ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 58 (2)
Cilt: 58  Sayı: 2 - 2024
1. Henüz tamamlanmamış! (Türkçe)
Front Matter

Sayfalar I - IX

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2. 
Tip 1 Diabetes Mellituslu Çocuklarda Glisemik Kontrolün Trombosit İndeksleri Üzerine Etkisi
Effect of Glycemic Control on Platelet Indices in Children with Type 1 Diabetes Mellitus
Kamile Yucel, Sekibe Isik Disci, Mehtap Yucel
PMID: 39021682  PMCID: PMC11249991  doi: 10.14744/SEMB.2024.56767  Sayfalar 139 - 145
Amaç: Çalışmanın amacı Tip 1 diyabetes mellitüs (T1DM) tanısı alan çocukları bazı laboratuvar parametreleri ve trombosit indeksleri açısından sağlıklı kontrollerle karşılaştırmaktır.
Yöntemler: Bu çalışma retrospektiftir. Hastaları <%7 (iyi) ve ≥%7 (kötü) olarak sınıflandırmak için hemoglobin A1c HbA1c değerlerini kullandık. Trombosit kütlesi (PM) değeri hemogram verilerinden hesaplandı (PM=PLTxMPV).
Bulgular: Çalışmaya T1DM tanısı almış toplam 87 hasta ve 120 sağlıklı katılımcı dahil edildi. Açlık glukozu, üre, kreatinin, hemoglobin (HGB), eritrosit (RBC), ortalama trombosit hacmi (MPV) ve trombosit dağılım genişliği (PDW) hasta grubunda sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti. Trombosit (PLT), trombositokrit (PCT) ve trombosit kütlesi (PM), kötü glisemik kontrolde, iyi glisemik kontrol ve sağlıklı gruplara göre anlamlı derecede düşüktü. Sağlıklı kontrol grubundaki PDW, iyi ve kötü glisemik kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü. Glisemik kontrolü kötü olan grupta MPV ile HbA1c düzeyi arasında pozitif ve anlamlı bir korelasyon mevcuttu (r=0.401, p<0.05).
Sonuç: Özetlemek gerekirse, sonuçlarımız MPV ve PDW'nin T1DM'li çocuklarda sağlıklı kontrollere kıyasla anlamlı derecede yüksek olduğunu göstermektedir. Glisemik kontrolün zayıf olduğu grupta PLT düzeyleri diğer iki gruba göre anlamlı derecede düşüktü ve PCT ve PM düzeylerinde düşüşe yol açtı. PLT seviyelerindeki azalmanın PLT'nin hiperaktivitesinden ve hızlı dönüşümünden kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için daha kapsamlı yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır. (SETB-2023-12-233)

3. 
Tip 1 Diabetes Mellituslu Çocuklarda Yaşam Kalitesi ve Psikososyal Sorunların Değerlendirilmesi
Evaluation of Quality of Life and Psychosocial Problems in Children with Type 1 Diabetes Mellitus
Elida Yuksel, Lida Bulbul, Semra Yilmaz, Sami Hatipoglu, Esra Deniz Papatya Cakir
PMID: 39021699  PMCID: PMC11249999  doi: 10.14744/SEMB.2024.21456  Sayfalar 146 - 154
Amaç: Tip 1 diyabetli (T1DM) 8-18 yaş arası çocuk ve ergenlerde psikososyal sorunların sıklığını ve yaşam kalitesini etkileyen faktörleri değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada, T1DM tanısıyla en az 6 ay boyunca takip edilen 8-18 yaş arası çocuk ve ergenler değerlendirilerek, sağlıklı çocuk ve ergenlerle karşılaştırıldı. Her iki grubun hastalık takibi ve sosyodemografik özelliklerine ilişkin veriler çalışma formuna kaydedildi. Ayrıca her iki gruba da Çocuklarda Depresyon Envanteri (CDI), Çocuklarda Anksiyete İle İlgili Bozukluklar Taraması (SCARED) ve Çocuklarda Yaşam Kalitesi Anketi (KINDL: KINDerLebensqualitätsfragebogen) uygulandı. T1DM grubu ile kontrol grubunun ölçek puanları karşılaştırıldı.
Bulgular: Bu çalışma için 81'i T1DM grubunda ve 100'ü kontrol grubunda olmak üzere toplam 181 çocuk veya ergen değerlendirildi. Ortalama yaş T1DM grubunda 13,1±2,4 yıl, kontrol grubunda ise 12,4±2,1 yıl idi. Ortalama CDI, SCARED ve KINDL puanları sırasıyla; T1DM grubunda 15,3±7,2, 23,6±11,9, 53,5±13,7, kontrol grubunda ise 7,9±6,8, 14,7±13, 60±11,6 idi. İki grup arasında ortalama CDI, SCARED ve KINDL skorları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (tüm p değerleri <0,001). Evde diyabet diyetine uyum azaldıkça ortalama CDI skorunda anlamlı artış (p=0,005), KINDL skorunda ise anlamlı düşüş (p=0,002) görüldü. Ev dışında diyabetik diyete uyum azaldıkça KINDL skorunun anlamlı düzeyde azaldığı görüldü (p=0,001).
Sonuç: T1DM'li çocuklarda sağlıklı çocuklara göre yaşam kalitesi daha düşük, depresyon ve anksiyete düzeyleri daha yüksektir. Bu nedenle Tip 1DM'li çocuklara tanı anından itibaren psikososyal destek sağlanması gerekmektedir. (SETB-2024-01-013)

