ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 37 (1)
Cilt: 37  Sayı: 1 - 2003
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1. 
Horlama ve tıkayıcı uyku apnesi sendromu (TUAS)
Obstructive sleep apnea syndrome (OSAS)
Suat Turgut
Sayfalar 7 - 12
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2. 
Dijital servikal muayenenin mikrobiyolojik etkisi
The microbiologic effect of digital cervical examination
Ahmet Varolan, Ali Yazgan, Aslıhan Arıöz, Ayşin Aras Altın, İnci Davas
Sayfalar 13 - 16
Amaç: Bu çalışmanın amacı dijital muayene ile vajinal mik-roorganizmaların servikse penetrasyonunu tanımlamaktı.
Gereç ve Yöntem: Dijital servikal muayeneden önce ve sonra steril spekulum ile muayene edilip standardize edilen semika- litatif ve semikantitatif endoservikal kültür alman, membran¬ları rüptüre 34 haftalık veya daha geç gebelik haftasına sahip 35 hasta çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Digital muayeneden önce alman kültürlerde 2.8±1.7 değişik tipte organizma tanımlanmıştır. Buna karşılık dijital muayenedn sonra 4.4±1.5 değişik mikroorganizma ta¬nımlanmıştır (p<0.0001). Muayeneden sonra alınan kültür¬lerde 28 hastada (%80) daha yüksek miktarda ve değişik tipte mikroorganizmaya rastlanmıştır. Fetal membranların durumunun (rüptüre veya intakt) bu ilişkiye etkisi yoktur.
Sonuç: Vajinadan servikal kanala mikroorganizma girişine dijital muayenenin ani bir etkisi vardır.

3. 
Selim safra yolu darlıklarında cerrahi tedavi
Surgical treatment of benign biliary strictures
Mehmet Mihmanlı, Halil Coşkun, Ali Kalyoncu, Uygar Demir, Tülay Eroğlu, Yasin Duran
Sayfalar 17 - 21
Amaç: Selim safrcı yolıı darlığı bulunan hastalarda, güncel cerrahi tedavi yaklaşım ve literatür gözden geçirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimize sevk edilen üç selim safra yolu darlığı olgusu etyolojik neden, darlık seviyesi, biyokimyasal tetkikler, cerrahi tedavi ve komplikasyonlar bakımından de¬ğerlendirildi. Tiim hastalara preoperatif batın ultrasonografi¬si, bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans kolanjio-pankreatografi yapıldı.
Bulgular: Her üç hastada da Bismuth Tip-ll safra yolu darlı¬ğı. saptandı ve transanastomotik stent üstünden Roux en Y he- patikojejunostomi uygulandı. Hastaların kontrollerinde her¬hangi bir problem ile karşılaşılmadı.
Sonuç: Selim safra yolu darlıklarının tedavisinde, altın stan¬dart halen cerrahi yaklaşım ve yapılan Roux en Y tipi hepati- kojejunostomidir.

4. 
Nonsmall cell akciğer kanserinde kemoterapi protokollerinin etkinlik karşılaştırması
Comparison of chemotherapy protocols in NSCLC
Ö. Maral, D. Karaçetin, B. Yücel, Ö. Aksakal, D. Özcan, Y. Başer, O. İncekara
Sayfalar 23 - 25
Amaç: NSCLC‘de cerrahi, RT ve KT’ye rağmen median sağ- kalım siiresi 8 ile 10 ay arasında değişmektedir. Bu nedenle klasik kemoterapi rejimlerine alternatif rejimler denenmekte¬dir. Bu çalışmamızda Cisplatin+Etoposide; Cisplatin+Gem- citahin + Vinorelhine; Ifosfamide + Cisplatiıı + Etoposide kombinasyonlarının etkinlik ve tolerabilite açısından karşı¬laştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: ŞEH Radyasyon Onkolojisi Kliniğine NSCLC tanısıyla başvuran 800 hastadan 6 ay ve daha uzun süreli takibi yapılan 235 hasta değerlendirmeye alındı, istatis¬tiksel anlamlılığı değerlendirmede Ki-Kare testini kullandık.
Bulgular: Hastalar progresyona dek geçen süre, toplam sağ- kalım süresi ve yan etkileri yönünden karşılaştırıldı. Kemote¬rapi toplam 6 kür yapıldı. 62 hastaya İCE, 67 hastaya Cispla¬tin+Etoposide, 98 hastaya Cisplatin+Vinorelbine+ Gemcita- bin, 8 hastaya oral etoposide uygulandı. Hastalara RT ve/ve¬ya cerrahi sonrası kemoterapi uygulandı. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, uygulanan kür sayısı, ve performans durumu açısından anlamlı fark yoktu. Takip sırasında ICE kolunda 13 hastada; Cisplatin+Etoposide kolunda 15 hastada; Cispla- tin+Gemcitabin+Vinorelbine kolunda 21 hastada metastaz gözlendi. İCE kolunda 41 hasta; Cisplatin+Etoposide kolun¬da 36 hasta; Cisplatin+Gemcitabin+Vinorelbine kolunda 64 hasta; oral Etoposide kolunda 4 hasta ex olmuştur. Progres¬yona kadar geçen şiire ICE kolunda 4.5 ay; Cisplatin+Etopo¬side kolunda 4.1 ay; Cisplatin+Gemcitabin+Vinorelbine ko¬lunda 4 ay olarak bulunmuştur. Ortalama sağkalım ICE ko¬lunda 11.1 ay; Cisplatin+Etoposide kolunda 12.2 ay; Cispla- tin+Gemcitabin + Vinorelhine kolunda 13.6 ay şeklidedir. Gruplar arasında progresyona kadar geçen şiire ve toplam yaşam süresi açısından anlamlı bir fark yoktu (p: 0.11). Tok- sisite değerlendirmesi WHO kriterlerine göre yapıldı. Her 3 gurupta da tedaviyi sonlandırmayı gerektirecek düzeyde (WHO grade3-4) yan etki gözlenmedi. Kemoterapiye bağlı olarak ölen hasta olmadı.
Sonuç: NSCLC’li hastalarda 3’lü kombinasyonun standart kemoterapi rejimlerine eşit etkinlikte ve iyi. tolere edilebilen bir tedavi seçeneği olduğu görülmüştür.

