DAVETLI DERLEME | |
1. | İzsiz tiroidektomi: Vestibüler yaklaşımla transoral endoskopik tiroidektomi Scarless thyroidectomy: transoral endoscopic thyroidectomy by vestibular approach Mehmet Uludağ, Adnan İşgördoi: 10.5350/SEMB.20170922014426 Sayfalar 169 - 183 Vestibüler yaklaşımla transoral endoskopik tiroidektomi (TOETVA) minimal invaziv, görünür yara izi olmayan naturel orifis transluminal endoskopik cerrahi (Naturel orifice transluminal endoscopic surgery (NOTES) tekniktir. Ağız içinden vestibüler bölgeden uygulanan 1 adet 10 mm ve 2 adet 5 mm port yardımı ile düşük CO2 basıncı altında tamamen endoskopik olarak lobektomi veya total tiroidektomi uygulanabilir. Dünyada giderek uygulaması artmaktadır. Deneyimli merkezlerde seçilmiş hastalarda güvenli bir şekilde uygulabilmektedir. Bu çalışmada minimal invaziv tiroit cerrahisinin gelişimi, TOETVA için hasta seçimi ve dışlama kriterleri, bölgesel anatomi, ameliyat tekniği, preoperatif ve postoperatif bakım, yöntemin avantajları, dezavantajları ve olası komplikasyonları tartışılacaktır |
2. | Geç preterm bebeklerde erken dönem solunum problemleri Early respiratory outcomes of late preterm infants Sinan Uslu, Umut Zübarioğlu, Ali Bülbüldoi: 10.5350/SEMB.20170629124658 Sayfalar 184 - 190 Gebelik haftası 340/7 – 366/7 arasında olan bebekler geç preterm bebek olarak tanımlanmaktadır. Son yıllarda özellikle gelişmiş ülkelerde geç preterm bebeklerin sayısı artan preterm doğumlarla birlikte yükselme göstermiştir. Geç preterm bebekler her ne kadar prematüre olsalar da zamanında doğmuş gibi ele alınmıştır. Solunumsal problemler geç preterm bebeklerin en sık ortaya çıkan sorunudur. Bu nedenle geç preterm bebeklerde solunum problemlerinin iyi anlaşılır olması çok önemlidir. Bu makalede geç preterm bebeklerin erken solunumsal problemleri yeni literatür bilgileri eşliğinde ele alınmaktadır. |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
3. | Doğumhanede yenidoğan bebeklerin izlem süreçleri: İki yıllık istatistiksel değerlendirme Follow up processes of newborn babies in delivery room: two-year statistical evaluation Ali Bülbül, Lütfiye Şahin Keskin, Adil Umut Zübarioğlu, Hasan Sinan Uslu, Şehrinaz Demirel, Duygu Besnili Acar, Melek Selalmazdoi: 10.5350/SEMB.20170523065217 Sayfalar 191 - 194 Amaç: Hastanemizde doğan bebeklerin doğum sonrası izlem sonuçlarının epidemiyolojik açıdan incelenmesi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya belirlenen iki yıl içerisinde (2014-2015 yılları) hastanemizde doğan tüm bebekler dahil edildi. Bebeklerin bilgileri, muayene bulguları, doğumhanede uygulanan girişimler, izlem sonuçları ve mevcut hastalıkları günlük olarak kaydedildi. Elde edilen veriler ülkemiz verileri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Belirlenen süre içerisinde 7172 gebelikten, 7175’i (%99.02) canlı doğum ve 71’i (%0.98) ölü doğum olmak üzere toplam 7246 bebek doğmuştu. Sezaryen ile doğum sıklığı %41.66, çoğul gebelik sıklığı %1.03 (n: 74), majör anomali sıklığı %0.77 (n: 55) olarak belirlendi. Gebelik süresine göre prematüre doğum (<37 hafta) %13.7 (n: 995), term doğum (38-42 hafta) %84.8 (n: 