4. 
Sefalosporin Allerji Öyküsü Olan Çocuklarda Penisilin ve Sefalosporinler Arasındaki Çapraz Reaksiyonun Değerlendirilmesi
Evaluation of Cross-Reactivity Between Penicillins and Cephalosporins in Children with a History of Cephalosporin Allergy
Nursah Eker, Gunsel Kutluk, Feyzullah Cetinkaya
PMID: 39021692  PMCID: PMC11250002  doi: 10.14744/SEMB.2024.08286  Sayfalar 155 - 158
Amaç: Sefalosporinler ve penisilinler arasındaki çapraz reaksiyon daha çok penisilin alerji öyküsü olan hastalarda değerlendirilmiştir. Ancak sorunun diğer yönüne, yani öncelikle sefalosporinlere karşı duyarlılığı olan deneklerdeki çapraz reaksiyona ilişkin çok az veri mevcuttur. Bu prospektif çalışma ile, sefalosporinlere karşı alerjik reaksiyon öyküsü olan hastalarda penisilinlere ve diğer bazı sefalosporinlere karşı çapraz reaksiyonu değerlendirmek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya en az bir sefalosporine karşı alerjik reaksiyon öyküsü olan 21 çocuk dahil edildi. Deri testi, penisilinler ve yaygın olarak kullanılan üç sefalosporinin (sefazolin, sefuroksim ve seftriakson) minör ve majör determinan karışımlarından oluşan bir panel ile gerçekleştirildi.
Bulgular: Çocuklar önceki yılda herhangi bir beta-laktam antibiyotiğin 5,14 ± 4,91 (1-15) katı kullanmış ve en sık suçlanan sefalosporinler seftriakson (%42,92) ve sefuroksim, sefazolin, sefiksim, sefprozil ve sefotaksim (%9,5 her biri için) olmuştur. On dört (%66,7) olguda herhangi bir sefalosporin ile, 15 (%71,4) olguda ise penisilin alerjenleri ile deri testleri pozitif saptandı. Toplamda sefalosporin allerjisi pozitif olan çocukların %85,7'sinin penisiline veya üç sefalosporinden herhangi birine duyarlı olduğu belirlendi.
Sonuç: Sefalosporinlere karşı tip I aşırı duyarlılık reaksiyonu öyküsü olan çocuklarda penisilin ve diğer sefalosporinlere karşı advers reaksiyon gelişme riski yüksek görünmektedir. Bu nedenle sefalosporin allerjisi öyküsü olan hastalarda, kullanılmadan önce hem sefalosporinler hem de penisilinlerle deri testi yapılmalıdır. (SETB-2023-12-220)

5. 
Pandeminin Kedi ve Köpek Alerjisine Etkisi
The Impact of the Pandemic on Cat and Dog Allergies
Guler Yildirim, Begum Nalcakan Gunes, Nilay Caliskan, Hamit Bologur, Hilal Gungor, Muhammed Fatih Erbay, Merve Karaca Sahin, Ozlem Terzi, Deniz Ozceker
PMID: 39021696  PMCID: PMC11250001  doi: 10.14744/SEMB.2024.93797  Sayfalar 159 - 164
Amaç: Koronavirüs hastalığı (COVID-19) pandemisinin alerjik hastalar üzerine etkisi net olarak anlaşılamamıştır. Bu çalışmanın amacı, İstanbul’da solunum yolu alerjisi olan hastalarda, COVID-19 pandemisinin, kedi ve köpek alerjen duyarlılığı üzerindeki değişiklikleri araştırmaktır.
Yöntem: Pandemi öncesi (2018 mart-2020 mart) ve pandemi dönemi ve sonrası (2020 mart-2022 mart) deri testi uygulanan total 5499 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların yaş, cinsiyet, tanı, total IgE ve eozinofil değerleri kaydedildi. Hastalar 2-6 yaş, 7 yaş ve üstü olmak üzere iki gruba alındı. Her iki grupta pandemi öncesi ve sonrası kedi ve köpek duyarlanma sıklığını araştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 5499 çocuğun ortanca yaşı 77 aydı ve aralığı 2 ile 221 ay arasındaydı. Ayrıca, çocukların %55,7'si erkekti. Çocukların %59,1’i pandemi öncesi ve %40,9’u pandemi ve sonrası dönemde muayene edilmişti. Muayenelerde 1628 (%29,6) çocukta alerjik rinit, 1829 (%33,3) çocukta astım ve 2042 (%37,1) çocukta hem astım hem de alerjik rinit olduğu belirlendi. Çocukların 247’sinde (%4,5) kediye karşı, 166’sında (%3,0) köpeğe karşı alerji olduğu tespit edildi. Yaş gruplarını kendi içinde, pandemi öncesi ile pandemi döneminde kedi alerjisi görülme sıklığı açısından karşılaştırıldığında 7 yaş ve üstü grubunda duyarlılığın pandemi öncesine göre düşmüş olduğu ve istatistiksel farkın anlamlılığa oldukça yakın olduğu belirlendi (p=0,08). Ancak köpek alerjisi açısından, 7 yaş ve üstü grubunda pandemi öncesi %5,6 olan köpek duyarlılığı pandemi döneminde %2,6’ya düşmüştü ve bu düşüş istatistiksel düzeyde çok anlamlı bulundu (p<0,001).
Sonuç: Çevresel alerjen maruziyetin alerjik hastalıkların fenotipi üzerinde önemli etkisi vardır. Salgın günlerinde hastaların yaşam tarzı değişiklikleri ve evde geçen sürenin artması, dış ortamdaki kedi ve köpek alerjenleriyle temasın azalması kedi ve köpek duyarlılığı sıklığının azalmasına neden olmuş olabilir. Ayrıca pandemiyle birlikte hayatımıza giren maske-mesafe- el yıkama /dezenfektan kurallarının da kedi ve köpek alerjenleriyle teması azalttığı ve buna bağlı alerji sıklığının azalmış olabileceği düşünüldü. (SETB-2023-12-229)

