoperatif ağrıyı kontrol etmede ve hastaların normal aktivitelerine dönüşlerinde etkili bir yöntem olduğu sonucuna varılmıştır. |
OLGU SUNUMU | |
11. | Bir Karsinoma Erizipeloides Olgusu A case of Carcinoma Erysipeloides Ilknur Kıvanç Altunay, Şükran Kahveci, Tuğba Rezan Ekmekçi, Gonca Gökdemir, Adem Köşlü, Tülay BaşakSayfalar 58 - 60 Karsinoma Erizipeloides, selülit veya erizipel benzeri belirgin sınırlı eritematöz plak şeklinde kendini gösteren nadir bir kutanöz metastaz formudur. En sık meme kanserinde görülmekle beraber melanoma, akciğer, över, kolon ve pankreatik tümörlerle de birlikte olabilir. Bu olgularda klinik progressif olup beklenilen yaşam süresi ortalama 2 yıldır. Bu tür karsinomlar inflamasyon bulguları sergilemeleri nedeni ile tanısal zorluk yaratabilirler. Biz, 14 yıllık meme kanseri olan ve karsinoma erizipeloides şeklinde nüks gösteren bir hasta sunuyoruz. |
12. | Torasik Çıkış Bası Sendromu Thoracic outlet Compression Syndrome Mehmet Tezer, Mustafa Tekkeşin, O. Tuğrul Eren, Ünal KuzgunSayfalar 64 - 66 Omuzun ve üst ekstremitenin nörovasküler yapılarına bası, lokal bir travma veya sporculardaki gibi tekrarlayıcı aktivite sonucu gelişebilir. Sporcuların omuzlarında alışılmadık hareketler normal anatomik yapıyı patolojik hale getirir ve nörovasküler yapılara bası yaparak semptom oluşturur. Basıya uğrayan damar ve sinirlerin durumuna ve bası yerine göre semptomlar oluşur. Bu semptomlar ekstremitede halsizlikten hipoesteziye, hatta kan akımının kaybına kadar değişir. Özgün anatomik yapının basısına bağlı spesifik sendromlar oluşur; Bunlardan en önemlisi torasik çıkış sendromudur (TÇS). Sporcularda veya kollarını sürekli başının üstünde tutarak çalışan işçilerde üst ekstremde ağrısı varsa, ayırıcı tanıda omuzun nörovasküler bası sendromları mutlaka düşünülmelidir. |