6143) ve postmatüredoğum (>42 hafta) %1,5 (n: 108) şeklindeydi. Bebeklerin doğum ağırlığına göre dağılımı: < 1000 gram %0.8 (n: 61), 1000-1500 gram %1.1 (n: 79), 1500 – 2500 gram %8.4 (n: 611), 2500-4000 gramı %84.5 (n: 6119) ve 4000 gram üstü %5.2 (n: 376) olduğu saptandı. Bebeklerde SGA oranı %6.7, AGA oranı %79.8 ve LGA oranı %13.5 idi. Bebeklerin %3.1’inin yenidoğan ünitesinde takip edildiği, %8.2’sini yenidoğan yoğun bakım ünitesine yatırıldığı ve %1.4’ünün başka hastanelere sevk edildiği belirlendi. Bebeklere doğumhanede %7.5 oranında oksijen verildiği, %2.4 oranında T parça canlandırıcı desteği verildiği ve %1.04 bebeğe entübasyon ve/veya göğüs kompresyonu uygulandığı belirlendi. Sonuç: Ülkemizde yenidoğan bebeklerin doğumhanedeki kısa süreli izlemi ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Hastanemizde prematüre doğum oranları ve sezaryen doğum oranlarının ülkemiz değerlerinin altında ancak gelişmiş ülke değerlerinden yüksek olduğu belirlendi. |
4. | Akut böbrek hasarlı hastalarda plazmaferez tecrübesi Plasmapheresis experience in patients with acute kidney injury Tamer Sakacıdoi: 10.5350/SEMB.20170526055541 Sayfalar 195 - 200 Amaç: Plazmaferez, immunolojik renal hastalıkların tedavisinde son 40 yıldır kullanılmaktadır. Bu yaklaşımın altında yatan mekanizma antikorlar ve immun kompleksler gibi patojenik immun mediatörlerin dolaşımdan temizlenmesidir. Bu çalışmada kliniğimizde plazmaferez tedavisi gören hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Son 10 yılda kliniğimizde yatan ve terapötik plazmaferez tedavisi alan toplam 27 hastanın kayıtları değerlendirildi. Demografik özellikleri, biyokimyasal parametreleri, biyopsi sonuçları, plazmaferez komplikasyonları ve tedavisi sonrası sağkalımları kayıt edildi. Bulgular: Hastalarda ortalama yaş 39±18 (17-71) yıl, ortalama plazmaferez seans sayısı 13.9±8.8 (2-41) olarak saptandı. Altı hastada Goodpasture hastalığı, 5 hastada ANCA (+) küçük damar vasküliti, 5 hastada trombotik mikroanjiyopati, 4 hastada sistemik lupus eritematozus, 3 hastada akut humoral rejeksiyon, 3 hastada primer kresentik glomerulonefrit ve 1 hastada ise multipl myelom saptandı. Tedavi esnasında bir hasta exitus oldu, 9 hastada renal iyileşme görüldü, 12 hastada son dönem böbrek yetmezliği nedeniyle diyaliz tedavisine başlandı. Renal düzelme saptanan hastalardan birinde nüks saptandı ve bu hasta ile birlikte toplam 6 hastada da Evre 2-3 böbrek yetmezliği devam etti. Sonuç: Plazmaferez nefroloji kliniklerinde bazı özel grup hastalarda adjuvan tedavi olarak düşünülmelidir. Son dönem böbrek yetmezliğine ilerlemeyi önleyebilir ve renal iyileşmede hızlanmaya neden olabilir. |