6. 
Persistan Pulmoner Hipertansiyon Tanılı Yenidoğanlarda Risk Faktörleri ve Mortalite: Altı Yıllık Tek Merkez Deneyimi
Risk Factors and Mortality in Newborns with Persistent Pulmonary Hypertension: A Six-Year Single-Center Experience
Ozlem Sahin, Nazife Reyyan Gok, Derya Colak, Taliha Oner, Omer Guran, Funda Yavanoglu Atay, Ilke Mungan Akin
PMID: 39021700  PMCID: PMC11249988  doi: 10.14744/SEMB.2024.78614  Sayfalar 165 - 170
Amaç: Yenidoğanın persistan pulmoner hipertansiyonu(PPHT), hipoksemiye neden olan ekstrapulmoner sağdan sola şantlarla birlikte yüksek pulmoner vasküler direnç ile sonuçlanan bir dolaşım geçiş bozukluğudur. Bu çalışmada, hastanemiz yenidoğan yoğun bakım ünitesinde(YYBÜ) son altı yılda PPHT nedeniyle takip edilen hastaların risk faktörleri, uygulanan tedaviler ve mortalitelerini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Ocak 2017-Kasım 2022 tarihleri arasında şiddetli PPHT tanısı ile YYBÜ’de takip edilen hastalar çalışmaya dahil edildi. Olguların sosyodemografik verileri, pulmoner hipertansiyona neden olabilecek tanıları, konjenital anomali varlığı, solunum destek tedavi ve hastanede izlem süreleri, PPHT için uygulanan tedaviler, mortalite oranları değerlendirildi. Yaşayan ve kaybedilen hastalar risk faktörleri, ventilasyon ve tedavi özellikleri açısından değerlendirildi.
Bulgular: Persistan pulmoner hipertansiyon tanısı alan 21 olgunun 9’u(%42.9) erkekti. Hastaların ortalama gestasyon yaşı 37.6±3.7 hafta ve doğum ağırlığı 3006± 819gr, APGAR skoru 1. ve 5. dakikalarda sırasıyla 4(2-7) ve 6(3-8) saptandı. Antenatal dönemdeki risk faktörleri: fetal distres %38.1, oligohidramnios %23.8, intrauterin gelişme geriliği %23.8, gestasyonel diyabet %14.3, preeklampsi %4.8, koryoamniyonit %4.8 oranındaydı. Solunum destek tedavisi ihtiyacı olan olguların invaziv mekanik ventilasyonda izlem süresi medyan 20.1gün, non invaziv ventilasyon süresi medyan 3.7 gün saptandı. Persistan pulmoner hipertansiyon tanısıyla izlenen olgulara inhale nitrik oksit (iNO) (%76.2), milrinon (%66.7), sildenafil (%52.4), iloprost (%14.3) tedavileri uygulandı. Hastaların hastanede yatış süresi ortalama 38.4 gündü ve 9(%42.9) hasta eksitus oldu. Eksitus olan olguların ağır PPHT ile birlikte fetal inflamatuar yanıt sendromu (FIRS), konjenital kalp hastalığı, pulmoner hipoplazi, pnömotoraks, hipoksik iskemik ensefalopati, konjenital anomali tanıları mevcuttu.
Sonuç: Persistan pulmoner hipertansiyon, şiddetli hipoksemi ile karakterize, kısa ve uzun dönemde oluşabilecek morbiditeleri ve mortaliteyi önlemek için erken müdahale edilmesi gereken, başlıca tedavisi altta yatan nedene yönelik olan bir yenidoğan acilidir. Erken başlanan tedavilere rağmen majör anomalisi olan, ciddi ek hastalığa sahip ve organ disfonksiyonları engellenemeyen hastaların kaybedilmesi kaçınılmazdır. (SETB-2023-10-199)

7. 
Stabil KOAH'ta Trombosit Parametreleri ve Eozinofillerin Hastalık Şiddeti, CRP ve Tedavi ile İlişkisi
Relationship Between Platelet Parameters and Eosinophils with Disease Severity, CRP and Treatment in Stable COPD
Zeynep Mine Yalcinkaya Kara, Sema Yagci, Mufide Arzu Ozkarafakili, Mustafa Ilteris Bardakci
PMID: 39021694  PMCID: PMC11249985  doi: 10.14744/SEMB.2024.84453  Sayfalar 171 - 178
Giriş: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), öncelikle solunumu bozan aynı zamanda hemostazı da etkileyebilen karmaşık inflamatuar bir durumdur. Bu çalışmada KOAH hastaları ile sağlıklı kontroller arasında trombosit ile ilişkili parametreler ve eozinofil açısından farklılıkların belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü'ne başvuran 149 stabil KOAH hastası ve 30 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Hemogram parametrelerinden ortalama trombosit hacmi (MPV), trombosit dağılım genişliği (PDW), plateletcrit (Pct), trombosit oranları (MPV/Plt, MPV/Pct, PDW/Plt, PDW/Pct), platelet/lenfosit oranı (PLR) ve eozinofil sonuçları incelendi.
Bulgular: KOAH hastaları ve kontrol grubu trombosit parametrelerinden Plt, Pct, PDW, MPV, PDW/Pct, MPV/Pct) anlamlı farklılık göstermedi. PLR hasta gruplarında kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p= 0,009). Trombosit sayısı ile PLR arasındaki korelasyon sınırda anlamlılık gösterdi (p= 0,047; p= 0,05). Ancak hastaların CRP düzeyleri ile Pct, PDW, PDW/Pct, MPV/Pct ve MPV değerleri arasında korelasyon bulamadık. Uzun etkili muskarinik antagonist (LAMA) kullanan ve kullanmayan hastalarda trombosit parametrelerinde anlamlı farklılık saptanmadı. KOAH şiddet dereceleri arasında eozinofil düzeyleri açısından farklılık bulamadık.
Sonuç: Çalışmamızda KOAH'ta PLR'nin yüksek olduğunu tespit ettik. PLR, stabil KOAH'ta devam eden inflamasyonu değerlendirmek için yararlı ve kolay erişilebilir bir parametre olabilir. KOAH'ta trombosit ve eozinofil parametrelerinin rolünü araştırmak için geniş ölçekli çalışmalara ihtiyaç vardır. (SETB-2023-11-204)

