EDITÖRDEN | |
1. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) Front Matter Sayfalar I - X |
DERLEME | |
2. | Persistan ve Rekürren Primer Hiperparatiroidizm: İntraoperatif Tamamlayıcı Yöntemler, Cerrahinin Temel Prensipleri, Diğer Tedavi Seçenekleri Persistent and Recurrent Primary Hyperparathyroidism: Intraoperative Supplemental Methods, Basic Principles of Surgery, and Other Treatment Options Mehmet Uludag, Mehmet Kostek, Mehmet Taner Unlu, Ozan Caliskan, Nurcihan Aygun, Adnan IsgorPMID: 37899818 PMCID: PMC10600637 doi: 10.14744/SEMB.2023.47701 Sayfalar 143 - 152 Reoperatif paratiroid cerrahisi deneyimli cerrahlar için bile zordur. Kür oranları primer cerrahiye göre daha düşüktür. İyi anatomik ve embriyolojik bilgi önemlidir. Ameliyat öncesi kapsamlı bir cerrahi strateji planlanmalıdır. Olası komplikasyonlardan kaçınmak için odaklanmış paratiroid cerrahisi yapılabilmesi amacıyla gözden kaçan bezi bulmak için ameliyat öncesi görüntüleme yöntemleri kullanılmalıdır. Önemli gelişmelerden birisi gözden kaçan paratiroid bezlerinin bulunmasına yönelik yeni yardımcı yöntemlerdir. Cerrahi başarı oranını artırmak için ortotopik ve olası ektopik yerleşimler cerrah tarafından iyi bilinmelidir. Reoperatif paratiroid cerrahisi, primer paratiroid cerrahisine kıyasla farklı bir yaklaşım gerektirir. Tiroid bölgesine giriş için kesi ve yolun seçimi, yardımcı yöntemlerin kullanımı ve intraoperatif sinir monitörizasyonu temel prensiplerdir ve ayrıca titiz bir diseksiyon gerektirir. Cerrahi kür elde etmek zordur ve yüksek cerrahi dikkat gerektirir. Postoperatif komplikasyon oranları primer paratiroid cerrahisine göre daha yüksektir. Ameliyat olamayan bir hastada diğer tedavi yöntemleri ve medikal tedavi seçenekleri değerlendirilebilir. (SETB-2023-06-100) |
3. | Prostat Görüntülemede Güncel Teknikler State-of-the-art Prostate Imaging Hakan Ayyildiz, Artur Salmaslioglu, Atadan Tunaci, Sukru Mehmet ErturkPMID: 37899806 PMCID: PMC10600631 doi: 10.14744/SEMB.2023.77910 Sayfalar 153 - 162 Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanserlerden biridir. Prostat spesifik antijen testi, parmakla rektal muayene veya transrektal ultrasonografi gibi tanı yöntemleri bulunmakla birlikte manyetik rezonans görüntüleme prostat kanserinde doğru ve tekrarlanabilir bir tanı yöntemi olarak önemli bir role sahiptir. Ayrıca hedefe yönelik biyopsilere ve son zamanlarda daha çok kullanılan lokal tedavi yöntemlerine kılavuzluk etmesi önemini daha da arttırmaktadır. Teknik zorluklar, hastanın tolere edememesi ve yorumlamadaki güçlükler nedeniyle “Prostate Imaging Reporting and Data System (PI-RADS)” hasta hazırlığı ve manyetik rezonans görüntüleme teknikleri için öneriler sunmaktadır. Bununla birlikte doğru tanı oranını ve görüntü kalitesini arttırmak için teknikler geliştirilmeye devam etmektedir. Bu makalede çekimden önce hasta hazırlığı ve teknikler detaylarıyla tartışılmıştır. Ayrıca bi-parametrik manyetik rezonans görüntüleme, radiomiks, T1 ve T2 haritalama gibi yeni tekniklere de değinilmiştir. (SETB-2022-12-262) |
4. | Parkinson Hastalığında Hipokinetik Dizartri: Geleneksel Bir Derleme Hypokinetic Dysarthria in Parkinson’s Disease: A Narrative Review Merve Sapmaz Atalar, Ozlem Oguz, Gencer GencPMID: 37899809 PMCID: PMC10600629 doi: 10.14744/SEMB.2023.29560 Sayfalar 163 - 170 Parkinson hastalığının (PH) seyri sırasında, genellikle hipokinetik dizartri olarak adlandırılan konuşma bozuklukları dahil olmak üzere çok sayıda motor ve motor olmayan semptom ortaya çıkar. PH, bu tip dizartrinin en yaygın nedenidir. Parkinson hastalarının yaklaşık %90'ında, hastalık ilerledikçe şiddetlenen ve diğer insanların PHli kişiyi anlamasını çok zorlaştıran hipokinetik dizartri görülür. Bu bozukluk, monoton konuşma, azalmış ve tekdüze ses şiddeti, azalmış vurgu, nefesli veya boğuk ses kalitesi, konuşma hızında artış, fonemlerin hızlı tekrarı ve bozulmuş ünsüz üretimi ile karakterizedir. Bununla birlikte, hastalarda kendi ses şiddetlerini yanlış algılama ve konuşma sorunlarına ilişkin farkındalıklarının azalması gibi duyusal semptomlar da gözlenebilir. PH'deki hipokinetik dizartri, yalnızca nigrostriatal yoldaki dopamin dejenerasyonundan değil, aynı zamanda motor ve somatosensori sistemlerdeki bozulmalardan da kaynaklanabilir. Hipokinetik dizartrili Parkinson hastalarında fonasyon, artikülasyon, respirasyon, rezonasyon ve prozodi gibi tüm konuşma bileşenleri dikkatle değerlendirilmelidir. Tıbbi öykü alma, oral motor değerlendirme, konuşma özelliklerinin algısal değerlendirmesi, anlaşılırlık, verimlilik ve iletişime katılım, değerlendirmenin bir parçası olmalıdır. Konuşma bileşenlerinin özelliklerini ve anlaşılırlığını değerlendirmek için maksimum fonasyon süresi, diadokokinetik hız, cümleleri, kelimeleri ve pasajları okuma, resimleri tanımlama ve spontan konuşma görevleri kullanılır. Değerlendirme, fizyolojik ve akustik yöntemlere ek olarak görüntüleme yöntemlerini de içermelidir. Konuşma terapisi tipik olarak PH'deki konuşma problemlerinin başlıca tedavisidir. PH ile ilişkili hipokinetik dizartrinin yönetimi temel olarak konuşmacı odaklı ve iletişim odaklı stratejilere odaklanır. Kullanılan stratejilerin yanı sıra, şiddetli dizartrisi olan hastalarda Alternatif ve Destekleyici İletişim Sistemleri (ADİS) de tercih edilmektedir. Kanıta dayalı bir program olan Lee Silverman Ses Terapisi LOUD (LSST LOUD) programı ile ses şiddeti, anlaşılırlık ve ses algısı önemli ölçüde iyileştirilebilir. Farmakolojik ve cerrahi tedavi yaklaşımlarının konuşmayı iyileştirmede yararlı etkisi kanıtlanmamıştır. Derin beyin stimülasyonu, hastalık ilerledikçe konuşmanın bozulması riskini taşıyabilir. (SETB-2022-12-273) |
