ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 57 (1)
Cilt: 57  Sayı: 1 - 2023
1. Henüz tamamlanmamış! (Türkçe)
Front Matter

Sayfalar I - X

DERLEME
2. 
Persistan ve Reküren Primer Hiperparatiroidizm: Etyolojik Faktörler ve Preoperatif Değerlendirme
Persistent and Recurrent Primary Hyperparathyroidism: Etiological Factors and Pre-Operative Evaluation
Mehmet Uludag, Mehmet Taner Unlu, Mehmet Kostek, Ozan Caliskan, Nurcihan Aygun, Adnan Isgor
PMID: 37064844  PMCID: PMC10098391  doi: 10.14744/SEMB.2023.39260  Sayfalar 1 - 17
Primer hiperparatiroidi (pHPT) hiperkalseminin en sık sebebi olup, günümüzde halen tek definif tedavisi cerrahidir. Deneyimli merkezlerde paratiroidektominin başarı oranı %95’in üzerinde olmasına ragmen günümüzde cerrahi başarısızlık en sık komplikasyondur. Paratirodektomi sonrası hiperkalseminin devam etmesi veya ilk 6 ay içinde hiperkalseminin tekrar ortaya çıkması persistan HPT (perHPT), 6 aydan fazla bir normokalsemik dönemden sonra hiperkalseminin tekrarlaması ise reküren HPT (recHPT) olarak tanımlanmaktadır. Literatürde perHPT 2-22%, reküren hiperparatiroidi (recHPT) hastalık oranı 1-15% arasında bildirilmektedir. perHPT genelde gözden kaçan patoloji veya hiperfonksiyone paratiroid dokusunun yetersiz rezeksiyonu, recHPT ilk cerrahide yerinde bırakılan potansiyel patolojik natürü olan dokudan yeni gelişen patoloji ile ilişkilidir. Preoperatif değerlendirmede perHPT ve recHPT öntanısı (şüphesi) ile değerlendirilen hastalarda öncelikle ilk pHPT tanısının ve
perHPT veya rec HPT tanısının doğrulanması gerekir. pHPT’li hastalar cerrahi için kılavuzlardaki önerilerden herhangi birini karşılıyorsa ve cerrahi kontraendikasyon yok ise cerrahi önerilmektedir. Bu hastaların ilk ameliyat öncesi yapılmış lokalizasyon çalışmaları, ameliyat notları, varsa operasyon çizimleri, intraoperatif PTH sonuçları, patolojik sonuçlar ve postoperatif biyokimyasal sonuçlar incelenmelidir. Tanısı doğrulanmış ve cerrahi endikasyonu olan tüm PerHPT ve recHPT’li hastalarda preoperatif görüntüleme yöntemleri ile lokalizasyon çalışmaları uygulanmalıdır. İlk aşama görüntüleme yöntemleri ultrasonografi ve Tc99m sestamibi single photon tomografi (Tc99mMIBI SPECT) veya hem SPECT hem de bilgisayarlı tomografi (SPECT/CT) ile combine edildiği hibrit görüntüleme yöntemi uygulanmaktadır. USG ve sestamibi sintigrafi kombinasyonu patolojik bezin lokalizasyonu arttırmaktadır. Ikincil aşamada dört açılı bilgisayarlı tomografi (Four-Dimensional Computed
Tomography 4D-CT) veya dinamik 4 boyutlu Magnetik Rezonans Görüntüleme (4D-MRG) uygulanabilir. Özellikle konvansiyonel yöntemlerle lezyon saptanamadığında ikincil aşama görüntüleme yöntemi olarak odaklanmıştır. 11C-kolin veya 18F-florokolinli Positron Emisyon Tomografi(PET) ve PET/CT tetkikleri umut veren görüntüleme yöntemleridir. Noninvaziv görüntüleme yöntemlerinde şüpheli, uyumsuz veya patolojik lezyonun saptanamadığı hastalarda nadiren invaziv incelemeler uygulanabilmektedir. Bilateral juguler ven örnekleme, selektif venöz örnekleme, paratiroid arteriografi, görüntüleme kılavuzluğunda ince iğne aspirasyon biyopsisi ve parathormone washout uygulanan invaziv yöntemlerdir. (SETB-2023-03-037)

3. 
Split-bolus yönteminde bilgisayarlı tomografi teknikleri
Split Bolus Method in Computerized Tomography
Huseyin Ozkurt, Sidal Ozdogan, Eyup Camurcuoglu
PMID: 37064848  PMCID: PMC10098405  doi: 10.14744/SEMB.2022.17003  Sayfalar 18 - 24
Bilgisayarlı tomografide (BT) split bolus yöntemi, renal dinamik güçlenme evrelerinin değerlendirilmesinde ve patolojilerin saptanmasında kullanılan yöntemdir. Bilgisayarlı tomografi (BT) ürografi tekniği tasarlanırken tek bolus ve bölünmüş bolus teknikleri gibi birkaç önemli seçenek vardır. Tek bolus yöntemi üç ayrı post-kontrast fazdan oluşur: arteriyel, nefrografik ve boşaltım (ekskretuar, piyelogram), bunun sonucunda hastalara verilen toplam radyasyon dozu artar. Bölünmüş bolus tekniğinde ise kontrast dozu birkaç ayrı uygulamaya bölünerek nefrografik ve boşaltım fazları aynı anda elde edilir. Split bolus tekniği ile radyasyon dozu ve hastanın maruz kalacağı faz sayısı azaltılarak, üriner sistem değerlendirmesi ve tüm batın patolojik değerlendirmeleri yapılabilmektedir. Görüntülemede kullanılacak cihaz, en az 16 Multidetektör bilgisayarlı tomografi (MDCT) kesiti olan bir tomografi cihazı olmalıdır. Bolus İzleme yöntemi, renal dinamikler ve Split-bolus tekniği için en doğru kontrast verme yöntemlerinden biridir. Otomatik doz kalibrasyonu kullanılır. (SETB-2022-09-204)