8. 
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) Hastalarının Sigarayı Bırakmadaki Engelleri Nelerdir?
What are the Barriers of Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD) Patients in Smoking Cessation?
Mufide Arzu Ozkarafakili, Metin Yangin, Gulhan Ayhan Albayrak, Mustafa Ilteris Bardakci
PMID: 39021688  PMCID: PMC11249986  doi: 10.14744/SEMB.2024.42709  Sayfalar 179 - 188
Amaç: Tütün kullanımı, halen tüm dünyada önlenebilir ölüm nedenlerinden biridir. Sigarayı bırakmak, KOAH’lı hastalarda solunum fonksiyon testlerindeki yıllık 1. saniye zorlu expiratuvar akım hacmi kaybı ve mortalitenin önlenmesindeki en önemli etkendir. Ancak tüm girişimlere rağmen, dünyada sigarayı bırakma oranları ve sigarayı bıraktırma başarısı istenilen düzeyde değildir. Biz de bu çalışmada, sigara içmeye devam eden ve sigarayı bırakmış olan KOAH hastalarında, sigarayı bırakma motivasyonu ile ilişkili faktörleri ve bu hastaların farklı klinik özelliklerini bulmayı amaçladık.
Materyal Metot: Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde onsekiz yaş üzeri, çalışmaya katılmak için gönüllü olan, en az iki yıldır takip edilen, tedavi altında ve stabil evrede, 200 aktif sigara içicisi ve 132 sigara içmeyi bırakmış, KOAH hastası çalışmaya alındı. Hayatı boyunca hiç sigara içmemiş olanlar, psikiyatrik hastalık tanısı ile tedavi görenler, son dört hafta içerisinde alevlenme nedeniyle hastaneye başvuranlar, kontrolsüz eşlik eden hastalığı bulunanlar çalışmaya dahil edilmedi. Tüm katılanlara deneyimli bir teknisyenle solunum fonksiyon testi yapıldı. Hastaların dispne skalaları (mMRC, BORG) ve semptom skorları (CAT) bunların Türkçeye çevrilmiş formlarıyla yapılarak ölçüldü. Hastalara BECK anksiyete anketi uygulandı
Bulgular: Halen sigara içenler ile geçmişte sigara içenler arasında yaş ve cinsiyet farkı bulunmadı. Aktif sigara içmeye devam edenlerin solunum fonksiyon bozukluklarının, sigarayı bırakanlara göre daha ciddi olduğu, daha uzun süredir KOAH tanılarının olduğu, sigara içme süresinin bu hastalarda daha uzun olduğu ve sigaraya başlama yaşının daha genç yaşta olduğu belirlendi p<0,05. Sigarayı bırakma üzerine etkili olan faktörlerin incelendiği çok değişkenli analizde ise, daha düşük FEV1% değerleri, daha yüksek semptom (CAT) ve BAI skorları, daha yüksek trombosit ve C reaktif protein düzeylerinin sigarayı bırakma olasılığını azalttığı belirlendi p<0,05. Ayrıca diyabet, koroner arter hastalığı ve hipertansiyona sahip olmak sigarayı bırakma ile ters orantılıydı p<0,05.
Sonuç: Çalışmamızda, KOAH'lı hastaların yarısından fazlasının, hava akımı kısıtlılığının ciddiyetine, semptomlarına ve hatta eşlik eden hastalıklarına rağmen halen sigara içmeye devam ettiğini gözlemledik. Dispne ve inflamasyon belirteçlerinin sigarayı bırakma üzerinde olumsuz etkileri olduğu ve bu hastaların sigarayı sürdürmesine neden olan ortak faktörün anksiyete olabileceğini düşündürdü. Bu hastalarda tütün bağımlılığı ve tıbbi durumların tedavisini aynı anda entegre etmenin bir yolunu bulmak için daha fazla çabaya ihtiyaç olduğu açıktır. (SETB-2023-12-221)

9. 
Gastroskopik Girişimlerde Sedasyon Uygulaması Sırasında Ketamin ve Propofol ile Remifentanil ve Propofol Sedasyon Uygulamalarının Integrated Pulmonary Index (IPI) Üzerine Etkisi
The Effects of Ketamine-Propofol and Remifentanil-Propofol Combinations on Integrated Pulmonary Index During Sedation in Gastrointestinal System Endoscopy
Zuhal Cavus, Dondu Genc Moralar, Ayfer Kaya Gok, Ali Selman Gunaydin
PMID: 39021693  PMCID: PMC11249984  doi: 10.14744/SEMB.2024.37043  Sayfalar 189 - 196
Amaç: Endoskopik işlemler sırasında farklı sedo-analjezi ve izleme yöntemleri kullanılmaktadır. Yine de optimal sedasyon ajanları konusunda fikir birliği yoktur. Bu çalışmada temel amaç ketamin-propofol ve remifentanil propofol sedo analjezi protokollerini entegre pulmoner indeks (IPI) monitorizasyonu ile karşılaştırmaktır.
Yöntem: Hastalar iki gruba ayrıldı: Grup Ketamin anestezi başlangıcında 0,25 mg/kg ketamin ve 0,75 mg/kg propofol aldı. Grup Remifentanil hastalarına anestezi indüksiyonunda 1 mcg/kg remifentanil ve 0,75 mg/kg propofol verildi. Anestezi idamesi ilaç dozlarının Ramsey sedasyon skalasına göre titrasyonu ile sağlandı. Anestezi indüklemeden hemen önce, sedasyon indüklendikten beş dakika sonra, on dakika sonra ve tedavi bittikten beş dakika sonra olmak üzere dört farklı zamanda ölçümler alındı.
Bulgular: Gruplar arasında T1 zaman periyodunda ölçülen solunum hızı, SPO2 ve EtCO2 gibi solunum parametrelerinde anlamlı fark yoktu. T2 zaman diliminde entegre pulmoner indeks (IPI), sPO2, solunum hızı ve sistolik basınç parametrelerinde gruplar arasında anlamlı fark bulundu, grup ketaminde anlamlı olarak yüksek bulundu. T3 zaman periyodu sonuçları şu üç parametrede daha yüksekti: IPI, sPO2 ve solunum hızı. T2,T3, T4 zaman dilimlerinde solunum sayımı parametresinde gruplar arasında fark vardı ve ketamin grubunda daha yüksek bulundu.
Sonuç: Ketamin iyileşmede hafif bir uzamaya neden olsa da endoskopik işlemler sırasında kullanılabilecek güvenli ve etkili bir ilaçtır. (SETB-2023-08-140)