5. | Bronkopulmoner Displazinin Tedavisinde veya Önlenmesinde Doğum Sonrası Kortikosteroidlerin Rolü Role of Postnatal Corticosteroids in the Treatment or Prevention of Bronchopulmonary Dysplasia Ali Bulbul, Tolga Bacak, Hasan AvsarPMID: 37899802 PMCID: PMC10600625 doi: 10.14744/SEMB.2023.80688 Sayfalar 171 - 181 Yaşatılabilen düşük doğum ağırlıklı preterm bebeklerin sıklığı arttıkça bu bebeklerde görülen en önemli morbiditelerden biri olan bronkopulmoner displazi (BPD) sıklığı da artmaktadır. BPD gelişimini azaltmak için günümüzde postnatal steroid kullanımı tam olarak aydınlatılamamıştır. Mevcut veriler değerlendirildiğinde günümüzde BPD gelişimini azaltmak için tüm önleme stratejilerinin yanında steroid tedavisinin yaşamın ilk haftasında kullanımının olumsuz nöromotor gelişime neden olduğu bilinmektedir. Postnatal dönemde mekanik ventilatöre bağımlı olan bebeklerde deksametazonun düşük dozda 8-49 günleri arasında uygulanması önerilebilir. Erken dönemde hidrokortizon kullanımının olumsuz nöromotor gelişime neden olmadığı, ancak BPD gelişimini deksametazon kadar önleyemediği görülmektedir. BPD gelişimini azaltmada her ünitenin kendi postnatal steroid uygulama protokolünü oluşturarak, BPD gelişim skala skorunun >%60-65 olduğu durumda, en düşük dozu kullanma hedefiyle, steroid kullanması en uygun yaklaşım olacaktır. (SETB-2023-01-024) |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
6. | Hasta Özellikleri ve İnflamatuar Belirteçlerin Skorlama Sistemine göre Akut Pankreatitte Prognoz ile İlişkisi: Gerçek Yaşam Verileri Prediction of Prognosis Acute Pancreatitis with Inflammatory Markers and Patient Characteristics Compared to the Scoring System: Real-Life Data Cagatay Ak, Resul Kahraman, Suleyman Sayar, Ebru Tarikci Kilic, Gupse Adali, Kamil OzdilPMID: 37899813 PMCID: PMC10600632 doi: 10.14744/SEMB.2022.42966 Sayfalar 182 - 188 Giriş/Amaç: Akut pankreatit (AP), morbidite ve mortalite oranı yüksek inflamatuar bir hastalıktır. Gastrointestinal sistem hastalıkları arasında en sık hastaneye yatış nedenlerinden biridir. AP'nin şiddetini öngören klinik faktörler ve inflamatuar markerlar hasta yönetimi için çok önemlidir. Bu çalışma, AP'nin şiddeti ile ilişkili faktörleri analiz edecektir. Metot/Dizayn: Çalışma AP tanılı 514 hastadan oluşmaktadır. Hastaların demografik özellikleri, eşlik eden hastalıkları, AP etiyolojisi, vücut kitle indeksi (VKİ), sigara kullanımı, başvuru sırasındaki kan; amilaz, lipaz, lökosit, nötrofil, lenfosit, C-reaktif protein (CRP), ortalama trombosit hacmi (MPV), eritrosit dağılım genişliği (RDW), albumin, kalsiyum ve 48. saatteki CRP değerleri kaydedildi. Akut Pankreatitte Hasta Başı Şiddet İndeksi (BISAP), Ranson skoru, nötrofil-lenfosit oranı (NLR) ve trombosit-lenfosit oranı (PLR) değerleri hesaplandı ve kaydedildi. Bu parametreler ile Atlanta sınıflamasına göre AP şiddeti arasındaki ilişki analiz edildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 55±17.8 idi. Hastaların yarısından fazlası kadındı (n: 272, %52,9). Biliyer nedenler en sık etiyolojik nedenlerdi (n: 299, %58,2). Hastaların çoğunda hafif pankreatit vardı (n: 416, %80.9). AP şiddeti tütün kullanımı, yüksek BMI, trombositoz, yüksek NLR, yüksek PLR, yüksek 48. saat CRP, hipoalbüminemi, hipokalsemi, aspartat aminotransferaz/alanin aminotransferaz oranı (AST/ALT oranı), yüksek Ranson ve BISAP skorları ile ilişkili olduğu bulundu. Sonuç: Erken dönemde hızlı sonuç veren biyokimyasal belirteçler AP'nin şiddeti hakkında bilgi verebilir. Bu parametreleri birleştirerek yeni skorlama sistemleri geliştirilebilir. (SETB-2022-07-167) |
7. | Oral Motor Uyarı Egzersizlerinin Prematüre Bebeklerde Beslenme Becerileri Üzerine Etkisi ve Beslenme Becerilerinin Değerlendirilmesi Evaluation of the Effect of Oral Motor Stimulation Exercises on Feeding Skills in Premature Infants Funda Yavanoglu Atay, Hilal Berber Ciftci, Ozlem Sahin, Omer Guran, Derya Colak, Nazife Reyyan Gok, Burcu Karakol Erdem, Ilke Mungan AkinPMID: 37899803 PMCID: PMC10600621 doi: 10.14744/SEMB.2022.96562 Sayfalar 189 - 194 Amaç: Preterm bebeklerin oral yolla beslenmesi, oral-motor gelişim, nörolojik, kardiyorespiratuar ve gastrointestinal sistemlerin etkileşiminden oluşan, karmaşık ve dinamik bir süreçtir. Preterm bebeklere uygulanan oral motor uyarı (OMU); dudak, çene, dil, yumuşak damak gibi orofarengeal mekanizmayı el yardımı ile uyaran motor stimülasyonlardır ve beslenme becerilerini arttırmaya yönelik uygulanır. Bu çalışmada, preterm bebeklerde başarılı ve güvenli bir oral beslenme deneyiminin oluşmasını sağlamak için uygulanan OMU egzersizlerinin emme yutma becerileri üzerine etkisini değerlendirmek ve bebeklerin oral beslenmeye hazır olduklarını değerlendirmek için objektif ölçeklerin kullanılabilirliğini