5. | Geriatrik kalça kırıklı hastalar için yoğun bakım ünitesi gerekli mi? Is intensive care unit necessary for geriatric hip fractures? Muharrem Kanar, Raffi Armağan, Yunus Oç, Mehmet Ali Talmaç, Osman Tuğrul Erendoi: 10.5350/SEMB.20170613034900 Sayfalar 201 - 206 Amaç: Beklenen yaşam sürelerininin artışı ile ileri yaşlarda görülen hastalıkların da sıklığı artmaktadır. Sıklıkla basit düşmeler sonucu görülen kalça kırıkları ilerleyen yaş gruplarında belirgin ölçüde daha yaygındır. Bu çalışmada 65 yaş üstü proksimal femur kırıklı hastaların postoperatif yoğun bakım üniteleri ve ortopedi klinklerinde yatışlarının sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç Yöntem: Çalışmamıza 2010-2015 tarihleri arasında ortopedi ve travmatoloji kliniklerimizde opere edilen ileri yaş (65 üzeri), ASA skoru 3 olan proksimal femur kırıklı ve hastane kayıtlarından ulaşılabilen 118 hasta dahil edilmiştir. Hastaların postoperatif erken dönem (0-30 gün) mortalitelerinin değerlendirlmesi amaçlanmıştır. Hastalar postoperatif dönemde nereye başvurduklarına göre iki gruba ayrıldı. Bulgular: ASA skoru 3 olan 118 proksimal femur kırıklı 65 yaş üstü hasta, postoperatif yoğun bakım ünitesinde ve ortopedi kliniklerinde yatan hastalar iki grup olarak değerlendirildi. Bu iki grup hastanın erken postoperatif dönem mortaliteleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Preop iyi değerlendirilen ASA 3, 65 yaş üstü, proksimal femur kırıklı hastanın, postop yoğun bakım gereklilikleri ihtimaline karşı uzun süre bekletilmeden opere edilmeleri, preop bekleme sürelerinin uzaması sonucu oluşan komplikasyonları minimale indirebilir. |
6. | Travmatik beyin hasarlı hastalarda rehabilitasyon sonuçları Rehabilitation results of patients with traumatic brain injury Savaş Karpuz, Sami Küçükşendoi: 10.5350/SEMB.20170403072919 Sayfalar 207 - 211 Amaç: Travmatik beyin hasarlı hastalarda nörolojik rehabilitasyon etkinliğini araştırmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya travmatik beyin hasarı sonrası rehabilite edilen 45 hasta alındı.Hastaların sosyodemografik özellikleri, yaralanma nedeni, koma süresi, posttravmatik amnezi süresi, yar alanma sonrası diğer kliniklerde kalış süresi, yaralanma ile rehabilitasyon kliniğine yatış arasındaki süre, rehabilitasyon kliniğinde kalma süreleri ve uzun dönem komplikasyonları belirlendi. Hastaların kliniğimize ilk yatışları ile son kontrolleri arasındaki fark fonksiyonel açıdan; Özürlülük Derecelendirme Ölçütü (Disability Rating Scale, DRS), Fonksiyonel Bağımsızlık Ölçütü (Functional Independence Measure, FIM) ve Fonksiyonel Ambulasyon Skalası (FAS), bilişsel açıdan ise Rancho Los Amigos bilişsel fonksiyon düzeyleri skalası (RLAS) son durum ölçütleri kullanılarak karşılaştırıldı. Bulgular: Nörolojik rehabilitasyon sonrasında hastaların fonksiyonel durumlarında belirgin iyileşme oldu. Başlangıç ve tedavi sonrası DRS, FİM, FAS ve RLAS skorlarında istatistiksel olarak anlamlı değişimler oldu. Başlangıç DRS skoru düşük, FİM ve RLAS skoru yüksek olanlarda fonksiyonel son durumun daha iyi olduğu tespit edildi. Sonuç: Travmatik beyin hasarı sonrası nörolojik rehabilitasyon fonksiyonel son durumun daha iyi olmasını sağlamaktadır. |