10. 
40-65 Yaş Arası Sensörinöral İşitme Kaybı Olan Bireylerde Vestibüler Sistemin Değerlendirilmesi
An Evaluation of the Vestibular System in Individuals Aged 40-65 Years with Sensorineural Hearing Loss
Fatmanur Uysal, Selim Sermed Erbek, Osman Halit Cam
PMID: 39021681  PMCID: PMC11249995  doi: 10.14744/SEMB.2024.23080  Sayfalar 197 - 203
Amaç: Çalışmamızın amacı; 40-65 yaş aralığında sensörinöral işitme kaybı olan ve olmayan bireylerde hem objektif hem subjektif olarak vestibüler sistemin değerlendirilmesidir.
Materyal ve metot: Çalışma prospektif vaka-kontrol çalışması olup 40-65 yaş aralığında cinsiyet farkı gözetmeksizin her bir grupta 31 kişi olmak üzere toplam 62 kişi dahil edilmiştir. Vaka grubu içerisinde yer alan bireyler işitme kaybı derecesi olan hafif, orta, ileri ve çok ileri şeklinde sınıflandırılmıştır. Tüm katılımcılara saf ses odyometri testi ile hava yolu ve kemik yolu eşikleri, konuşmayı alma eşiği, konuşmayı ayırt etme yüzdesi, rahatsız edici ses yüksekliği, immitansmetrik değerlendirme, VNG (videonistagmografi), VHIT (video head ımpulse test) gibi objektif test bataryasının yanı sıra Dizziness Engellilik Envanteri (Dizziness Handikap Inventory) ile subjektif değerlendirme de yapılmıştır.
Bulgular: Çalışmamızda vaka ve kontrol grupları arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Ancak VNG(Videonistagmografi) bulguları karşılaştırıldığında HeadShake testi, sağ ve sol Dix-Hallpike testi ve sağ Roll testinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Tüm katılımcıların Dizzines Handikap Envanteri Skorları ile VNG bulguları arasında pozitif yönlü korelayon mevcuttur. VHIT (video head ımpulse test) Velocity Regression Gain Asymmerty (VRG) değerleri karşılaştırıldığında sadece LARP (sol anterior-sağ posterior) pozisyonu istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır. (p<0,05)
Sonuç: Koklea ile vestibüler sistem anatomik olarak yakın komşuluklarından dolayı sensörinöral işitme kaybı beraberinde vestibüler fonksiyon bozukluklarına da neden olabilir. Yaptığımız bu çalışma literatürdeki diğer çalışmalara göre yaş sınırlaması ve işitme kaybı derecesi ile sınıflandırıldığından daha değerlidir. Ayrıca objektif test yöntemlerinin uygulanmasının yanı sıra subjektif olarak da değerlendirilerek de bir bütün olarak ele alınmıştır. (SETB-2023-10-196)

11. 
Ilımlı Otonom Kortizol Sekresyonunda Koroid Kalınlığı
Choroidal Thickness in Mild Autonomous Cortisol Secretion
Sezin Dogan Cakir, Akin Cakir, Feyza Yener Ozturk, Seda Erem Basmaz, Adnan Batman, Emre Sedar Saygili, Rumeysa Selvinaz Erol, Esra Cil Sen, Muhammed Masum Canat, Yuksel Altuntas
PMID: 39021683  PMCID: PMC11250000  doi: 10.14744/SEMB.2024.12258  Sayfalar 204 - 209
Amaç: Ilımlı Otonom Kortizol Sekresyonu (IOKS) olan hastaları koroid kalınlığı (KK) açısından değerlendirmek ve KK'nın IOKS yönetiminde bir tanı aracı olup olamayacağını araştırmak.
Yöntem: Bu kesitsel karşılaştırmalı çalışmaya IOKS saptanan 27 hasta ile yaş ve cinsiyet açısından uyumlu 25 sağlıklı kontrol grubu olarak dahil edildi. Tüm katılımcılara Spektralis Optik Koherens Tomografi (Heidelberg Engineering, Heidelberg, Almanya) cihazı kullanılarak subfoveal, 500-1000-1500 µm nazal ve 500-1000-1500 µm temporal foveolada geliştirilmiş derin görüntüleme modu kullanılarak KK ölçümü yapıldı.
Bulgular: Gruplar sferik ekivalan, yaş ve aksiyal uzunluklar açısından benzerdi. Ortalama KK, tüm ölçüm kadranlarında IOKS hastalarında kontrollere göre anlamlı derecede daha kalındı (p<0.001). Koroid kalınlığı ile adenom büyüklüğü, 1mg deksametazon supresyon testi, tükrük kortizolü, 24 saat idrar serbest kortizolü, bazal kortizol, ACTH ve DHEAS düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Ancak 2 mg deksametazon supresyon testi sonuçlarının temporal 500-1000 ve 1500 µm kadranlarda KK ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğu görüldü (r=0.436, p=0.023; r=0.443, p=0.021 ve r=0.488, p=0.010; sırasıyla). IOKS grunuda 5 (%18.5) hastada pakikoroid pigment epitelyopati izlendi.
Sonuç: Ilımlı Otonom Kortizol Sekresyonu olan hastalarda, KK ve pakikoroid pigment epitelyopati sıklığı artmaktadır. Ilımlı Otonom Kortizol Sekresyonu olan hastalarda daha kalın koroid, hem hiperkortizoleminin derecesi hem de hiperkortizolemi ilişkili komorbidite varlığı için tanısal bir araç olarak yeni bir biyobelirteç olabilir. (SETB-2023-11-206)