ORIJINAL ARAŞTIRMA
4. 
Koroavirüs Hastalığı Pnömonisine Bağlı Akut Solunum Yetmezliğinde Yüksek Doz C Vitamini Tedavisinin Mortalite ve Yoğun Bakımda Kalış Süresine Etkisi: Retrospektif Kohort Çalışması
The effect of High-Dose Vitamin C Treatment for Acute Respiratory Failure Due to Coronavirus Disease Pneumonia on Mortality and Length of Intensive Care Stay: A Retrospective Cohort Study
Nurcan Coskun, Mustafa Altinay, Hacer Sebnem Turk, Nebia Peker, Serkan Islamoglu, Ayse Surhan Cinar, Melis Turkel Ozkan
PMID: 37064858  PMCID: PMC10098396  doi: 10.14744/SEMB.2022.66742  Sayfalar 25 - 32
Amaç: Çalışmamızda yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) takip edilen koronavirüs hastalığı (COVID-19) hastalarında C vitamininin kısa dönem mortalite ve yoğun bakım ünitesinde kalış süresine etkisini belirlemeyi amaçladık.
Metod: Yüksek doz intravenöz C vitamini protokolü alan ve almayan hastalar sırasıyla tedavi ve kontrol gruplarına ayrıldı. Her iki grupta da birincil çalışma bulguları YBÜ kalış süresi ve kısa dönem mortalite iken, ikincil bulgular vazopresör ve invaziv mekanik ventilasyon gereksinimleri ve Sequential Organ Failure Assessment Skorunun 0'dan 96. saate değişimi idi.
Bulgular: Tedavi grubuna 38, kontrol grubuna 40 hasta dahil edildi. Tedavi ve kontrol gruplarında mortalite oranları sırasıyla %44 ve %60 idi; ancak gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p<0.05). Her iki grupta da median yoğun bakım kalış süresi 10 gündü (p<0.05). Gruplar arasında invaziv mekanik ventilasyon ve vazopresör gereksinimlerinde anlamlı fark bulunmadı (p<0.05).
Sonuç: Sonuç olarak, COVID-19 pnömonisine bağlı akut solunum yetmezliği olan hastalarda yüksek doz C vitamini tedavisi, yoğun bakımda kalış süresini, mortaliteyi, invaziv mekanik ventilasyon ve vazopresör gereksinimlerini azaltmadı. (SETB-2022-11-244)

5. 
Covid-19 Pandemisi Döneminde Majör Depresif Bozukluk, Yaygın Anksiyete Bozukluğu ve Panik Bozukluk Hastalarının Koronavirüs Anksiyete Düzeyleri ve Baş Etme Tutumlarının Değerlendirilmesi
Evaluation of Coronavirus Anxiety Levels and Coping Strategies of Major Depressive Disorder, Generalized Anxiety Disorder, and Panic Disorder Patients During the Covid-19 Pandemic
Selime Celik Erden, Abdullah Burak Uygur, Kadir Karakus
PMID: 37064853  PMCID: PMC10098388  doi: 10.14744/SEMB.2022.06787  Sayfalar 33 - 45
Amaç: Bu araştırmada pandemi döneminde hastane pratiğimizde sık gördüğümüz major depresif bozukluk (MDB), yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) ve panik bozukluk (PB) hastalarını koronavirüs anksiyete düzeyleri ve baş etme tutumları açısından sağlıklı kontroller (SK) ile karşılaştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamızda katılımcılara Sosyodemografik Veri Formu, Koronavirüs Anksiyete Ölçeği (CAS), Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ), Hamilton Anksiyete Ölçeği (HAÖ) ve Başa Çıkma Tutumlarını Değerlendirme Ölçeği (COPE) uygulanmıştır. 30 MDB hastası, 32YAB hastası, 31 PB hastası ve 38 SK toplam 131 katılımcı çalışmanın örneklemini oluşturmuştur.
Bulgular: Çalışmamızda katılımcıların CAS puanları değerlendirildiğinde; sağlıklı kontrollerin YAB hastalarına kıyasla 3.306 (p=0.002) ve PB hastalarına kıyasla 3.014 (p=0.005) daha düşük puan aldıkları, sağlıklı kontroller ile majör depresyon hastalarının CAS puanları açısından istatistiksel olarak farklı olmadıkları belirlenmiştir (p=0.880). Baş etme tutumları karşılaştırıldığında; ‘’aktif başa çıkma’’ baş etme tutumunda sağlıklı kontroller MDB hastalarına kıyasla 3.151 (p<0.001) ve YAB hastalarına kıyasla da 2.059 (p=0.004) daha yüksek puan almışlardır. ‘‘Plan yapma’’ baş etme tutumunda sağlıklı kontroller hem MDB hastalarına kıyasla 2.726 (p<0.001), hem YAB hastalarına kıyasla 2.589 (p=0.001), hem de PB hastalarına kıyasla da 2.171 (p=0.006) daha yüksek puan almışlardır.
Sonuç: Covid-19 pandemisi döneminde sağlıklı kontrollere kıyasla YAB ve PB hastalarında koronavirüs anksiyete düzeyini daha yüksek bulduğumuz ancak MDB hastalarında bir fark bulmadığımız çalışmamız, MDB hastalarının koronavirüs anksiyetesi ile daha iyi baş edebildiklerine işaret edebilir. Covid-19 pandemisi döneminde bireylerin koronavirüs anksiyetesi ile başa çıkmak için kullandıkları baş etme tutumlarının belirlenmesi ruh sağlığı alanında çalışan profesyonellerin hastalıkla ilgili stresörleri kontrol etmelerine yardımcı olabilir ve tedavi sürecine katkı sağlayabilir. (SETB-2022-09-213)