göstermeyi amaçladık Gereç ve Yöntem: Tek merkezli, prospektif, kohort çalışmaya 1 Haziran-31Aralık 2020 tarihleri arasında yatarak tedavi gören ≤34 hafta doğan, prematüre bebekler dahil edildi. Dil ve konuşma terapisti (DKT) tarafından hastalara haftada beş gün, günde bir kez OMU uygulandı. İki farklı ölçekle gelişim takibi yapılarak taburculuğa kadar izlendi. Oral beslenme becerisi (OFS) değerlendirmesi ve besleyici olmayan emme (NNS) skorlaması deneyimli DKT tarafından haftalık olarak değerlendirildi. Bulgular: Toplam 50 bebek çalışmaya alındı. Hastaların ortalama doğum ağırlığı 1376,9±372 g, ortanca gestasyon haftası 30 hafta (25-34) olarak bulundu. Hastaların OMU’nun 5. Gün ve 10. Gününde OFS evrelendirmeleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir artış olduğu bulundu (p<0.00). Aynı şekilde hastaların başlangıç NNS ile 5. ve 10. Gün skorları karşılaştırıldığında başlangıca göre anlamlı olarak skorun düzeldiği görüldü. Sonuç: Preterm bebeklerde tüple beslenmeden oral beslenmeye geçişte OMU ile beslenme becerileri artmaktadır. (SETB-2022-07-168) |
8. | Mide Kanserinde Genel Sağkalım Tahmininde Preoperatif Bilgisayarlı Tomografi Özelliklerinin Önemi: Retrospektif Bir Analiz The Significance of Preoperative Computed Tomography Features in the Prediction of Overall Survival in Gastric Cancer: A Retrospective Analysis Inci Kizildag Yirgin, Izzet Dogan, Sezai Vatansever, Sukru Mehmet ErturkPMID: 37899816 PMCID: PMC10600626 doi: 10.14744/SEMB.2023.63373 Sayfalar 195 - 203 Amaç: Bilgisayarlı tomografi (BT), mide kanserinin preoperatif değerlendirilmesinde evrelemede sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Amacımız, mide kanseri nedeniyle ameliyat edilen hastalarda preoperatif BT bulgularının genel sağkalımı (OS) öngörmedeki rolünü değerlendirmektir. Materyal-Metod: Ameliyat öncesi BT çekilen 101 mide kanseri hastası (68 erkek, 33 kadın; yaş aralığı, 29-82 yıl; medyan, 61 yıl) retrospektif olarak değerlendirildi. İki radyolog, tümörün invazyon derinliğini (T evresi), patolojik lenf nodlarının sayısını (N evresi), lezyonun en uzun çapını, tümörün lokalizasyonunu ve tümörün arteriyel ve venöz fazlardaki dansite değerlerini ölçmek için multiplanar rekonstrüksiyon görüntülerini değerlendirdi. Postoperatif patoloji bulguları, rezeksiyon durumu (R0, R1), patolojik T evresi, N evresi, derece, histopatolojik alt tipi kaydedildi. BT kaynaklı tüm parametreler ve OS ile ilişkili klinikopatolojik değişkenler tek değişkenli analiz ile analiz edildi, bunu çok değişkenli ve alıcı operatör özellikleri (ROC) analizi izledi. Bulgular: Çok değişkenli cox regresyon analizi, preoperatif BT bulgularının hiçbirinin OS ile ilişkili olmadığını gösterdi. Rezeksiyondan sonra, sağkalım oranı R1 ve yüksek gradeli gruplarda R0 ve düşük gradeli gruplardan daha kötüydü (sırasıyla p: 0.001, p: 0.005). BT görüntülemede N evresi ile lezyonun en uzun çapı ve R1 rezeksiyonu doğru bir şekilde öngördü (sırasıyla AUC, 0.697; duyarlılık, %63; özgüllük, % 88, AUC,0.734; duyarlılık, % 18; özgüllük, % 76). Sonuç: R1 rezeksiyon ameliyat edilen mide kanserinde daha düşük OS ile ilişkilidir. Tümörün uzun çapı ve patolojik lenf nodu sayısı da dahil olmak üzere BT bulguları R1 rezeksiyonunu öngörebilir. (SETB-2022-08-187) |
9. | Yenidoğan yoğun bakım ünitesindeki kandidal enfeksiyonlar: retrospektif gözlemsel bir çalışma Candidal Infections in the Neonatal Intensive Care Unit: A Retrospective Observational Study Gaffari Tunc, Arife Toksoz, Fatih KilicbayPMID: 37899817 PMCID: PMC10600624 doi: 10.14744/SEMB.2023.36037 Sayfalar 204 - 209 Amaç: Yenidoğan yoğun bakım ünitemizde (YYBÜ) Candida spp. sepsisi nedeniyle takip ve tedavi edilen bebeklerin demografik özelliklerini, risk faktörlerini, mortalite oranlarını ve laboratuvar bulgularını retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Metod: Yenidoğan yoğun bakım üniterlerinde çok merkezli, retrospektif olarak, 1 Kasım 2019–1 Eylül 2022 yılları arasında, kan kültüründe Candida spp. üremesi olan hastalar çalışmaya alındı. Candida albicans(C.albicans) üreyenler (Grup 1) ve Candida Non-albicans üreyenler (Grup 2) şeklinde iki gruba ayrılarak incelendi. Bulgular: Candida enfeksiyon sıklığı %1,6 olarak saptandı. İleri preterm bebeklerde ise %57 oranında saptandı. Grup 1’de normal doğumun daha yüksek olduğu saptandı. Grup 2’de ise hastanede kalış süresinin, Total Parenteral Beslenme (TPN) ve mekanik ventilasyon (MV) süresinin daha uzun olduğu saptandı. Ölüm oranı %35 olarak saptandı ve bu hastaların %65’ inde ek anomali eşlik etmekte idi. Laboratuvar verileri arasında her iki grupta da anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Sistemik Candida enfeksiyonunu önlemek için hamile kadınların vajinal kandidiyazis açısından taranması gerekir. Uzamış MV, TPN vb. fungal sepsis insidansını arttırır. Bunu önlemek için hastanede kalış süresinin kısaltılması ve etkin tarama programları önerilir. (SETB-2022-11-243) |