12. 
Adölesan Dönem Akne Hastalarında Depresyon, Benlik Saygısı, Anksiyete ve Dermatolojik Yaşam Kalitesi İndeksinin Değerlendirilmesi: Retrospektif Bir Vaka Kontrol Çalışması
Evaluation of Depression, Self-esteem, Anxiety, and Dermatological Quality of Life Index in Adolescent Acne Patients: A Case-Control Study
Didem Kazan, Burcu Bahar Inci, Selin Ilchan, Defne Ozkoca
PMID: 39021686  PMCID: PMC11249996  doi: 10.14744/SEMB.2024.38268  Sayfalar 210 - 215
Amaç: Akne vulgaris (AV), adölesan dönemde sık görülen ve kişilerin psikolojik durumlarını etkileyebilen bir dermatolojik hastalıktır. Bu çalışmada adölesan dönemdeki akne vulgarisli hastaların depresyon ve anksiyete semptomlarının, benlik saygısı seviyelerinin ve dermatolojik yaşam kalitesi indekslerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntemler: Çalışmaya yaşları 10-19 arasında değişen toplam 160 akne vulgaris hastası ve 100 sağlıklı kontrol dahil edildi. Tüm katılımcılar tek başlarına ve bağımsız olarak Reynolds Ergenler Depresyon Ölçeği (REDS), Beck Ergenler Kaygı Ölçeği (BEKÖ), Coopersmith Benlik Saygısı Araştırma Ölçeği'ni (CBSAÖ) tamamladı. Çalışma grubunun akne hastalık şiddeti, dermatoloji uzmanları tarafından Global Akne Derecelendirme Sistemi kullanarak değerlendirildi ve yaşam kalite indekslerininÇocukların Dermatolojik Yaşam Kalitesi İndeksi (ÇDYKİ) değerlendirildi. Tüm katılımcıların yaş, cinsiyet ve ölçek sonuçları daha ileri istatiksel analiz için vaka rapor formlarına kaydedildi.
Bulgular: Çalışma grubunun REDS (%27,5 vs %12,5, p=0,003) ve BEAS skorları (%80 vs %64, p=0,001) kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti. Çalışma grubunda CBSAÖ skoru 20'nin altında olan hastaların yüzdesi kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p=0,001). Daha yüksek REDS ve BEAS skorları daha yüksek ÇDYKİ skorları ile ilişkiliydi (sırasıyla p=0,001, p=0,001), daha yüksek CBSAÖ skorları ise daha düşük ÇDYKİ skorları ile ilişkiliydi (p=0,001).
Sonuç: Çalışmanın sonuçları akne vulgarisin adölesan hastaların depresyon ve anksiyete semptomları, benlik saygıları ve yaşam kalitesi düzeyleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Dermatoloji uzmanları adölesan akne hastalarının izlemlerinde, hastaların psikolojik iyilik hallerine dikkat etmeli ve gerekli durumlarda psikiyatrik değerlendirme için hastaları yönlendirmelidir. (SETB-2023-10-200)

13. 
Transkateter Aort Kapak İmplantasyonu Sonrası Majör Advers Kardiyak Olayların Tahmini: GRACE Skoru ile Yapılan Makine Öğrenimi Yaklaşımı
Prediction of Major Adverse Cardiac Events After Transcatheter Aortic Valve Implantation: A Machine Learning Approach with GRACE Score
Aslan Erdogan, Omer Genc, Duygu Inan, Abdullah Yildirim, Ersin Ibisoglu, Yeliz Guler, Duygu Genc, Ahmet Guler, Ali Karagoz, Ibrahim Halil Kurt, Cevat Kirma
PMID: 39021695  PMCID: PMC11249994  doi: 10.14744/SEMB.2024.00836  Sayfalar 216 - 225
Amaç: Öngörücü risk skorları, ciddi aort stenozu (AS) olan hastalarda hastane seçiminde ve müdahale sonrası komplikasyon olasılığını değerlendirmede önemli bir etkiye sahiptir. Bu çalışma, Global Registry of Acute Coronary Events (GRACE) skoru dahil olmak üzere öngörücü parametreleri analiz ederek, makine öğrenimi (ML) tekniklerinin 30 günlük major advers kardiyak olayları (MACE) tahmin etme konusundaki kullanılabilirliğini keşfetmeyi amaçlamaktadır.
Metod: Bu retrospektif, çok merkezli, gözlemsel çalışma, Nisan 2020 ile Ocak 2023 tarihleri arasında transkateter aort kapak implantasyonu (TAVI) uygulanan ciddi AS tanısı almış 453 ardışık hastayı içermektedir. Birincil sonuç, prosedür sonrası 1 aylık takip döneminde meydana gelen MACE'yi içeren bir bileşim olarak tanımlandı. Geleneksel binomiyal lojistik regresyon ve ML modelleri tahmin amaçlı kullanıldı ve karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışma popülasyonunun ortalama yaşı 76.1'dir ve %40.8'i erkektir. Birincil sonuç, vakaların %7.5'inde gözlendi. Birincil sonuç bileşenlerinden, tüm nedenlere bağlı ölüm, prosedür sonrası miyokard enfarktüsü (MI), serebrovasküler olaylar (CVE) oranları sırasıyla %4.2, %2.4 ve %1.9 olarak rapor edildi. GRACE skoru ile birlikte kullanılan ML tabanlı Extreme Gradient Boosting (XGBoost) modeli, birincil sonucu tahmin etmede, GRACE skoru olmadan ML modeli ve geleneksel regresyon modeline kıyasla üstün ayırt edici performans gösterdi [Eğri Altındaki Alan (AUC)= 0.98 (0.91-0.99), AUC= 0.87 (0.80-0.98), AUC= 0.84 (0.79-0.96)].
Sonuç: ML teknikleri, özellikle GRACE skoru gibi kanıtlanmış klinik parametrelerle birlikte kullanıldığında, klinik uygulamalardaki sonuçları öngörmede önemli bir potansiyele sahiptir. (SETB-2024-01-028)

14. 
Hipertrofik Skarı Olan Hastalarda Alt Konka Hipertrofisi Birlikteliğinin Araştırılması
The Presence and Severity of Inferior Turbinate Hypertrophy in Patients with Hypertrophic Scars
Duygu Erdil, Ozan Ozdemir, Vildan Manav
PMID: 39021685  PMCID: PMC11249997  doi: 10.14744/SEMB.2024.78785  Sayfalar 226 - 232
Amaç: Bu çalışmada hipertrofik skarlı (HTS) hastalarda alt konka hipertrofisinin (AKH) varlığı ve şiddetinin araştırılması amaçlandı.
Yöntemler: Bu vaka-kontrol çalışması, dermatoloji polikliniği muayenesi sırasında hipertrofik skar tanısı alan hastalar ve hipertrofik skarı olmayan kontrol grubu ile yapıldı. Bir kulak burun boğaz uzmanı anterior rinoskopi ile AKH varlığını ve şiddetini inceledi.
Bulgular: AKH, HTS hastalarında kontrol grubuna kıyasla daha sık görüldü (sırasıyla %64 ve %34) (p=0.014). HTS grubunda hastaların %48'inde grade 2 ve %16'sında grade 3 AKH vardı; kontrol grubunda ise hastaların %24'ünde grade 2 ve %10'unda grade 3 AKH vardı (p=0.046). Ayrıca, HTS ile birlikte kaşıntı veya ağrı şikayeti olan hastalarda (sırasıyla %83 ve %80) AKH varlığı, asemptomatik HTS hastalarına göre daha yüksekti (p=0.020).
Sonuç: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, özellikle skar ile ilişkili kaşıntı veya ağrı bildiren HTS'li hastalarda daha fazla sayıda alt konka hipertrofisi vardı. HTS ve AKH'nin tam patogenezi ve tedavisine ilişkin sınırlı bilgi göz önüne alındığında, birliktelikleri potansiyel olarak bu bağlantılı durumlara ilişkin yeni bilgiler sağlamaktadır. (SETB-2023-12-228)