7. | Kraniosinostoz cerrahisinde kan transfüzyonu ve arteriel kan gazı değerleri arasındaki ilişki: Yirmi üç vakalık Retrospektif bir çalışma The relation between blood transfusion and arterial blood gas values in craniosynostosis surgery: a retrospective study with 23 cases Sibel Oba, Canan Tülay Işıl, Hacer Şebnem Türk, Pınar Sayın, Ferda Aybey, İnci Paksoy, Osman Türkmenoğlu, Adem Yılmazdoi: 10.5350/SEMB.20170417125950 Sayfalar 212 - 217 Amaç: Çocuklarda kraniosinostoz cerrahisi, arteriel kan gazı değişikliklerine bağlı olarak artan miktarda, kan tranfüzyonu gerektirir. Bu çalışmada çocuklarda kraniosinostoz cerrahisinde arteriel kan gazı değişiklikleriyle kan transfüzyonu arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Beyin cerrahisi kliniğimizde beş yıl içinde ameliyat edilmiş çocukların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Kraniosinostoz cerrahisi geçirmiş çocukların demografik değerleri, arteriel kan gazı örneklerinin sonuçları, transfüzyon durumları kaydedildi. Bulgular: 23 olgunun yaş ortalaması 19.00±16.26 ay, olguların %73.9’u tek ya da multipl sütürlü düzeltme operasyonu geçirmiş, operasyon süresi 154.13±17.49 dakika idi. 152.63±61.18 mL eritrosit süpansiyonu ve 125.00±57.74 mL taze donmuş plazma transfüzyonu yapılmıştı. Başlangıç ve perioperatif değelerle karşılaştırıldığında, cerrahi sonu HCO3 değeri yükselmiş, baz defisit azalmış, ionize kalsiyum yükselmişti. Preoperatif ve postoperatif hemoglobin değerleri (10.20±1.06/9.91±2.42) değişiklik göstermedi (p=0.583). Sonuç: Bu retrospektif çalışmadaki veriler, kraniosinostoz cerrahisi geçiren çocuklarda perioperatif ve postoperatif stabil şartların arteriel kan gazı değişiklikleri ile uyumlu kan replasmanına bağlı olduğunu göstermiştir. |
8. | Üriner sistem taşı olan çocuklarda metabolik bozukluklar ve cinsiyetin etkisi Metabolic abnormalities in children with urinary stone disease and the influence of gender Mehmet Taşdemirdoi: 10.5350/SEMB.20170417014107 Sayfalar 218 - 224 Amaç: Üriner sistemde taş varlığı; yaş, cinsiyet, diyet, iklim ve genetik nedenlerle ilişkilidir. Enfeksiyonlar, anatomik ve metabolik bozukluklar taş oluşuma eğilim yaratan nedenlerdir. Bu çalışmada üriner sistem taşı olan çocuklarda epidemiyolojik ve metabolik faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Retrospektif olan bu çalışmada, ürolitiazis, mikrolitiazis ve ürolitiazis hikayesi olan 0-18 yaş aralığındaki 89 (46 kız) hastanın dosyası geriye dönük şekilde incelendi. Güncel yaş, cinsiyet, tanı yaşı, başvuru semptomları, ailede taş hikayesi, fizik muayene bulguları, kullandıkları ilaçlar, laboratuvar tetkikleri (kan üre nitrojeni, serum kreatinin, elektrolit, kan gazları; idrarda kalsiyum, ürik asit, okzalat, sistin, sitrat, magnezyum ve kreatinin düzeyleri değerlendirildi) ve radyolojik bulgular kaydedildi. Bulgular: Yaş ortalaması 6.20±5.27 (minimum-maksimum, 0.2-18.2) yıl idi. Taşlar en sık böbrekte yerleşmekteydi (n=52, %58.4). Yirmi iki hasta (%24.7) mikrolitiazis, 64 hasta (%71.9) ürolitiazis ve üç hasta (%3.4) ürolitiazis hikayesi olan grupta idi. Anatomik sorunlar %17.9 hastada saptandı. Tüm hastaların 31’inde (%34.8) idrar analizlerinde metabolik bozukluk saptandı. Yirmi altı (%29.2) hastada tek metabolik bozukluk saptanırken, birden fazla metabolik bozukluk beş (%5.6) hastada tespit edildi. Kızlarda metabolik bozukluk erkeklerden iki kat fazla idi (p=0.027). En sık metabolik bozukluk hipositratüri (n=16, %17.9) ve sonrasında hiperokzalüri (n=8, %8.9), hiperkalsiüri (n=6, %6.7) ve hiperürikozüri (n=6, %6.7) olarak tespit edildi. Sonuçlar: Üriner sistem taşı olan çocuklarda metabolik bozukluklar sık saptandı. Hipositratüri en sık saptanan bozukluklardan olup hasta yönetimi için kapsamlı değerlendirme gereklidir. Kız cinsiyet metabolik bozukluk için yatkınlık oluşturan bir faktör olarak kabul edilebilir. |