6. 
İdiyopatik Epilepsili Çocuklarda Levetirasetam Monoterapisinin Hematolojik Parametreler Üzerine Kısa ve Uzun Dönemli Etkileri
Short-Term and Long-Term Effects of Levetiracetam Monotherapy On Hematological Parameters in Children with Idiopathic Epilepsy
Habibe Koc Ucar, Esra Sarigecili, Sevcan Bilen, Sinem Sari
PMID: 37064851  PMCID: PMC10098390  doi: 10.14744/SEMB.2022.98523  Sayfalar 46 - 53
Amaç: Levetirasetam (LEV) son yıllarda yaygın olarak kullanılan geniş spektrumlu bir anti-nöbet ilacıdır. Sinaptik vezikül glikoprotein 2A'ya (SV2A) bağlanarak vezikül füzyonu ve ekzositoz sonucu oluşan nörotransmitterlerin salınımında etkisi olduğu düşünülmektedir.
Yöntemler: Çalışmaya Çocuk Nöroloji Polikliniği'nde çocukluk çağı idiyopatik epilepsi tanısı ile takip edilen ve nöbet önleyici ilaç monoterapisi olarak LEV alan hastalar alındı. Tedavi öncesi (T öncesi) dönem, tedavi sonrası 3 ila 6 aylık kısa dönem (TS sonrası) ve 12 ay sonra uzun dönem (TL sonrası) tam kan sayımı verileri olan altmış dört hasta ) çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların demografik verileri; nöbet sıklığı, nöbet tipi, başlangıç ve sonraki EEG sonuçları, tedaviye başlama tarihi ve tam kan sayımı verileri açısından geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: 64 hastanın 36'sı erkek, 28'i kadındı. Hastaların ortalama yaşı 8,7±3,8 (2,5-16) yıldı. Tüm popülasyonda, Post-TL lenfosit sayılarının, Pre-TL lenfosit sayılarına göre azalmış olduğu bulundu. Bu azalma 6 yaş üstü hastalarda (n=46) istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.075). TL sonrası dönemde hematokrit, hemoglobin, ortalama korpüsküler hacim ve ortalama trombosit hacmi artarken beyaz küre, trombosit, nötrofil ve monosit sayıları azaldı (p<0.05). Vakaların %92,2'sinde nöbetsiz duruma ulaşıldı. Sık nöbetler sadece 6 yaşından büyük 5 hastada gözlendi. Tedavi öncesi EEG bulguları 15 (%23.4) hastada normal, 8 (%12.5) hastada jeneralize ve 41 (%64.1) hastada fokal idi. Tedavi öncesi EEG bulgularına göre EEG'sinde düzelme olan hastaların tamamı bulguları fokal olan hastalardı (p<0,001).
Sonuçlar: İdiyopatik epilepsili çocuklarda uzun süreli LEV monoterapisi hematolojik parametrelerde önemli değişikliklere neden olabilir. LEV, özellikle uzun vadede trombosit, lenfosit, monosit ve nötrofil sayıları ve belki de işlevleri üzerinde etkilere sahip gibi görünmektedir. (SETB-2022-06-145)

7. 
Benign paroksismal pozisyonel vertigoda oksidatif stresin rolünün spot idrarla araştırılması
Investigating the Role of Oxidative Stress in Benign Paroxysmal Positional Vertigo with Spot Urine
Ozan Ozdemir, Hale Aral, Halit Ruzgar, Hilmi Furkan Arslan, Ozgur Yigit
PMID: 37064845  PMCID: PMC10098392  doi: 10.14744/SEMB.2023.38243  Sayfalar 54 - 60
Amaç: İdrarda 8-hidroksi-2'-deoksiguanozin (8-OHdG), 8-hidroksi-guanozin (8-OHG) ve 8-hidroksi-guanin seviyeleri ölçülerek oksidatif stresin benign paroksismal pozisyonel vertigodaki (BPPV) rolünü değerlendirmek.
Yöntem: Bu çalışmaya BPPV tanısı almış 31 yetişkin kadın hasta dahil edildi. Santral ve diğer periferik vertigo nedenleri saptanan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar BPPV atağı sırasında ve sonrasında kan örnekleri ve spot idrar testleri ile oksidatif stres açısından değerlendirildi. Duygusal stresi değerlendirmek için Depresyon, Anksiyete ve Stres Ölçeği (DASS) anketi kullanıldı. Yaşları eşleştirilmiş 30 sağlıklı kadından oluşan kontrol grubu oluşturuldu.
Bulgular: Atak sırasındaki üriner oksidatif stres değerleri, tedavi sonrası gruba ve sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Tedavi sonrası BPPV grubunun üriner oksidatif stres değerleri ile sağlıklı kontrol grubu arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). DASS skorları atak sırasında ve tedavi sonrasında sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.05).
Sonuç: BPPV hastalarında spot idrar 8-OHdG, 8-OHG ve 8-hidroksi-guanin düzeylerindeki artış oksidatif stres için bir biyobelirteç olarak kullanılabilir. Ayrıca emosyonel stres oksidatif stresi artırarak BPPV ataklarını da tetikleyebilir. (SETB-2022-12-268)

8. 
Akut koroner sendromda atriyoventriküler blokların etkileri: Uzun süreli takip.
Effects of Atrioventricular Blocks in Acute Coronary Syndrome: Long-Term Follow-Up
Mutlu Cagan Sumerkan, Erol Kalender, Hakan Kilci, Ahmet Gurdal, Kudret Keskin, Serhat Sigirci, Omer Alyan
PMID: 37064846  PMCID: PMC10098387  doi: 10.14744/SEMB.2022.37786  Sayfalar 61 - 67
Amaç: Aritmiler, akut koroner sendromun (AKS) yaygın, ölümcül ve tedavi edilebilir komplikasyonudur. İskemik kardiyak olayların aritmik bulguları iyi bilinmektedir, ancak uzun dönem bulguları incelenmemiştir. Çalışmamızda AKS hastalarında eşlik eden atriyoventriküler blokların (AVB) uzun dönem etkileri analiz etmeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamız, tek merkezli ve geriye dönük olarak acil servise AVB eşilk ettiği AKS ile başvuran 85 hasta üzerinde yürütülmüştür.
Bulgular: Yetmiş altı (%89.4) hastada 3. derece AVB izlendi. Elli (%58,8) hastaya geciçi ve dört (%4,7) hastaya kalıcı kalp pili ihtiyaç oldu. Beş yıllık takip döneminde kardiyak ölüm olmamasına rağmen; hastane içi ölüm oranı %30,6 (26) saptandı. Yaşı büyük ve sistolik kan basıncı (SKB) düşük olan hastalarda ölüm oranları daha yüksek saptandı (sırasıyla Odds oranı (OR) 1.088, (p= 0.003), OR 0.912, (p<0.001)).
ST-segment yükselmeli miyokard enfarktüsü ve tam AVB alt grup analizlerinde bile mortalite oranları SKB ve yaşla ilişkiliydi [sırasıyla, OR: 0.917, (p<0.001), OR: 1.107 (p=0.002)], [sırasıyla OR: 0.917 (p<0.001), (OR: 1.087 p= 0.004)].
Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, AVB'li ACS hastaları uzun dönem iyi prognoz ile
ilişkilendirilebilir, ancak hastane içi takipte düşük SBP ve/veya yüksek yaş olması kötü prognoz ile ilişkilidir. (SETB-2022-06-143)