OLGU SUNUMU
15. 
Von Hippel-Lindau Hastalığı Olan Bir Hastada Tek Aşamalı Bilateral Adrenalektomi (Kortikal Koruyucu) ve Pankreatektomi (Korpus Koruyucu)
Single Stage Bilateral Adrenalectomy (Cortical-Sparing) and Pancreatectomy (Corpus-Sparing) in a Patient with Von Hippel-Lindau Disease
Mehmet Haciyanli, Turan Acar, Oguzhan Ozsay, Nihan Acar, Selda Gucek Haciyanli, Emine Ozlem Gur, Osman Nuri Dilek
PMID: 39021689  PMCID: PMC11249989  doi: 10.14744/SEMB.2023.03743  Sayfalar 233 - 236
Von Hippel–Lindau (VHL) hastalığı otozomal dominant aktarılan bir sendromdur ve birçok organı etkiler. Bu yazıda, eş zamanlı fonksiyon koruyucu adrenalektomi ve pankreatektomi yapılan bilateral feokromositoma ve çoklu pankreas nöroendokrin tümörü olan VHL hastasını sunmayı amaçladık. Hastaneye hipertansiyon yakınması ile başvuran 27 yaşındaki kadın hastanın bilgisayarlı abdominal tomografisinde sağ adrenal bezde 12x7 cm ve sol adrebal bezde 4x4 cm solid tümörü; aynı zamanda, pankreas başında iki ve kuyruk bölgesinde de üç adet solid kitlesi mevcuttu. 24 saatlik idrar metanefrin ve normetanefrin dışında tüm laboratuvar testleri normal idi. I-123 MIBG sintigrafisinde her iki adrenal bezde tutulum görüldü. Bu bulgular bilateral feokromositoma ve çoklu pankreatik nöroendokrin tümörü ile uyumluydu ve VHL tanısı genetik testlerle konfirme edildi. Alpha-1 inhibitor ile süpresyon sonrasında, sağ total, sol korteks koruyucu adrenalektomi, pankreas baş lezyonları için Whipple prosedürü ve dalak koruyucu pankreatektomi yapıldı, pankreas korpusu korundu. Bu olgu, VHL hastalığı olan hastalarda çoklu fonksiyon koruyucu prosedürlerin onkolojik prensiplerle güvenli bir şekilde uygulanabileceğini göstermektedir. (SETB-2023-04-059)

16. 
Overde Koroid Pleksus Papillomu Tümörü: Vaka Takdimi
Choroid Plexus Papilloma Tumor of the Ovary: A Case Report
Merve Aldikactioglu Talmac, Yuksel Ulu, Hilal Serap Arslan, Ilkbal Temel Yuksel
PMID: 11249992  PMCID: PMC39021697  doi: 10.14744/SEMB.2023.74340  Sayfalar 237 - 240
Bu, sağ adneksiyal bölgede matür kistik teratom içinde koroid pleksus papilloma tümörü olan 19 yaşındaki hiç doğum yapmamış bir hastanın vaka raporudur.
Karın ağrısı ve dispepsi şikayeti olan hastada başlangıçta sağ adneksiyal bölgede dermoid kist olarak yorumlanan 9 cm çapında solid/kistik komponentli kitle görüldü. Matür kistik teratom iyi huylu bir germ hücreli tümördür ve üreme döneminde kadınlarda sık görülür. Koroid pleksus papillomu da nadir görülen bir beyin tümörüdür. Over koroid pleksus papillomunun tanısı manyetik rezonans görüntüleme veya bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme testleri ile konulabilir ve tedavisi genellikle cerrahi olarak çıkarılmasıdır.
İngiliz literatüründe koroid pleksus papillomlu sadece dört over teratomu olgusu bildirilmiştir ve bu beşinci vakadır. (SETB-2023-04-064)

17. 
Orta Yaş, Sünnetli, HIV Negatif Bir Hastada Primer Klasik Penil Kaposi Sarkomu: Alışılmadık Bir Olgu Sunumu
Primary Classic Penile Kaposi’s Sarcoma in a Middle Age Circumcised HIV-Negative Patient: Presentation of an Unusual Case
Rifat Burak Ergul, Mazhar Ortac, Senol Tonyali, Gizem Pehlivan, Sule Ozturk Sari, Ozge Hurdogan, Ates Kadioglu
PMID: 39021691  PMCID: PMC11249993  doi: 10.14744/SEMB.2023.46034  Sayfalar 241 - 243
Risk faktörü olmayan genç hastalarda penil lezyonlarının ayırıcı tanısında Kaposi sarkomu da düşünülmelidir. 37 yaşında, ek hastalığı olmayan, heteroseksüel erkek hasta üç aydır kaşıntısız ve ağrısız penil lezyon ile başvurdu. ELISA testi ile HIV 1-2 serolojisi negatifti. Lezyonun histopatolojik analizi, kısmen ülsere bir yüzeyin altında atipik iğsi hücrelerden oluşan bir tümördü. Ayrıca neoplastik hücreler içinde karıştırılmış bol miktarda plazma hücresi vardı. Hastaya HIV negatif, HHV-8 pozitif Kaposi sarkomu tanısı konuldu. Penil Kaposi sarkomu son derece nadir olmakla birlikte, penil lezyonların ayırıcı tanısında klasik Kaposi sarkomu da düşünülmelidir.
(SETB-2023-01-07)