9. | Primer ve metastatik karaciğer kanserlerinde radyofrekans ablasyon tedavi sonuçları Results of radiofrequency ablation treatment in primary and metastatic liver cancer Yavuz Yüksel, Cüneyt Aytekindoi: 10.5350/SEMB.20170608074448 Sayfalar 225 - 233 Amaç: Bu çalışmada amacımız, primer veya metastatik karaciğer kanseri olan hastaların radyofrekans ablasyon (RFA) tedavisinin lokal terapötik etkinliğini retrospektif olarak değerlendirmekti. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde radyofrekans ablasyon tedavisi uygulanmış 35 hasta çalışmaya dahil edildi ve retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar yaşlarına, lezyonun primer ya da metastatik oluşuna, lezyon sayılarına ve lezyon büyüklüklerine göre gruplandırıldı. Lokal tümör büyümesi, yeni lezyon oluşumu ve genel sağkalıma etki edebilecek unsurlar istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Radyofrekans ablasyon tedavisi sonrası takip sırasında sadece bir lezyonda (%1.9) tedavi edilen alanda rezidü saptandı. Takiplerde 50 lezyonda (%98.0) total ablasyon sağlandı. Lokal tümör büyümesi ise sekiz hastanın 9 lezyonunda (%17.6) gelişti. Yirmi iki hastada (%62.8) ise takiplerinde farklı bir karaciğer bölgesinde yeni bir lezyon geliştiği görüldü. RFA işlemi sonrası bir hastada kolesistit, iki hastada ise intraperitoneal minimal hemoraji gelişti. Sonuç: RFA tedavisi sağlam karaciğer dokusunun korunması, tedavinin direk tümöre yönelik olması, mortalite ve morbiditenin diğer tedavilere kıyasla az olması sebebiyle karaciğer tümörlerinin tedavisinde günümüzde güvenle uygulanabilen bir yöntemdir. |
OLGU SUNUMU | |
10. | Nadir görülen non-kardiyak troponin yüksekliği nedeni: Akut kolesistit; olgu sunumu A rare cause of non-cardiac troponin elevation: acute cholecystitis; case report Ahmet Gürdal, Füsun Helvacı, Mutlu Çağan Sümerkan, Şükrü Çetin, Kadriye Kılıçkesmezdoi: 10.5350/SEMB.20170610032401 Sayfalar 234 - 236 Amaç: Kardiyak troponinler miyokard infarktüsünün tanı ve risk değerlendirilmesinde standart belirteçler olarak kabul edilmiştir. Ancak kardiyak troponinler akut koroner sendrom dışı nedenle başvuran bazı hastalarda da yüksek bulunmaktadır. Burada nadir görülen bir kardiyak dışı troponin yüksekliği akut kolesistit vakası sunulmuştur. Olgu: Acil servise epigastrik bölgede ağrı ile başvuran 56 yaşında bayan hastanın yapılan batın ultrasonografide akut kolesistit lehine bulgular izlendi. Koroner arter hastalığı açısından risk faktörleri olan hastanın elektrokardiyografi bulguları normal olmakla birlikte bakılan troponin pozitif saptandı. Akut koroner sendrom ekarte edilemeyen hastanın yapılan koroner anjiyografisinde koroner arterleri normal saptandı ve hastadaki troponin yüksekliği akut kolesistite bağlandı. Sonuç: Troponin yüksekliği akut koroner sendromlarda bir belirteç olarak kullanılsa da, akut koroner sendrom dışı nedenle başvuran bazı hastalarda da yüksek bulunmaktadır. Bu durum yanlış tanılara ve gereksiz girişimlere yol açabilmektedir. Sonuç olarak benzer semptomları olan (epigastrik bölgede ağrı), elektrokardiyografide değişiklikleri olan ve troponin yüksekliği olan hastalarda akut kolesistit tanısı akılda tutulmalıdır. |