10. | Fiziksel Aktivitenin Yaşlılarda Prostat Kanseri Teşhisi ve Prostatektomi Sonrası Fonksiyonel Sonuçlara Klinik Etkisi The Clinical Impact of Physical Activity on the Diagnosis of Prostate Cancer and Postprostatectomy Functional Outcomes in the Elderly Ozgur Kazan, Mustafa Kaan Akalin, Meftun Culpan, Gokhan Atis, Asif YildirimPMID: 37899799 PMCID: PMC10600627 doi: 10.14744/SEMB.2023.32549 Sayfalar 210 - 215 Amaç: Fiziksel aktivitenin prostat kanseri üzerindeki etkisi tartışmalıdır. Fiziksel aktivitenin prostat kanseri tanısı ve radikal prostatektomi sonrası fonksiyonel sonuçlara etkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve yöntemler: 2019-2020 yılları arasında prostat biyopsisi yapılan 166 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların fiziksel aktivite skorları işlem öncesinde yaşlılar için fiziksel aktivite ölçeği (PASE) anketi ile değerlendirildi. PASE skorları prostat kanseri olan ve olmayan hastalar ile kanserin lokal ve metastatik agresifliği arasında karşılaştırıldı. Radikal prostatektomi yapılan hastalar, fiziksel aktivitenin erektil disfonksiyon (ED) ve üriner inkontinans (UI) üzerindeki etkisini analiz etmek için 12 ay boyunca takip edildi. Bulgular: PASE skorları açısından prostat kanseri olan ve olmayan hastalar arasında anlamlı bir fark yoktu (187,7 vs 195,5, p= 0,665). D'Amico risk sınıflandırmasına ve metastatik olaylara göre ayrıldığında PASE skorları yine benzerdi. Radikal prostatektomi uygulanan 27 hasta cerrahinin ilk yılında fonksiyonel sonuçlar açısından değerlendirildi. Şiddetli ED'li hastaların PASE skorları hafif-orta ED'den daha düşüktü, ancak istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi (197,0 vs 268,5, p= 0,267). Kalıcı inkontinansı olan hastaların genel olarak kontinan hastalara göre önemli ölçüde daha düşük bir PASE skoru vardı (128,3 vs 271.1, p=0,001) ve PASE skoru radikal prostatektomiyi takiben üriner inkontinansın tek bağımsız öngördürücüsüydü. Sonuç: Fiziksel aktivitenin prostat kanseri gelişimi veya agresifliği üzerindeki etkisi belirlenemedi. Fiziksel aktivite, radikal prostatektomiyi takiben üriner inkontinans riskinin azalmasıyla ilişkilendirildi. (SETB-2022-11-245) |
11. | Sağlık Çalışanlarında COVID-19 Aşılarının Antikor Yanıtı: Hangisi Daha Başarılı? Homolog mu Heterolog mu? Antibody Response to COVID-19 Vaccines in Healthcare Workers: Which One is More Successful? Homologous or Heterologous? Zehra Cagla Karakoc, Didem Tascioglu, Bulent Ediz, Musa Caglan, Veysel Sabri Hancer, Tolga Simru Tugrul, Binnur Pinarbasi SimsekPMID: 37899804 PMCID: PMC10600628 doi: 10.14744/SEMB.2023.48264 Sayfalar 216 - 223 Amaç; COVID-19 aşılamasının sağlık çalışanlarda oluşturduğu antikor yanıtı ve antikor yanıtına etki eden faktörlerin irdelenmesi amaçlandı. Yöntemler; Çalışmamız COVID-19 pandemisi başında prospektif dizayn edilip analizi retrospektif yapılan, tek merkezli, gözlemsel bir çalışma olup, 103 sağlık sağlık çalışanını içermektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen program dahilinde ilk iki doz CoronaVac aşısı rutin olarak uygulanırken, üçüncü doz gönüllülerin tercihine bağlı olarak BioNTech veya CoronaVac (heterolog veya homolog aşılama) olarak yapıldı. İki doz CoronaVac aşılaması sonrası birinci, beşinci ayda ve üçüncü doz aşılama (homolog/heterolog) sonrası birinci ayda alınan tüm serum örneklerinde SARS-CoV-2’ye karşı antikor düzeyi enzim bağlantılı immünosorbent testi AESKULISA® SARS-CoV-2 S1 IgG (AESKU DIAGNOSTICS, Wendelsheim, Germany) kullanılarak bakıldı. Bulgular; Gönüllülerde ortalama yaş 39.98±11.31 olup, %62.1’ini kadınlar oluşturuyordu ve %54,4’üne komorbid hastalık eşlik ediyordu. İki doz CoronaVac sonrası birinci ayda antikor titresi ortalama 49.50±33.15 U/ml [seropozitiflik %86] ve beşinci ayda antikor titresi ise yaklaşık yüzde elli azalmış olarak ortalama 24.01±33.48 U/ml [seropozitiflik %49.5] olarak belirlendi. Homolog veya heterolog aşılama fark etmeksizin üçüncü doz aşılama sonrası birinci aydaki antikor düzeyi ortalama 162.44±68.71 U/ml olarak belirlendi. Üçüncü doz aşılamasını homolog olanlarda antikor titresi ortalama 59.73±60.20 U/ml ve heterolog olanlarda ise antikor titresi ortalama 185.07±46.28 U/ml olarak saptandı (p<0.001). Komorbiditeleri olanlarda üçüncü doz aşılama sonrası antikor düzeyinin istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunduğu belirlendi (p<0.05). Sonuç; T.C. Sağlık Bakanlığı ilk aşı uygulamaları programı kapsamındaki verileri yansıtan çalışmamız aşılama sonrası antikor cevabının heterolog aşılamada homolog aşılamaya göre daha iyi olduğunu göstermiştir. Ayrıca iki doz inaktif aşılama sonrası beşinci ayda antikor düzeyinin yaklaşık %50 oranında azalması da literatür ile uyumludur. Cinsiyet, yaş, vücut kitle indeksi, sigara kullanımı gibi faktörlerin homolog ve heterolog aşılama üzerinde istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturmadığı gösterilirken, üçüncü doz aşı sonrası komorbiditesi olanlarda antikor düzeyinin anlamlı düzeyde azaldığı gösterilmiştir. (SETB-2023-01-010) |