9. 
Pediatrik ve Erişkin Karaciğer Yoğun Bakım Ünitesinde Hiperammonemi ve Hepatik Ensefalopati
Hyperammonemia and Hepatic Encephalopathy in Pediatric and Adult Liver Intensive Care Unit
Ilhan Ocak, Mustafa Colak, Muharrem Battal
PMID: 37064852  PMCID: PMC10098397  doi: 10.14744/SEMB.2022.78872  Sayfalar 68 - 72
Amaç
Hepatik Ensefalopatinin (HE) nörotoksisitesine neden olan kesin mekanizma hala bilinmemektedir. Bu retrospektif çalışmada hiperamonyemi sıklığını ve hepatik ensefalopati ile ilişkisini tanımlamayı amaçladık.
Material ve Method
Organ Nakli ve Hepato-Pankreato-Bilier Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesi'nde Ağustos 2021-Ağustos 2022 tarihleri arasında takip edilen 190 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Yoğun Bakım Ünite’sindeki kaldıkları süre boyunca amonyak düzeyi ölçülen 111 yetişkin ve çocuk hasta çalışmaya dahil edildi.West Haven Criteria ile değerlendirildi. Gruplarda 0-4 arası HE grades mevcuttu.
Bulgular
111 hastanın yaş medyan (aralık) 5 (0-16) çocuk ve 60 (20-104) yetişkin idi. Amonyak değeri medyan(aralık) 42,2 (16-314) idi. Tüm hastaların 39'unda (%35) hiperamonyemi mevcuttu. Hiperamonyemi ve evre 0 ensefalopatisi olan hastalar 16(%14), evre 1-2 hastalar 11(%10), evre 3 hastalar 12(%11) idi.
Tartışma ve Sonuç
Bulgularımız ve literatür kanıtlarımız, HE gelişiminden sorumlu birincil faktörün amonyağın olduğu görüşünü güçlü bir şekilde desteklerken, amonyak dışındaki faktörlerin sadece HE'yi alevlendirebileceğini göstermektedir. Ek olarak ALF'li ve ACLF'li hastalarda artan amonyak değerinin ensefalopati derecesindeki artışla korele olduğunu düşünmekteyiz. (SETB-2022-09-215)

10. 
İnflamatuvar Bağırsak Hastalığı tanılı çocuklarda ekstraintestinal sistem bulguları
Extraintestinal Manifestations in Children Diagnosed with Inflammatory Bowel Disease
Zubeyr Kavcar, Hasret Ayyildiz Civan, Didem Gulcu Taskin, Sadik Sami Hatipoglu
PMID: 37064841  PMCID: PMC10098386  doi: 10.14744/SEMB.2022.32708  Sayfalar 73 - 78
Amaç: Çalışmamızda İnflamatuvar Bağırsak Hastalığı (IBH) olan çocuklarda bağırsak dışı bulguların sıklığını ve bunun hastalık aktivitesi, hastalık tipi ve hastalık yaşı ile korelasyonunu değerlendirmeyi amaçladık.
Metod: Çalışmaya 18 yaş altı, IBH tanısı ile takip edilen hastalar dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, yaşları, cinsiyetleri, hastalık tipleri ve tanı konulan yaşları kayıt altına alındı. Çalışmaya dahil edilen hastaların hastalık aktivite indeksleri enson vizitlerinde yapılan fizik muayene ve laboratuvar bulguları kullanılarak Ülseratif Kolit (ÜK) hastalarında Pediatrik Ülseratif Kolit Aktivite İndeksi, Crohn Hastalarında (CH) ise Pediatrik Crohn Hastalığı Aktivite İndeksi kullanılarak hesaplandı.
Sonuçlar: Çalışmaya toplam 44 hasta dahil edildi, hastaların 40.9% (n = 18)’u kız ve 59.1% (n=26)’i erkek idi. Hasta yaşları 8-19 arasında değişirken ortalama yaş 14.64 ± 3.19 yıl idi. Hastalık tipine göre hastaların 27.3%’ü CH ve 72.7%’si ÜK idi. Hastalık aktivitesi değerlendirildiğinde hastaların 37.2% remisyonda iken 37.2%’si hafif aktivasyon, 16.3%’ü orta aktivasyon ve 9.3%’ü ise ciddi aktivasyon mevcut idi. Hastalık ile birlikte bağırsak dışı bulguların sıklığı kızlarda 77.8%, erkeklerde ise 65.4% idi. CH’de bağırsak dışı bulgu sıklığı % 75 iken ÜK’de % 68,8 sıklığında idi. Bağırsak dışı bulgularda en sık karaciğer tutulumu (%41,5) sonra sırasıyla eklem tutulumu (%29,5), osteoporoz (%7), osteopenia (%16,3), göz tutulumu (üveit) (%2.3), cilt tutulumu (eriteme noduzum) (%2,3) görüldü.
Tartışma: Bağırsak dışı bulgular çocukluk IBH’lerde sık görülmektedir. Bilindiğinin aksine bağırsak dışı bulgular ÜK hastalarında da CH’larında görüldüğü kadar sık görülmektedir. (SETB-2022-10-229)

11. 
Gestasyonel Diabetes Mellitus ve Adipositokin Düzeyleri Arasındaki İlişki
The Relationship Between Gestational Diabetes Mellitus and Adipocytokine Levels
Gul Inci Torun, Dilek Tuzun, Murat Sahin, Metin Kilinc
PMID: 37064840  PMCID: PMC10098403  doi: 10.14744/SEMB.2022.62592  Sayfalar 79 - 85
Amaç: Bu çalışmanın amacı, gestasyonel diabetes mellitus (GDM) tanısı alan gebeler ile sağlıklı gebeler arasında adiponektin, resistin, visfatin ve irisin düzeylerini karşılaştırmak ve bu parametrelerin GDM patofizyolojisinde ve erken tanıdaki rolünü değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 50 GDM ve 50 sağlıklı gebe dahil edildi. Gebelerin antropometrik ölçümleri yapıldı. Açlık kan şekeri (AKŞ), hemoglobinA1c (HbA1c), 75gr OGTT, düşük yoğunluklu lipoprotein(LDL), trigliserit(TG), tam kan sayımı sonuçları kaydedildi. Adiponektin, irisin, visfatin, resistin ve CRP düzeyleri bakıldı.
Bulgular: GDM'li gebelerde sağlıklı gebelere göre serum adiponektin düzeyleri anlamlı olarak daha düşük (p <0.001) ve serum resistin ve CRP düzeyleri anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla p =0.000 ve p = 0.027). Serum irisin ve visfatin düzeylerine göre gruplar arasında anlamlı fark yoktu (sırasıyla p=0,942 ve p=0,332). Adiponektin düzeyi ile APG, visfatin ve resistin arasında negatif, irisin düzeyi arasında ise pozitif korelasyon saptandı. Rezistin ve CRP düzeyleri arasında pozitif korelasyon varken adiponektin düzeyi arasında negatif korelasyon vardı. İrisin ve adiponektin düzeyleri arasında pozitif korelasyon varken, ağırlık ile vücut kitle indeksi (VKİ) arasında negatif korelasyon vardı.
Sonuç: Bu çalışmada GDM'li hastalarda serum resistin ve CRP düzeylerinin yükselmesi ile adiponektin düzeylerinin düşmesinin glukoz metabolizması değişikliklerinde rol oynayabileceğini düşünmekteyiz. Bu konuda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. (SETB-2022-08-199)