11. | Riedel tiroiditi: Tanı ve tedavide karşılaşılan güçlükler Riedel’s thyroiditis: Diagnostic and therapeutic difficulties Özlem Ünsal, Meltem Akpınar, Pınar Akova, Müveddet Banu Yılmaz Özgüven, Berna Uslu Coşkundoi: 10.5350/SEMB.20170307062327 Sayfalar 237 - 242 Amaç: Tiroid bezinin nadir görülen bir hastalığı olan Riedel tiroiditi tanısı konulan bir olgunun tanı ve tedavi seyri sırasında karşılaşılan güçlüklerin tartışılması amaçlandı. Olgu: Boyunda orta hatta ağrısız, sert kitle ve nefes darlığı şikayeti ile başvuran 43 yaşında kadın hastaya yapılan radyolojik görüntülemeler, ince iğne aspirasyon biyopsisi, tru-cut biyopsi ve açık biyopsiler ile tanı konuldu. Hastalığın yaygın ekstratiroidal yayılımı nedeniyle cerrahi tedavi planlanmadı. Trakeal kompresyon nedeniyle trakeotomi açılan hastaya, literatürde bildirilmiş medikal tedavi protokolleri incelenerek, sistemik steroid tedavisi başlanmasına karar verildi. Takiplerinde tiroid kitlesi boyutlarında belirgin regresyon izlendi. Sonuçlar: Riedel tiroiditi tanısı histopatolojik bulguların yanısıra, radyolojik ve fizik muayene bulguları eşliğinde konulmaktadır. Tanıda öncelikle, hastalıktan şüphelenilmesi ve tiroidin habis hastalıklarının dışlanması önemlidir. Cerrahi tedavi, bası semptomları dışında, yüksek morbidite olasılığı nedeniyle önerilmezken standart bir medikal tedavi protokolü de bulunmamaktadır. Bu nedenle olgu bazlı tedavi seçimlerinin bildirilmesi ve tartışılması yararlıdır. |
12. | Bir olgu nedeni ile mukopolisakkaridoz tip 4 (Morquio sendromu) Mucopolysaccharidosis type 4 (Morquio syndrome): a case report Kamil Şahin, Murat Elevli, Tarkan Kalkandoi: 10.5350/SEMB.20160611123415 Sayfalar 243 - 246 Amaç: Mukopolisakkaridozlar, genetik geçişli ve lizozomlarda glikozamino glikan depolanması sonucu vücuttaki çeşitli organlarda hasara yol açan hastalıklardır. Burada nadir görülen bir tür olan Morquio sendromlu bu olguyu konuya dikkat çekmek amacı ile sunmaktayız. Olgu: Onbir yaşındaki erkek hasta, hastanemize boy kısalığı ve kemik bozuklukları nedeni ile başvurdu. Anne baba akraba değildi ve olgumuzun üç sağlıklı küçük kardeşi vardı. Fizik muayenede kaba yüz, hipertelorizm, orantısız boy kısalığı, çarpık bacak, pektus karinatum, kifoskolyoz saptandı. Ördekvari yürüyüşü vardı. Nöromotor gelişimi yaşına uygundu. Kemik grafilerinde kifoskolyoz, iliak kanatlarda parlama, koksa valga, femoral epifizlerde düzleşme, genişlemiş kaburga kemikleri ve dar iliak kanatlar tespit edildi. İdrarda glikozaminoglikan (keratan sülfat) pozitif bulundu. Enzimatik analizde glukoz-6- fosfataz düşük bulunarak [15 pmol/mg/saat (n: 400-2000)] kesin tanı kondu. Sonuçlar: Morquio sendromunun benzer klinik tabloları olan ve otozomal resesif