12. | Çocuk ve Adölesanlarda Differansiye Thyroid Kanseri: Çocuk Endokrinoloji Ünitemizde Takip Edilen 32 Hastanın Klinik ve Patolojik Özellikleri Differentiated Thyroid Cancer in Children and Adolescents: Clinicopathological Characteristics of 32 Patients Followed up in our Pediatric Endocrinology Unit Aydilek Dagdeviren Cakir, Feride Tahmiscioglu Bucak, Gurkan Tarcin, Hande Turan, Rahsan Ozcan, Olcay Evliyaoglu, Levent Kabasakal, Oya ErcanPMID: 37899815 PMCID: PMC10600638 doi: 10.14744/SEMB.2023.09216 Sayfalar 224 - 231 Amaç: Bu çalışma ile merkezimizde diferansiye tiroid kanser (DTK) tanısı ile takip edilen hastaların klinik ve patolojik özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır Yöntem: 2001-2017 yılları arasında DTK tanısı ile çocuk endokrinolojisi kliniğimizde izlediğimiz 32 çocuk ve ergen çalışmaya alındı. DTK'li hastalarımızı 10 yaşından büyük olup olmamalarına göre iki gruba ayırdık ve klinik ve patolojik özelliklerini karşılaştırdık. Bulgular: Hastaların ortalama başvuru yaşı 11,2±4 yıl idi. Kadın erkek oranı 7 (28: 4) idi. Hastaların %90,6'sında (n=29) tanı papiller tiroid kanseri (PTK) idi. Lenf nodu ve pulmoner metastaz sıklığı sırasıyla %53,1 ve %21,8 idi. Gruplar arasında cinsiyet, başlangıçtaki klinik bulgular ve tümör histopatolojileri açısından fark yoktu. Ortalama tümör boyutu genç yaş grubunda daha büyüktü (p=0,008). Ancak lenf nodu ve pulmoner metastazlar açısından iki grup arasında fark yoktu. Tümör saldırganlığının patolojik parametreleri lenfovasküler invazyon dışında gruplar arasında benzerdi. Lenfovasküler invazyon genç yaş grubunda daha sıktı (p=0,01). Lenf nodu ve pulmonerr metastazı olan hastalarda ekstratiroidal yayılım ve lenfovasküler invazyon görülme oranı daha yüksekti. Sonuç: Papiller tiroid kanseri en sık görülen DTK idi ve hastalarda önemli oranlarda lenf nodu ve akciğer metastazı vardı. On yaşından küçük olgularımızda tümör boyutu daha büyüktü ve lenfovasküler invazyon daha yaygındı. Yüksek lenf nodu ve akciğer metastazı oranlarına rağmen genel prognoz iyiydi. (SETB-2022-12-265) |
13. | Parkinson Hastalığı ve Normal Basınçlı Hidrosefali Hastalarında Yürüme ve Dengenin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi Comparative Assessment of Gait and Balance in Patients with Parkinson’s Disease and Normal Pressure Hydrocephalus Ozgur Oztop Cakmak, Kardelen Akar, Hussein Youssef, Mustafa Yavuz Samanci, Sibel Ertan, Atay VuralPMID: 37899810 PMCID: PMC10600622 doi: 10.14744/SEMB.2023.79990 Sayfalar 232 - 237 Amaç: Bu çalışmada Parkinson hastalığı (PH) ve Normal Basınçlı Hidrosefali (NBH) tanılı hastalarda denge ve yürüyüş parametrelerini karşılaştırmayı amaçlandı. Methods: Çalışmaya toplam 13 NBH hastası, 20 PH hastası ve 13 sağlıklı kontrol dahil edildi. Katılımcıların bel bölgesine ve ayaklarına üç adet IMU sensörü (APDM Inc., OR, ABD) yerleştirildi. Denge değerlendirmeleri olgular ayakya iken birbirini izleyen sekiz görevin değerlendirilmesinden oluşan modifiye klinik test ile yapıldı. Bu görevler, sert ve köpük bir yüzey üzerinde ayaklar açık iken gözler açık ve ardından gözler kapalı durma, ayaklar bitişik iken gözler açık ve ardından gözler kapalı durma ve sağ ayak önde ve sol ayak önde tandem duruştan oluşuyordu. Yürümenin fonksiyonel değerlendirmeleri, 10 Metre Yürüme Testi (10 MWT), 2 Dakika Yürüme Testi (2 MWT) ve zamanlı kalk ve git (TUG) kullanılarak yapılmıştır. Yürüyüş ve denge parametreleri analiz edildi ve karşılaştırıldı. Bulgular: Normal basınçlı hidrosefali hastaları, hem Parkinson hastalarına hem de sağlıklı katılımcılara kıyasla hem adım uzunluğunda hem de yürüme hızında dikkate değer bir düşüş gösterdi. Denge testleri, NBH grubunun, özellikle ayaklar açık, gözler kapalı, köpük yüzey testinde ve tandem duruş testinde önemli ölçüde daha düşük performans gösterdiğini ortaya çıkardı. Sert ve köpük yüzeylerde gözler açıkken yapılan görevler sırasında PH ve NBH gruplarında ön-arka düzlemde RMS salınımı, menzili ve ortalama salınım hızında (p<0.05) artış görüldü. Ayrıca, TUG testi sırasında, NBH grubu, görevi tamamlamak için gereken sürede önemli bir uzama ve dönüş hızında PH'ye göre bir düşüş saptandı, ancak sağlıklı control grubuna kıyasla kayda değer bir fark görülmedi. Sonuç: Çalışmamız, NBH'li hastaların hem PH hastalarına hem de sağlık katılımcı gruplarına kıyasla belirgin şekilde daha kötü yürüme ve denge ölçümleri sergilediğini gösterdi. Bu bulgular, NBH hastalarında yürüme ve denge bozukluklarının izlenmesi ve yönetilmesinin önemini vurgulamaktadır. Sensör temelli teknolojiler, bu hastaların yürüyüş ve denge açısından daha kaliteli ve verimli takibi için objektif parametreler sunabilir. (SETB-2023-05-076) |
14. | Ultrasonografi ve/veya Sestamibi SPECT/BT’nin Negatif Olduğu Primer Hiperparatiroidizmli Hastalarda Preoperatif Lokalizasyonda 4D-BT’nin Rolü The Role of 4D-CT for Pre-Operative Localization in Patients with Primary Hyperparathyroidism with Negative Ultrasonography and/or Sestamibi SPECT/CT Ceylan Yanar, Mehmet Kostek, Mehmet Taner Unlu, Ozan Caliskan, Burak Dincer, Isik Cetinoglu, Nurcihan Aygun, Alper Ozel, Ali Gemalmaz, Mehmet UludagPMID: 37899800 PMCID: PMC10600619 doi: 10.14744/SEMB.2023.00907 Sayfalar 238 - 244 Giriş: Primer hiperparatiroidizmin majör sebebi paratiroid adenomudur. Günümüzde preoperatif görüntüleme yöntemleri ile patolojik bezin lokalize edilebildiği hastalarda minimal invaziv paratiroidektomi(MIP) standart tedavi haline gelmiştir. Bu çalışmada ultrasonografi(USG) ve/veya sestamibi tek foton emisyon tomografi/Bilgisayarlı tomografi (SPECT/BT) negatif olan ve primer cerrahi uygulanacak pHPT’li hastalarda 4D-BT’nin preoperatif lokalizasyondaki rolünü değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: USG ve SPECT/CT’den biri veya ikisi negatif olan hastalara çekilen 4D-BT sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmada ortalama yaş 57.1±8.5 olan 19 hastanın 5 erkek, 14’ü kadındı. Bu hastalarda patoloji sonuçları 18 hastada (94,7%) paratiroid adenomu, 1 hastada (5,3%) paratiroid hiperplazisi ile uyumluyu. Altı hastada USG negatif, 14 hastada SPECT/BT negatif, 4 hastada her ikisi de negatifti. 