12. 
İnvaziv meme karsinomundaki PASH (Psödoanjiomatöz Stromal Hiperplazi)-benzeri alanların tümör dışı meme parankimindeki PASH alanları ve aksiller lenf nodu tutulumu ile olan ilişkisi
The Relationship of Pseudoangiomatous Stromal Hyperplasia (PASH)-Like Appearance in Invasive Breast Carcinomas with PASH Areas in Non-Tumoral Breast Parenchyma as Well as on Axillary Lymph Node Involvement
Buket Bambul Sigirci, Canan Kelten Talu, Gamze Usul, Fadime Didem Can Trabulus, Esra Arslan
PMID: 37064847  PMCID: PMC10098401  doi: 10.14744/SEMB.2022.39001  Sayfalar 86 - 91
Amaç: İnvaziv meme karsinomlarında izlenen PASH(Psödoanjiomatöz stromal hiperplazi)-benzeri görünümün, tümör dışı meme parankimindeki PASH odakları ve aksiller lenf nodu tutulumu ile ilişkisini belirlemek.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 200 invaziv meme karsinomu olgusu yeniden incelendi. İnvaziv meme karsinomlarında PASH-benzeri alan içeren ve içermeyen olgular belirlendi. Olgular, tümör dışı alanlarda eşlik eden PASH odakları (CD 34 +, CD 31-) ve diğer klinikopatolojik parametreler açısından değerlendirildi.
Bulgular: İnvaziv meme karsinomu içinde PASH-benzeri görünüm 200 olgunun 22’sinde (11%) mevcuttu ve 178’inde (89%) yoktu. Tümör olmayan meme parankiminde izlenen PASH odaklarının, invaziv meme karsinomunda PASH-benzeri alanlar içerenlerde içermeyenlere göre daha yaygın olduğu saptandı. Ancak bu iki grup arasında, diğer klinikopatolojik bulgular (yaş, tümör boyutu, nükleer ve histolojik derece, Östrojen ve Progesteron reseptör durumu, HER2 durumu ve Ki-67 proliferasyon indeksi), lenfovasküler invazyon ve aksiller lenf nodu açısından anlamlı fark yoktu. Tümöral olmayan alanlarda izlenen histopatolojik bulgular açısından da iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı.
Sonuç: İnvaziv meme karsinomu içinde izlenen PASH-benzeri görünüm, tümöral olmayan meme parankiminde izlelen PASH odakları ile anlamlı oranda ilişkili bulundu. Ancak bu olgularda lenfovasküler invazyon ve aksiller lenf nodu metastazı açısından farklılık izlenmedi. (SETB-2022-02-045)

13. 
Iyatrojenik Üreter Avülsiyonu Sonrası Böbrek Kaybını Öngörücü Faktörler ve Medikolegal Açıdan Değerlendirilmesi
The Predictive Factors of Renal Loss After Iatrogenic Ureteral Avulsion in the Medicolegal Perspective
Ali Ihsan Tasci, Yavuz Onur Danacioglu, Fatih Akkas, Salih Polat, Yusuf Arikan, Ekrem Guner, Feyzi Arda Atar, Yalcin Buyuk
PMID: 37064857  PMCID: PMC10098398  doi: 10.14744/SEMB.2022.92603  Sayfalar 92 - 98
Amaç: Etkili ve minimal invaziv bir teknik olarak üreteroskopinin bazı potansiyel intraoperatif komplikasyonları vardır. Nadir de olsa üreter avulsiyonu bu komplikasyonlar arasındadır. Bu çalışma literatürde ilk kez üreter avulsiyonunu medikolegal açıdan ele alarak nefrektomiyi öngören faktörleri belirlemeyi amaçlamıştır.
Materyal-Method: Eylül 2004-Nisan 2019 tarihleri arasında Türkiye'de çeşitli hastanelere başvuran ve Adli Tıp Kurumu'nda malpraktis yönünden incelemeye alınan üreteroskopik cerrahi sırasında üreter avulsiyonu gelişen toplam 33 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Üreter avulsiyonu sonrası nefrektomi yapılan hastalar Grup 1, rekonstrüktif cerrahi uygulananlar Grup 2 olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 39.5±12.1 yıl idi. On yedi (%51,5) hastada kısmi ve 16'sında (%48,4) tam üreter avulsiyonu vardı. Hastaların 14'üne (%42.4) nefrektomi, 19'una (%57.5) üreter rekonstrüksiyonu uygulandı. Grup 1'deki hastaların Grup 2'ye göre daha fazla proksimal taş ve daha yüksek derecede hidronefroz olduğu belirlendi. Grup 1'deki hastaların %71.4'ünde, Grup 2'deki hastaların ise %31.6'sında tam avulsiyon gelişti. Grup 1'deki hastaların %78,6'sı bir devlet hastanesinde, Grup 2'deki hastaların %63.2'si üçüncü basamak bir sevk hastanesinde tedavi görmüştür. Hidronefroz derecesindeki artış, tam avulsiyon varlığı ve devlet hastanesinde müdahale nefrektomi için bağımsız prediktif faktörler olarak belirlendi.
Sonuç: Bu çalışma üreter avulsiyonunu medikolegal olarak değerlendiren ve nefrektomi için prediktif faktörleri belirleyen literatürdeki en geniş kohorta sahip ilk çalışmadır. Üreter avulsiyonu varlığında her hastanın farklı yöntemlerle tedavi edilmesi gerekse de çalışmamız bu katastrofik komplikasyona ortak bir yaklaşım sağlamayı amaçlamıştır. (SETB-2022-09-207)