kalıtılan A ve B tipleri vardır. Tip 4A galactosamine-6-sulfatase (GALNS) enzim eksikliğine bağlı 16q24.3 geni ile kodlanan hastalık iken, Tip 4B beta galaktozidaz eksikliği ile ortaya çıkar. Her iki tip hastalıkta da, keratan sülfat ve kondrotin 6 sülfat birikmektedir. Bizim olgumuzda da bulgular 1 yaş civarında belirginleşmiş ve giderek ilerlemiştir. Zeka problemi olmayan hastamızın, dizostozis multipleks olarak adlandırılan kemik radyolojik bulguları tipiktir. Enzim replasman tedavisinin yürüme fonksiyonunu kaybetmeden başlanması önemlidir. |
13. | Adolesan yaşta tanı alan konjenital kistik adenomatoid malformasyon Congenital cystic adenomatoid malformation diagnosed during adolescence Zeynep Civelek, Nazan Dalgıç, Canan Tanık, Şükrü Mehmet Ertürk, Melih Akın, İhsan Kafadardoi: 10.5350/SEMB.20160401050611 Sayfalar 247 - 251 Akciğerlerin konjenital kistik adenomatoid malformasyonu (KKAM) terminal bronşiollerin anormal proliferasyonu sonucu gelişen nadir bir gelişimsel anomali olup insidansı 1/4000 ila 1/35000’dir. Olguların büyük çoğunluğu (%90) hayatın ilk iki yılı içinde tespit edilmekte ve ileri yaşlarda, özellikle adolesanlarda çok nadir görülmektedir. Yenidoğan döneminde pulmoner kompresyon ve hipoplaziye bağlı solunum sıkıntısı gelişirken daha büyük yaştaki olgularda rekürren ve persistan pnömoniler görülebilir. Lezyon Stocker ve arkadaşları tarafından 5 tipe ayrılmıştır. Burada daha önce hiçbir yakınması olmayan, tedaviye yanıtsız persistan pnömonisi nedeniyle video yardımlı torasik cerrahi (VATS) yapılarak tip II kistik adenomatoid malformasyon tanısı alan 14 yaşında bir olgu sunulmuştur. |
14. | İki bilinmeyenli denklem mi? ailevi akdeniz ateşi ve çölyak hastalığı nadir birlikteliği Is it a two variable equations?: a rare association of familial mediterranean fever and celiac disease Yasin Şahin, Halil Kocamaz, Evrim Özendoi: 10.5350/SEMB.20160401050829 Sayfalar 252 - 254 Amaç: Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) tanısı ile 6 yıldır takip edilen ve sonrasında Çölyak hastalığı tanısıda alan 15 yaşında erkek bir olguyu sunmak istedik. Olgu: AAA tanısı olan hasta son 1 aydır tekrarlayan yaygın ve epigastrik karın ağrısı yakınmalarıyla defalarca kez çocuk acile başvurmuştu. Başvuruların yaklaşık olarak yarısında akut faz belirteçleri normal saptanmıştı. Ailesinde Çölyak hastalığı öyküsü olduğu için, 10 yaşında iken hastaya çölyak hastalığı serolojisi bakılmış, ancak sonucu normal tespit edilmişti. Son başvurusunda şiddetli epigastrik ağrı ve hassasiyetin olması üzerine hastaya gastroduodenoskopi yapılarak çok sayıda biyopsi alındı. Gastroduodenoskopi sonrası tekrar bakılan doku transglutaminaz antikoru IgA düzeyi > 300 U/ml saptandı. Patolojisi ise Çölyak hastalığı ile uyumlu idi. Sonuç: Benzer klinik bulgulara sahip olduğu için AAA tanılı hastalarda Çölyak hastalığı tanısı konulması güçleşmektedir. Bu olgu nedeniyle bu tip semptomları olan AAA hastalarında daha önceden Çölyak hastalığı yönünden tetkik edilse bile özellikle aile öyküsü de varsa hastamızda da olduğu gibi tanı gecikmesine neden olabileceği için Çölyak hastalığı düşünülmelidir. |