4D-BT’de 14 doğru pozitif, 1 yanlış pozitif olmak üzere 15 hastada pozitif görüntü saptandı. 4D-BT’nin sensitivitesi %82.4 (%95 CI: %60.4-%95.3), Pozitif Prediktif Değer %93.3 (%95 CI: %73.8-%99.6), Uygunluk %78.9, Lokalizasyon Oranı: %73.7 idi. Hastaların 14’ünde (%73.7) minimal invaziv paratiroidektomi ile patolojik bez çıkarıldı. Sonuç: USG ve sintigrafinin bir veya her ikisinin negatif olduğu hastaların yaklaşık %75’inde 4D-BT ile patolojik bez lokalize edilebilir ve bu hastalarda MIP uygulanabilir. (SETB-2023-05-081) |
15. | Total Diz Artroplastisinde Lokal Traneksamik Asit Uygulamasının Kan Kaybı ve Transfüzyon Üzerine Etkisi: Retrospektif Bir Çalışma The Effect of Local Tranexamic Acid Administration on Blood Loss and Transfusion in Total Knee Arthroplasty: A Retrospective Study Necmi Cam, Bahadır Balkanli, Yusuf Altuntas, Muharrem Kanar, Haci Mustafa OzdemirPMID: 37899805 PMCID: PMC10600620 doi: 10.14744/SEMB.2023.42800 Sayfalar 245 - 249 Amaç: İleri evre primer gonartroz için standart cerrahi yöntem, transfüzyon gerektiren kanama riskine rağmen total diz arthroplastisidir (TKA). Kan transfüzyonu potansiyel olarak tehlikelidir. Bu çalışmanın amacı, perioperatif lokal traneksamik asit alan ve almayan hastalar arasında kanama miktarında ve transfüzyon ihtiyacında istatistiksel bir fark olup olmadığını belirlemektir. Yöntem: Hastane veritabanı Ocak 2015 ile Ocak 2022 tarihleri arasında gonartroz nedeni ile total diz arthroplastisi yapılan hastaların verilerine erişmek için kullanılmıştır. Hastalar iki gruba ayrıldı: kontrol grubu (Grup C) ve peroperatif lokal tranexamic asit uygulanan grup. (Grup LTXA). Kanama miktarı, hastaların hemogram takipleri, cerrahi drenden gelen kan miktarını ve ameliyat sonrası dönemde transfüzyon ihtiyaçlarını dikkate alarak karşılaştırıldı. Bulgular: Lokal traneksamik asit uygulamasının total diz artroplastisin de hastalarının perioperatif kan kaybının önemli ölçüde azaldığını ve daha az transfüzyona ihtiyaç duyduğunu gösterdi. Sonuç: Araştırmamızın bulguları diğer çalışmalarla uyumludur ve TKA'da TXA kullanımını destekler. Bulgularımızı doğrulamak ve TKA'da ideal TXA dozajı ve uygulama yöntemi oluşturmak için ek araştırmalar gereklidir. (SETB-2023-04-067) |
16. | Cushing Hastalığı Tanısı ve Remisyon Değerlendirilmesinde Serum İnflamasyon Temelli Skorların Rolü The Role of Serum Inflammation-Based Scores in Diagnosis and Assessing Remission in Cushing’s Disease Muhammed Masum Canat, Ceren Yarkutay Turkkan, Hazan Erhan, Feyza Yener Ozturk, Yuksel AltuntasPMID: 37899811 PMCID: PMC10600630 doi: 10.14744/SEMB.2023.14306 Sayfalar 250 - 256 Amaç: Kronik hiperkortizolizm, immün sitemde çeşitli değişikliklere ve enflamatuar bozulmalara neden olur. Serum inflamasyon temelli skorlar (SIBS) sistemik inflamatuar durumu yansıtır. Bu çalışma, Cushing hastalığı (CH) olan hastalarda tanı ve remisyon değerlendirilmesinde SIBS'ın rolünü araştırmayı amaçlamaktadır. Yöntem: Bu retrospektif kesitsel çalışma 195 katılımcı ile yapılmıştır. CH tanısı alıp tedavi sonrası takipli 52 hasta, subklinik Cushing sendromu (SCS) tanılı 65 hasta ve tam kan sayımı (TKS) tetkiki olan 78 sağlıklı birey çalışmaya alındı. TKS sonucunu etkileyebilecek ek hastalığı veya ilaç kullanımı olan katılımcılar çalışma dışı bırakıldı. Grupların SIBS değerleri karşılaştırıldı. Değerlendirilen indeksler; nötrofil-lenfosit oranı (NLR), monosit-lenfosit oranı (MLR), trombosit-lenfosit oranı (PLR), ve sistemik immün-enflamasyon indeksidir (SII). SIBS değerleri ile hiperkortizolizm için tanı testleri arasındaki korelasyonlar incelendi. CH tanılı hastaların tanı anındaki indeksleri remisyondan sonrakilerle karşılaştırıldı. Ek olarak, CH grubunda anlamlı derecede yüksek indekslerin tanısal doğruluğunu, duyarlılığını ve özgüllüğünü değerlendirmek için ROC eğrisi analizleri kullanıldı. Bulgular: CH tanılı grubun MLR ve SII değerleri sağlıklı gruba göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p<0.01). CH tanılı hastaların SCS tanılı hastalara göre, NLR ve SII değerlerinin yüksekliği anlamlı düzeyde bulundu (p<0.05). SCS grubu ile kontrol grubu arasında ise tüm SIBS değerleri için belirgin farklılık saptanmadı. CH grubunda SIBS değerleri ile hiperkortizolizm için yapılan tanı testleri arasında anlamlı, pozitif ve orta derecede ilişki belirlendi (0.30<r<0.70; p<0.05). Değerlendirilen tüm skorlar, hastalığın remisyon döneminde aktif dönemle karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha düşük bulundu (p<0.001). MLR için optimal tanısal eşik değer 0,20 (p=0,003; duyarlılık, %78,4; özgüllük, %51,4) ve SII için optimal tanısal eşik değer 776,20 olarak (p=0,017; duyarlılık, %54,9; özgüllük, %70,0) bulundu. Sonuç: TKS tetkikinden elde edilen verilerle kolayca hesaplanabilen ve ek maliyet gerektirmeyen SIBS değerleri, CH için tanı ve remisyon kararına katkıda bulunabilir. (SETB-2023-04-072) |