18. 
Behçet Sendromlu Bir Hastada Endokardit, Kalp İçi Trombüs ve Pulmoner Arter Anevrizması
Endocarditis, Intra-cardiac Thrombus, and Pulmonary Artery Aneurysm in a Patient with Behcet's Syndrome
Fatih Yildiz, Bayram Kelle, Eren Erken
PMID: 39021690  PMCID: PMC11249990  doi: 10.14744/SEMB.2023.80000  Sayfalar 244 - 248
Behçet Sendromu (BS), etiyolojisi tam bilinmeyen kronik bir vaskülittir. Arteriyel tutulum genellikle pulmoner arterde ortaya çıkar, istisnai bir durumdur, kötü bir prognostik belirteçtir, akciğerlerde ciddi komplikasyonlara neden olur ve sıklıkla nadir bir intrakardiyak trombüs ile ilişkilidir. Pulmoner arter anevrizması (PAA) ve pulmoner tromboembolizm (PTE), BS'nin komplikasyonları olabilir ve yüksek morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. 30 yaşında erkek hastada 38,4°C ateş, tekrarlayan oral-genital ülserleri, öksürük, nefes darlığı ve balgam şikayeti vardı. Bu vaka çalışmasında anamnez, klinik ve laboratuvar tetkikleri, radyografi, ekokardiyografi ve bilgisayarlı tomografi görüntüleme tetkikleri yapıldı. PAA, PTE, intrakardiyak ve sol popliteal ven trombüs ve enfektif endokardit mevcuttu. Hastaya Uluslararası Çalışma Grubu (ISG) kriterine göre BS tanısı konuldu. Intrakardiyak trombus için cerrahi operasyon yapıldı. Histopatolojik olarak trombüs içinde vejetasyon gösterildi. Hastanın klinik durumu ve laboratuvar testleri uygulanan girişim ve medical tedavilerle düzeldi. BS, PAA, PTE, intrakardiyak trombüs ve enfektif endokarditi olan bir hasta nadir görülmesine, kötü prognoza ve yüksek morbidite ve mortalite oranlarına rağmen pulmoner embolizasyon, antibiyotikler ve sistemik immünsupresyon ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. (SETB-2023-06-096)

19. 
Perkütan Apse Drenajı için Yatırılan Genç Bir Hastada Tesadüfen Saptanan Yüksek Displazili Biliyer Kistadenom
Biliary Cystadenoma with High Dysplasia Detected Incidentally in a Young Patient Admitted for Percutaneous Abscess Drainage
Korcan Aysun Gonen, Hadi Sasani, Sami Acar, Ender Dulundu
PMID: 39021698  PMCID: PMC11249983  doi: 10.14744/SEMB.2023.45578  Sayfalar 249 - 253
Biliyer kistadenomlar, diğer kistik karaciğer lezyonları ile örtüşen klinik ve radyolojik özelliklere sahip nadir lezyonlardır. Bu makalede, karaciğer apsesi nedeniyle tedavi gören ve uzun süredir kist hidatik tanısı ile kliniğimize sevk edilen 37 yaşında kadın hastada saptanan biliyer kistadenomu tartışmayı amaçladık. (SETB-2023-07-124)

20. 
Böbrek Transplantasyonu Yapılan Hastada On-X ile Redo Triküspit ve Pulmoner Kapak Replasmanı: Olgu Sunumu
Redo Tricuspid and Pulmonary Valve Replacement with On-X in Renal Transplant Patient: A Case Report
Osman Fehmi Beyazal, Koray Apaydin, Mehmed Yanartas, Nihan Kayalar
PMID: 39021684  PMCID: PMC11249998  doi: 10.14744/SEMB.2023.33254  Sayfalar 254 - 257
Semptomatik şiddetli triküspit yetersizliği ve pulmoner yetersizliği olan hastalarda cerrahi tedavi önerilmektedir. Böbrek nakli hastaları kalp cerrahisi açısından yüksek riskli bir hasta grubu olmasına rağmen kalp kapak ameliyatları başarıyla gerçekleştirilebilmektedir. Literatürde bu konuyla ilgili yayınlanmış sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu nedenle,
böbrek nakli yapılmadan önce triküspit ring anüloplastis (TRA) yapılan ve daha sonra başarılı bir şekilde redo triküspit kapak replasmanı (TVR) ve pulmoner kapak replasmanı (PVR) yapılan bir olguyu sunuyoruz. (SETB-2023-09-179)

21. 
Apse ile Başvuran Tedaviye Yanıtsız ve Osteomiyelite İlerleyen Hasta: Nadir Bir Neden Burkholderia Mallei
Patient Presenting with Abscess Unresponsive to Treatment and Progressive to Osteomyelitis: A Rare Cause Burkholderia mallei
Fatma Tugba Cetin, Ozlem Ozgur Gundeslioglu, Emel Bakanoglu, Ummuhan Cay, Derya Alabaz, Hale Gumus, Filiz Kibar, Bugra Kundakci
PMID: 39021687  PMCID: PMC11249987  doi: 10.14744/SEMB.2023.70194  Sayfalar 258 - 261
Ruam, Burkholderia mallei'nin (B. mallei) neden olduğu nadir görülen zoonotik bir hastalıktır. B. mallei, insanlarda pnömoni, apse, ciddi vakalarda osteomiyelit, sepsis ve hatta ölüme neden olabilir. Bu raporda kırsal kesimde yaşayan ve ruam tanısı alan 15 yaşında erkek hasta sunulmaktadır. Daha önce herhangi bir hastalığı olmayan hasta, öksürük ve karın ağrısı şikayetleri ile başvurduğu hastanede pnömoni tanısı ile takip edilirken; bacağında ağrı, kızarıklık ve şişlik gelişmesi ile bize başvurdu. Hastanın alt ekstremite manyetik rezonans görüntülemesinde sağ ayak 4. ve 5. metatarslarda osteomiyelit saptandı. Apse kültüründe B. mallei üremesi saptandı. Hastaya meropenem tedavisi başlandı. Hastanın semptomları tedavi ile geriledi. Hasta B. mallei eradikasyonu için oral siprofloksasin ile taburcu edildi. Ruam hastalığı genellikle enfekte hayvanlarla, özellikle at gibi tek tırnaklı hayvanlarla doğrudan temas yoluyla veya B. mallei içeren aerosolün solunması yoluyla bulaşır. Pnömoni ve apseye neden olan ve ağır vakalarda yaşamı tehdit edebilen nadir bir hastalıktır. İlk belirtiler spesifik olmadığı için ruam teşhisi zordur. B. mallei'nin kültürde izolasyonu ruam tanısında altın standarttır. Ruam tedavisinde net bir öneri yoktur ve antibiyotik duyarlılık testine göre imipenem, meropenem, seftazidim kullanılabilir. (SETB-2023-07-115)

LookUs & Online Makale