14. 
Fournier Gangreni tedavisinin tarihinde neler değişti: Tek merkez deneyimi
What Has Changed in the History of Fournier’s Gangrene Treatment: The Single-Center Experience
Cemil Kutsal, İbrahim Halil Baloglu, Nihat Turkmen, Taner Haciosmanoglu, Ahmet Tevfik Albayrak, Ali Emre Cekmece, Soner Guney
PMID: 37064849  PMCID: PMC10098399  doi: 10.14744/SEMB.2023.90757  Sayfalar 99 - 104
Amaç
Fournier Gangreni (FG), acil müdahale gerektiren hızlı ilerleyen bir enfeksiyondur. Ameliyat sonrası yara kapama önemli bir tedavi adımıdır ve alternatif bir yara kapama yöntemi olarak vakum yardımlı kapama (VAC) tercih edilebilir. Fournier Gangreni Şiddet İndeksi (FGSI), FG'de prognozu değerlendirmek için geliştirilebilen ölçeklerden bir tanesidir. Bu çalışma FG tedavisinin tarihsel gelişim sürecinde kullanılan ve geliştirilen VAC tedavisini, konvansiyonel yara pansumanı (CWD) ile karşılaştırmayı amaçlamaktadır.
Yöntemler
Hastanemizde Ocak 2010 Temmuz 2021 tarihleri arasında FG tanısı ile tedavi edilen 85 hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. VAC grubunda vakum cihazı sızdırmaz şekilde uygulandı. CWD grubunda yara pansumanı uygulandı. VAC cihazı subatmosferik basınca ayarlandı. Tüm hastalara takipleri esnasında genişspektrumlu antibiyoterapi uygulandı.Takipleri esnasında nekrotik dokular tespit edildikçe uygun analjezi ve anestezi sağlanarak re debridmanlar uygulandı. Hastaların demografik verileri kayıtlar üzerinde toplandı. Klinik ve laboratuar verileri kayıtlar üzerinden elde edilerek 1.saat, 72.saat ve 1. hafta FSGI değerleri hesaplandı. İstatistiksel analizde; sürekli değişkenler ortalama ± standart sapma, sıralı değişkenler medyan [IQR] ve kategorik değişkenler n (%) olarak ifade edildi. Gruplar arası analizlerde veriler normal dağılıyorsa student t testi kullanıldı. Normal dağılım göstermiyorsa Mann-Whitney U testi uygulandı.
Bulgular
Çalışmamıza FG tanısı konulan 55 hasta dahil edildi. 18 hastaya CWD, 37 hastaya VAC uygulandı VAC kullanan hastaların ortalama 1. saat FGSI 7,05 (3,75-8), CWD uygulanan hastaların 5,5 (5-9) (p=0,067). Ortalama 72. saat FGSI VAC grubunda 5,35 (3,5-7), CWD grubunda 5,33 (4,75-6,25) bulundu (p=0,714). Ortalama 1. hafta FGSI VAC grubu 2,97(1-5), CWD grubunda 5(4-6) idi (p=0,0001).
Sonuç
VAC, hastanede kalış süresini önemli ölçüde azaltır. Analizimizde, her iki grup da 1. hafta FGSI'leri arasında anlamlı bir fark gözlemledi. Bu, FG tedavisinde kullanılan VAC tedavisinin etkisinin temel bir göstergesi olan FGSI' yi değerlendiren ilk çalışmadır. FG tedavisi tarihinde, geleneksel yara pansumanının yerini VAC almıştır. (SETB-2023-01-04)

15. 
Demir Eksikliği Çocuklarda İnguinal Herni Gelişimi İçin Risk Faktörü Olabilir
Iron Deficiency may be a Risk Factor for Inguinal Hernia Development in Children
Birsen Harma, Tugba Raika Kiran, Feyza Inceoglu
PMID: 37064850  PMCID: PMC10098400  doi: 10.14744/SEMB.2023.60343  Sayfalar 105 - 110
Amaç:
Bu çalışmada, inguinal herni tanısı ile ameliyat edilen pediatrik hastaların rutin hemogram ve biyokimyasal parametrelerinin etyopatogenez ile ilişkisi araştırıldı.
Gereç ve Yöntem
Ocak 2019-Kasım 2022 tarihleri arasında inguinal herni nedeniyle opera edilen seksen olgu çalışmaya dahil edildi. Hastane kayıtları kullanılarak, bilinen herhangi bir hematolojik veya metabolik hastalık öyküsü veya düzenli ilaç kullanımı olmayan seksen pediatrik hasta ile de bir kontrol grubu oluşturuldu. Her iki grupta da hemoglobin (Hgb), hematokrit (Htc), ortalama korpusküler hacim (MCV), ortalama korpusküler hemoglobin (MCH), ortalama korpusküler hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), eritrosit dağılım genişliği (RDW) ve trombosit (PLT)
değerlerini karşılaştırmak için istatistiksel analiz yapıldı.
Bulgular
Çocuk hastaların yaş aralığı 1-14 yıl idi. Seksen çocuğun 47'si (%58,8) erkek, 33'ü (%41,3) kadındı ve yaş ortalaması 5,79 ± 3,26 saptandı. İn guinal herni hastalarında Hgb, Htc, MCH, MCHC ve MCV değerleri kontrol grubundakilere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede
düşük (p<0.05) ve RDW değerleri ise anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05).
Sonuç
Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, M CH, MCHC, MCV, Hgb, HTC değerlerinde gözlenen azalma ve hasta grubunda RDW'deki artış, demir eksikliğinin muhtemel etkisini düşündürmektedir. Bu spesifik değişiklikler, demir eksikliğinin kollajen yapısında yapısal değişikliklere yol açarak çocukluk çağındaki inguinal hernilerin etyopatogenezine katkıda bulunabileceğini düşündürmektedir. (SETB-2023-01-013)