17. | Normotiroid Diferansiye Tiroid Karsinomu Olgularında Serum Tiroid Hormonları ve Tiroglobulin Oranlarının Tanısal Özelliklerinin Belirlenmesi Determination of Diagnostic Features of Serum Thyroid Hormones and Thyroglobulin Ratios in Normothyroid Differentiated Thyroid Carcinoma Cases Yunushan Furkan Aydogdu, Umut Emreol, Emre Gulcek, Cagri Buyukkasap, Murat AkinPMID: 37899801 PMCID: PMC10600635 doi: 10.14744/SEMB.2023.77012 Sayfalar 257 - 262 Amaç: Günümüzde tiroid nodüllerinin benign/malign ayrımının tanımlanmasında ultrasonografi ve ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) altın standarttır. Ancak İİAB, kolay uygulanabilir olsa da invaziv bir işlemdir. Tiroid malignitelerinin tanısında daha az invaziv biyobelirteçlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada, tiroid nodülü ile takip edilen hastalarda rutin olarak değerlendirilen serum tiroid hormon ve tiroglobulin(TG) düzeylerinden yola çıkarak diferansiye tiroid kanserlerinin (DTK) tanısında kullanılabilecek parametreleri belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Çalışmada Ocak 2015-Haziran 2022 tarihleri arasında nodüler özellikli hastalıklar sonrası tiroid cerrahisi uygulanan hastalar değerlendirildi. Değerlendirilen 1444 hastadan dahil edilme kriterlerini karşılayan (Normotiroid benign nodüler hastalık ya da normotiroid diferansiye tiroid kanseri) 919 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar benign grup (BG) ve DTK grubu (DTKG) olarak ikiye ayrıldı. Hastaların preoperatif serum tiroid hormon ve tiroglobulin değerleri ve bu değerlerin oranlarının tanısal değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Dahil edilen 919 hastanın 517'si (%56.3) BG’de, 402'si (%43.7) DTKG’de yer almaktaydı. DTKG'de 318 hasta kadın, 84 hasta ise erkekti. DTK grubunda yaş ortalaması 47.8'di. DTKG ve BG karşılaştırıldığında T3/T4 oranının (p=0.002), T3/TSH oranının (p=<0.001), T4/TSH oranının (p=<0.001), TG/TSH oranının (p=<0.001), TSH/TG oranının (p=<0.001) anlamlı olarak farklı olduğu görüldü. Ancak belirtilen değerler ROC analizi ile değerlendirildiğinde T3/T4 oranın iki grup arasında anlamlı fark teşkil etmediği (p=0.1) diğer değerlerin anlamlı farklı olduğu saptandı (T3/TSH için p=<0.001, T4/TSH için p=0.001, TG/TSH için p=<0.001, TSH/TG için p<0.001). Sonuç: Tiroid nodüllerinde malignite prediksiyonu için tümör belirteci olarak T3/TSH (cut-off=2.183), T4/TSH (cut-off=0.6) ve TG/TSH (cut-off=29.67) değerlerinin anlamlı olduğu ve bu parametrelerdeki düşük değerlerin malignite ile ilişkili olduğu görülmüştür. TSH/TG (cut-off=0.031) değerinin de malignite prediksiyonu açısından anlamlı olduğu ve yüksek değerlerin malignite ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Tiroid hormon ve tiroglobulin oranları, tiroid nodüllerinde tedavi kararını etkileyebilir. (SETB-2023-04-061) |
18. | Alt Ekstremite Deformitelerinin Tedavisinde Ilizarov Metodunun Kullanımı The Use of Ilizarov Method at the Lower Extremity Deformity Management Raffi Armagan, Metin Kucukkaya, Haci Mustafa OzdemirPMID: 37899808 PMCID: PMC10600634 doi: 10.14744/SEMB.2023.03185 Sayfalar 263 - 271 Amaç: Konjenital veya edinilmiş nedenli alt ekstremite deformitelerinin İlizarov metoduyla tedavisinde komplikasyonlar sıktır. Elde edilecek sonuçlar spesifik hasta gruplarında değişkenlik gösterir. Bu çalışmada etiyoloji türünden bağımsız, deformitesi 16 yaş öncesi gelişenlerle bu yaştan sonra gelişenler elde edilen sonuçlar, tedavi süreleri ve karşılaşılan komplikasyonlar açısından karşılaştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Aynı cerrah tarafından İlizarov metoduyla tedavi edilmiş ortalama 9,5 (7,5-18) yıl takipli 53 kemik deformitesi, deformitenin oluşum yaşına göre 2 gruba ayrıldı. Demografileri ve deformite özellikleri tanımlanan hastaların tedavi süreleri, kemik iyileşme indeksleri, konsolidasyon/düzeltme oranları, ve elde edilen sonuçlar ASAMİ fonksiyonel ve kemik skorlamasıyla retrospektif olarak karşılaştırıldı. Komplikasyonlar karşılaşılan sorunlar Paley’e göre derecelendirilerek guruplar arası göreli risk artışları hesaplandı. Bulgular: Hastaların 26’sı erkek, 22’si ise kadındı. Ortalama yaş 26.47 (7-57) idi. Ortalama deformite 23,98° (7-60), 39 hastadaki ortalama kısalık 38,65(10-110)mm idi. Mekanik aks sapması hastaların %83’ünde düzeltilebildi. Uzatma indeksi gelişim grubunda 54.13gün/cm, erişkinlerdeyse 63.69 gün/cm idi. Konsolidasyon /düzeltme oranı gelişim grubunda 2.54, erişkinlerde 2.4 (P = 0. 698) dü. Risk ratio, Paley’e göre karşılaşılan sorunlar açısından 1.02, engeller için 2, komplikasyonlarda 3, vaka başı toplu karşılaşılan sıkıntılarda 1.34 kat artmıştı. Fiksatörde kalış süresi gelişim grubunda erişkinlerden yüksekti (P: 0.023 ). ASAMİ fonksiyonel (P = 0.000148) ve kemik (P = 0.000242) skorları erişkin grupta daha iyiydi. Sonuç: Alt ekstremitede konjenital veya edinilmiş deformitelerin İlizarov metoduyla tatminkar sonuçlarla tedavisi mümkündür. Deformitenin küçük yaşlarda gelişmesi tedaviyi güçleştirmektedir. Genelde daha yüksek miktarda kısalık bulunan bu hasta grubunda kemik iyileşme indeksi daha düşük olmasına karşın tedavi genelde erişkin çağı deformitelerininkinden daha uzun; komplikasyonlar daha sık ve ciddidir. Fonksiyonel ve anatomik sonuçlar daha başarısızdır. (SETB-2023-04-070) |