16. 
Primer Hiperparatiroidizmde Negatif Görüntüleme Sonucu ile Cerrahi Başarı Oranı İlişkisi
The Relationship of Negative Imaging Result and Surgical Success Rate in Primary Hyperparathyroidism
Mehmet Taner Unlu, Mehmet Kostek, Ozan Caliskan, Tugba Ata Sekban, Nurcihan Aygun, Mehmet Uludag
PMID: 37064856  PMCID: PMC10098394  doi: 10.14744/SEMB.2023.09076  Sayfalar 111 - 117
Giriş: Günümüzde halen primer hiperparatiroidi (pHPT)’li hastalarda preoperatif negatif görüntülemenin cerrahi sonuçlar üzerine etkisi tartışmalıdır. Bu çalışmada preoperatif görüntülemenin cerrahi sonuçlara etkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Materyal ve Metod: 2009-2018 tarihleri arasında opere edilen pHPT’li hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar sintigrafik ve/veya ultrason görüntüleme pozitifliğine göre 3 gruba ayrıldı: Grup 1; her iki görüntüleme pozitif, Grup 2; bir görüntüleme pozitif, Grup 3; her iki görüntüleme yönteminin de negatif olduğu hastalar. Grupların preoperatif biyokimyasal özellikleri, paratiroid patolojileri, patolojik bezin çapı ve hacmi, uygulanan ameliyat oranları, persistan ve reküren hastalık oranları karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama takip süresi 24,7+18 olan ve yaş ortalaması 54,1+12,9 olan 311 hastanın (258K, 53E) 161’I grup 1, 111’i grup 2, 39’u grup 3’te yer almaktaydı. Grup 1’de patolojik bez çapı (Grup 1, 2, 3’te sırası ile 2.1±0.8, 1.6±0.9, 1.5±0.7 cm; p<0.001), patolojik bez hacmi (Grup 1, 2, 3’te sırası ile 2±3.2, 1.4±2.9, 1.1±2.2 cm3; p<0.001), grup 3’te çoklu bez hastalığı oranı (Grup 1, 2, 3’te sırası 5.7%, 11%, 21%; p=0.024) anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.024). Grup 1,2,3’te bilateral eksplorasyon oranı sırası ile 93.2%, 48.6%, 5.1% olup, odaklanmış cerrahi veya unilateral boyun eksplorasyonu oranları sırası ile 6.8%, 51.4%, 94.9% olup fark anlamlı idi (p<0.001). İlk cerrahi sonrası grup 1,2,3’te sırası ile kür oranı 91.3%, 93.7%, 89.7%, persistan hasta oranı 7.5%, 3.6%, 10,3% olup anlamlı fark yoktu. Persistan ve nüks hastalarda uygulanan ikincil girişim sonrası takip süresi sonunda toplam kür oranı sırası ile 97.4%, 96.4%, 97.4%, persistans hastalık oranı 1.3%, 1.8%, 2.6%, nüks
hastalık oranı 1.3%, 1.8%, %0 olarak saptandı.
Sonuç: pHPT’li görüntüleme negatif olgularda cerrahi sırasında çoklu bez hastalığı olasılığı ve daha küçük patolojik bez olasılığının yüksek olabileceği göz önüne alınmalıdır. Görüntüleme negatif hastalarda cerrahi görüntüleme pozitif hastalar benzer ve kabul edilebilir kür oranı ile uygulanabilir. (SETB-2023-01-019)

17. Henüz tamamlanmamış! (Türkçe)
What Would be the Difference Between Operative Treatment of Patients with Tibia Fractures out of Working Hours; Intramedullary Nailing for Tibial Shaft Fractures
Mehmet Selcuk Saygili, Ali Cagri Tekin, Tugrul Ergun, Baris Ozkul, Deniz Akbulut, Mustafa Alper Incesoy, Bilal Demir
PMID: 37064843  PMCID: PMC10098389  doi: 10.14744/SEMB.2022.11129  Sayfalar 118 - 123

18. 
Sternum Detaşmanı Tamirinde Geleneksel veya Yenilikçi Yaklaşım: Robicsek veya Titanyum Plak
Tradition or Innovation in Sternal Dehiscence Repair: Robicsek Versus Titanium Plate
Yasin Ozden, Safa Ozcelik, Osman Murat Bastopcu, Seyma Ozden, Ugur Kisa, Huseyin Kuplay
PMID: 37064859  PMCID: PMC10098402  doi: 10.14744/SEMB.2022.73454  Sayfalar 124 - 129
Amaç: Sternotomi, kalp cerrahisinde halen en sık kullanılan insizyon yöntemidir. Sternal komplikasyonlar %0,5 ila %6,1 oranında görülür. Sternal detaşman, kalp cerrahisi sonrası morbidite ve mortaliteyi arttırır. Detaşmanı önlemek için alternatif sternum kapatma yöntemleri arayışları günümüzde de devam etmektedir. Bu amaçla üretilen titanyum plaklar, sternum detaşmanı nedeniyle reopere olan hastalarda da kullanılabilir. Çalışmamızda sternum detaşmanı nedeniyle reopere edilen hastalarda titanyum plak tamir yöntemi ile robicsek tamir yönteminin postoperatif sonuçlara etkisini araştırdık.
Yöntemler: Eylül 2013-Aralık 2020 tarihleri arasında hastanemizde sternal detaşman nedeniyle reoperasyon uygulanan ve preoperatif dönemde enfeksiyon bulgusu olmayan 34 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastalar uygulanan cerrahi yönteme göre üç gruba ayrıldı. Bu gruplar; Grup 1: robicsek yöntemi kullanılan vakalar, Grup 2: titanyum plak yöntemi kullanılan vakalar, Grup 3: robicsek + titanyum plak yöntemlerinin bir arada kullanıldığı vakalar idi.
Bulgular: Temel demografik özellikler ve sternal detaşmana neden olan risk faktörleri açısından anlamlı fark olmayan hasta gruplarında mortalite ve hastanede kalış süresi açısından da anlamlı fark görülmedi. Postoperatif dönemde enfeksiyon oranlarına bakıldığında grup 1 ve grup 3'te sırasıyla %20 ve %21.4 postoperatif enfeksiyon tespit edilirken, sadece Robicsek tekniği ile tamir edilen grup 2'de postoperatif enfeksiyon %70 olarak gözlendi (p<0.05).
Sonuç: Literatürdeki çoğu çalışmanın desteklediği gibi titanyum plak uygulaması klasik tel serklaj yöntemine göre daha üstün bir sternum stabilizasyonu sağlamaktadır. Maliyet-etkililik açısından değerlendirildiğinde sternum detaşmanı açısından yüksek riskli hastalarda titanyum plak yöntemi uygulanabilir. (SETB-2022-04-087)