19. | İntraoperatif Paratiroid Hormon Monitorizasyonu Rehberliğinde Subtotal Paratiroidektomi Sekonder Hiperparatiroidizm için Etkili ve Geçerli bir Cerrahi Prosedürdür Intraoperative Parathyroid Hormone Monitoring-Guided Subtotal Parathyroidectomy is an Effective and Valid Surgical Procedure for Secondary Hyperparathyroidism Gokmen Guzel, Demet Saridemir Unal, Anil Ozen, Mustafa Aydemir, Hasan Calis, Adil Boz, Cumhur AriciPMID: 37899807 PMCID: PMC10600623 doi: 10.14744/SEMB.2023.48991 Sayfalar 272 - 278 Amaç: Sekonder hiperparatiroizm (sHPT) son evre böbrek yetmezliğinin, ciddi morbid durumlar ve mortaliteyle karşılaşılabilen, yaygın bir komplikasyonudur. Bu ciddi problemin en iyi çözümü renal transplantasyon (RTX) olsa da, yoğun talep ve sınırlı kaynaklar nedeniyle çoğu zaman bu mümkün olamamaktadır. sHPT’li hastalarda ilk tedavi alternatifi medikal tedavidir ve fayda etmezse paratiroidektomi (PTX) uygulanmalıdır. Subtotal PTX, total PTX ve total PTX ile birlikte ototransplantasyon (AT), sHPT için tercih edilen geçerli cerrahi seçeneklerdir. Intraoperatif parathormon (IO PTH) monitorizasyonu, sHPT’de cerrahi başarıyı arttırabilmektedir. Çalışmamız ile sHPT’li hastalarda ideal cerrahi tekniği ve IO PTH monitorizasyonunun cerrahi başarı ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Metod: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğinde Ocak 2001- Aralık 2021 döneminde sHPT sebebiyle ameliyat edilip takip edilen 35 hastanın tüm verilerini retrospektif olarak analiz ettik. Bulgular: Hastaların 27 tanesine subtotal PTX uygulanırken, 6 hastaya sınırlı cerrahi (SC), 2 hastaya ise total PTX gerçekleştirildi. Takip döneminde 9 hastada persistans, 1 hastada ise rekürrens gözlendi. IO PTH monitorizasyonu uygulanmış 23 hastada 4 persistans ve 1 rekürrens (%78.3 cerrahi başarı) saptanırken, IO PTH monitorizasyonu uygulanmayan 3 hastanın ise herbirinde persistans geliştiği görüldü (%0 cerrahi başarı) (p=0.022). 9 hastada IO PTH monitorizasyon verisine ulaşılamadı. Bu çalışmada, 20 hastada IO PTH düzeyinde %80 ve üzerinde düşüş (%90 cerrahi başarı) görülürken, 3 hastada ise düşüş %80’nin altındaydı (%0 cerrahi başarı) (p=0.006). Bu 20 hastanın 17 (%94.1 cerrahi başarı)’e Subtotal PTX uygulanmıştı. Sonuç: sHPT’nin cerrahi tedavisinde IO PTH monitorizasyonu yapılmalı ve IO PTH düzeyinde %80 ve üzerinde düşüş görülmeden de ameliyat sonlandırılmamalıdır. sHPT’nin cerrahi seçenekleri arasında da; IO PTH monitorizasyonu ile birlikte yapılan subtotal PTX, %80 ve üzerinde IO PTH düşüşü görülmesi kaydıyla, etkili ve geçerli bir cerrahi yöntemdir. (SETB-2023-04-060) |
OLGU SUNUMU | |
20. | Üç günlük yenidoğanda Ankyloblepharon filiforme adnatum: Olgu Sunumu Ankyloblepharon Filiforme Adnatum in a 3-day-old Neonate: A Case Report Cagri Cumhur Gok, Emrah Can, Sahin HamilcikanPMID: 37899812 PMCID: PMC10600636 doi: 10.14744/SEMB.2022.57255 Sayfalar 279 - 282 Ankyloblepharon filiforme adnatum, göz kapağı kenarlarının kısmen veya tamamen kaynaşmasından oluşan nadir bir konjenital anomalidir. Genellikle izole ve iyi huyludur, ancak varlığı diğer bozukluklarla nadiren ilişkili olabileceğinden neonatoloğu uyarmalıdır. Biz doğumda izole ankyloblepharon filiforme adnatum ile başvuran, üç günlük bir yenidoğan olgusunu sunuyoruz. (SETB-2022-05-124) |
21. | Karında yer değiştiren kitle, torsiyone over kisti A Displaced Mass in the Abdomen, Torsioned Ovary Cyst Alper Divarci, Evrim Kiray Bas, Ali Bulbul, Halil Ibrahim Ada, Mesut DemirPMID: 37899814 PMCID: PMC10600633 doi: 10.14744/SEMB.2022.08941 Sayfalar 283 - 286 Over kistleri, yenidoğan döneminde sık görülen batın içi kitle nedenleri arasında yer almaktadır. Over kistlerinin görülme sıklığı 2500 canlı doğumda bir olarak bildirilirken en sık görülen komplikasyonları torsiyon ve kanamadır. Tedavide fetal over kistleri genellikle kendiliğinden gerilerken komplike olgularda acil cerrahi girişim hayat kurtarıcı olmaktadır. Yaşamın ikinci gününde acil laporoskopik tedavi gereksinimi olan ve over torsiyonu tanısı alan olgumuz, yer değiştiren torsiyonun nadir görülmesi nedeniyle sunuldu. Prenatal takiplerinde karın içi kistik kitle, duodenal atrezi ve mezenter kisti şüphesi olan olgumuz, tanı ve tedavinin planlanması için kliniğimize yatırıldı. Öz geçmişinde 38 gebelik haftasında, 2700 g ağırlıklı kız bebek, normal vajinal yolla doğmuştu. Yapılan incelemelerinde sol alt kadranda kistik lezyon (5,3x4cm) saptandı. Bir gün sonra karın BT ile detaylı değerlendirmeye alınan hastada sağ üst kadranda kistik lezyon saptandı. Kistik kitlenin yer değiştirmesi ayırıcı tanıda mezenter kisti ve over torsiyonu olarak değerlendirildi. Laparoskopik laparotomide sol over torsiyonu olduğu belirlendi. Postoperatif üçüncü gününde hasta ek sorun olmadan taburcu edilidi. Yenidoğan döneminde batın içerisinde saptanan kistik lezyonlarda over kisti düşünülmelidir. Over kistinin torsiyonu durumunda karın içerisinde yer değiştirebileceği unutulmamalıdır. (SETB-2022-10-216) |