19. 
Koroner Arter Bypass Greftleme İle İlgili YouTubeTM Videolarının Kalitesinin Değerlendirilmesi
The Evaluation of YouTube™ English Videos’ Quality About Coronary Artery Bypass Grafting
Hakki Kursat Cetin, Ismail Koramaz, Mehdi Zengin, Tolga Demir
PMID: 37064855  PMCID: PMC10098393  doi: 10.14744/SEMB.2022.59908  Sayfalar 130 - 135
Amaç: YouTubeTM' daki koroner arter bypass cerrahisi (KABC) ile ilgili İngilizce videoların güvenilirliğini ve kalitesini netleştirmek.
Gereç ve Yöntem: Çalışma 16 Temmuz-30 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Bir kardiyovasküler cerrah YouTubeTM'da "koroner arter hastalığı", "koroner arter tedavisi", "koroner arter baypas" ve "koroner arter baypas ameliyatı" terimlerini içeren videoları aradı. Tüm videolar, videoyu yükleyen kaynağa göre profesyonel videolar ve profesyonel olmayan videolar olarak iki gruba ayrıldı. YouTubeTM'daki video süresi, video uzunluğu ve her video için izlenme sayısı gibi video özellikleri kaydedildi. Ayrıca 'yorum', 'beğeni' ve 'beğenmeme' sayıları da not edildi. Ayrıca videoların hedef kitlesi (profesyonel sağlık çalışanları ve hastalar) analiz edilmiş ve her video için DISCERN puanı ve Global Kalite Puanı (GQS) hesaplanmıştır.
Bulgular: Toplamda 812 video, yükleme kaynaklarına göre iki gruba ayrıldı; 448 video profesyonel video, 364 video ise profesyonel olmayan video olarak kategorize edildi. Ortalama izlenme sayısı profesyonel videolar için 3220,5 ve profesyonel olmayan videolar için 2216,5 'tü (p= 0,001). Ayrıca ortalama “beğenme” sayıları ve ortalama yorum sayıları profesyonel videolar için anlamlı derecede daha yüksekti (p= 0,001 ve p= 0,001). Ortalama DISCERN puanı profesyonel videolar için 2,6 ve profesyonel olmayan videolar için 1,5 idi (p= 0,001). Benzer şekilde, ortalama GSQ profesyonel videolar için önemli ölçüde daha yüksekti (3,5 'e karşı 2,5, p= 0.001).
Sonuç: Profesyonel sağlık çalışanları tarafından paylaşılan İngilizce YouTubeTM videoları, önemli ölçüde daha yüksek DISCERN puanı ve GQS ile daha kaliteli ve güvenilirdir. (SETB-2022-08-181)

OLGU SUNUMU
20. 
Feokromositoma ve ektopik pelvik böbreği olan bir hastada sol adrenal venin direkt olarak inferior vena kava’ya drenajı
Left Adrenal Venous Drainage into the Inferior Vena Cava in a Pheochromocytoma Patient with Ectopic Pelvic Kidney
Berke Sengun, Yalin Iscan, Ismail Cem Sormaz, Nihat Aksakal, Arzu Poyanli, Fatih Tunca, Yasemin Senyurek
PMID: 37064842  PMCID: PMC10098395  doi: 10.14744/SEMB.2022.84669  Sayfalar 136 - 139
Adrenal venöz varyasyonlar oldukça nadir görülür. İnsidental olarak saptanan sol adrenal kitle nedeniyle tarafımıza başvuran 66 yaş kadın hastanın 3 yıldır hipertansiyonu mevcuttu. Esansiyel trombositopeni nedeniyle yapılan abdominal manyetik rezonans ile görüntülemede sol adrenal bölgede kitle tespit edildi. Laboratuvar analizleri bu kitlenin feokromositoma ile uyumlu olduğunu gösterdi. Preoperatif bilgisayarlı tomografi (BT) anjiyografi ile görüntülemede sol böbreğin pelviste lokalize olduğu, sol adrenal venin direkt olarak inferior vena kava’ya drene olduğu görüldü. Laparoskopik transabdominal sol adrenalektomi takiben hastanın patoloji raporunun feokromositomayla uyumlu olduğu görüldü. Adrenal venöz varyasyonlar oldukça nadir görülür. Literatürde sol adrenal venin inferior vena kava’ya döküldüğü birkaç adet olgu sunumu mevcuttur. Kadavralarda yapılan çalışmalar hastalıksız anatomiye sahip hastalarda yapılmıştır. Adrenal venöz anatomi ile ilgili yapılan klinik çalışmalar limitlidir. Bu çalışmalarda en sık görülen varyasyonlar genellikle sayı ile ilgilidir, genellikle artan tümör boyutu ve eokromositima patolojisi ile korreledir. Preoperatif BT anjiyografi görüntüleme venöz anatominin belirlenmesinde önemli olabilir. Bu olgu sunumunda, oldukça nadir görülen sol ektopik böbreğe sahip bir hastada sol adrenal feokromositoma nedeniyle laparoskopik sol adrenalektomi yapılan bir hastada sol adrenal venin direkt olarak inferior vena kava’ya drene olduğu görüşmüştür ve literatürde ilk defa tanımlanmıştır. Preoperatif BT anjiyografi ile görüntüleme, bu varyasyonun tespitinde rol oynamıştır. (SETB-2022-05-117)

21. 
Orta Kulak Adenomatoz Nöroendokrin Tümörü: Olgu Sunumu ve Literatür Taraması
Middle Ear Adenomatous Neuroendocrine Tumor: A Case Report and Review of Literature
Ozan Ozdemir, Ayse Pelin Yigider, Ozgur Yigit
PMID: 37064854  PMCID: PMC10098404  doi: 10.14744/SEMB.2022.57442  Sayfalar 140 - 142
Orta kulak adenomatöz nöroendokrin tümörü nadir görülen bir durumdur ve tüm orta kulak tümörlerinin yaklaşık %2'sini oluşturur Histolojik olarak nöroendokrin ve glandüler yapıların varlığı adenom, karsinoid tümör ve nöroendokrin tümör gibi çok çeşitli terminolojilerin kullanılmasına yol açmıştır. Hastalar genellikle tek taraflı işitme kaybı, kulakta dolgunluk, kulak çınlaması ve kulak ağrısı gibi spesifik olmayan semptomlara sahiptir. Spesifik bir radyolojik bulgu yoktur. Kesin tanı, tümörün tamamen çıkarılması ve kombine histopatoloji ve immünohistokimyasal incelemeye dayanır. Bu yazıda sol kulakta işitme kaybı ve kulakta dolgunluk şikayetleri ile başvuran hastamızı tartıştık. Otomikroskopide sol dış kulak yolunu dolduran polipoid doku kitlesi görüldü. Saf ses odyometri testinde saf ses ortalaması L45/5 R10/0 ve sol kulakta timpanogram tip B olarak rapor edildi. Temporal kemik bilgisayarlı tomografisinde orta kulaktaki yumuşak doku kitlesinin antrum ve dış kulak yoluna uzandığı görüldü. Dış kulak yolundaki görünen kitleden lokal anestezi altında alınan biyopsi nöroendokrin tümör olarak rapor edildi ve ameliyat sonrası histopatoloji ve immünokimya ile tanı doğrulandı. (SETB-2022-03-068)

LookUs & Online Makale