5. 
Hemodiyalize giren hastalarda diyaliz öncesi ve sonrası Antitrombin III değerleri
Before and after dialysis antithrombin III levels in patients on continuous hemodialysis
Fatma Turgay, Şebnem Ciğerli, Bahar Türkmen, Nezaket Eren
Sayfalar 26 - 29
Amaç: Heri dönem böbrek yetersizliğinde trombotik kompli- kasyonlar ve kanamaya eğilim bir arada görülür. Hemodiya- liz esnasında karım suni yüzeylerle teması sonucunda trombo- sitlerin ve pıhtılaşma faktörlerinin aktivasyonuyla ekstrakor- poral pıhtılaşmanın meydana gelmesi güçlü bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Regüler hemodiyalize giren iiremik hastalar tromhoz komplikasyonları açısından büyük risk al- tındadır. Bu komplikasyonların oluşmasında düşük antitrom- bin III (AT III) seviyeleri de rol oynaı: Kan pıhtılaşmasının majör doğal inhibitörü olan AT III’iin kalıtsal eksikliği venoz trombotik hastalıklarla birliktelik gösterir. Biz düzenli olarak hemodiyalize giren kronik böbrek yetersizliği hastalarında (koagiilasyon aktivasyonunu incelemek için) diyalize girme- den hemen önce ve diyalizden hemen sonra fibrinojen, aPTT, protrombin zamanı ve ÂT III aktivitelerini tayin ettik.
Gereç ve Yöntem: Hasta grubu düzenli diyalize giren 50 kişi, kontrol grubu ise sağlıklı 20 kişiydi. AT III tayinleri kromoje- nik substrat yöntemi kullanılarak Boehringer Mannheim- Hi- tachi 717 otoanalizoründe çalışıldı.
Bulgular: Kontrol grubunda AT III aktivitesini ortalama %I03,8±8,85 bulduk. Hasta grubunda; diyaliz öncesi AT III aktivitesini ortalama %84,56±I3,0, diyalizden sonra %99± 14,12 olarak bulduk.

Sonuç: Hasta grubunda diyaliz öncesi AT III aktivitesi kont- rol grubuna kıyasla anlamlı bir şekilde düşüktür p: 0.000 Di- yaliz sonrası AT III aktivitesinde anlamlı bir artış kaydedil- miştir (p: 0.000).

6. 
Lipid peroksitlerin preeklampsi patogenezindeki önemi
Importance of lipid peroxides in pathogenesis of preeclampsia
Nezaket Eren, Şebnem Ciğerli, Berna Aslan, Ela İnan
Sayfalar 30 - 34
Preeklampsi fizyopatolojisi ve etyolojisi hala tümüyle açıklanmamış bir endotel bozukluğudur. Günümüzde fetal gelişme geriliği, prematüre doğum ve maternal ölümlerin başta gelen nedenlerinden biridir. Preeklampside görülen; endotel hasarı, düşük prostasiklin kan düzeyleri, trombositlerin agregasyonu, düşük trombosit sayısı ve vazospazm, hipertansiyon, proteinüri ve ödem gibi fizyolojik ve metabolik değişikliklerde artmış lipid peroksidasyonunun ve kandaki antioksidanların koruyucu kapasitelerinin aşılmasının, rol oynadığı gösterilmiştir. Biz bu çalışmada, plazma lipit peroksit düzeyi ile preeklampsi pa- togenezi arasındaki ilişkiyi araştırdık. 40 preeklamptik gebe ile 20 sağlıklı gebenin plazma lipit peroksit düzeyi ile serum kolesterol, trigliserit, ürik asit, total protein, albümin, tam kan trombosit sayısı, hematokrit ve fibrinojen düzeylerini ölçtük. Plazma lipit peroksit tayininde, lipid peroksidasyonunun son ürünü olan MDA (malodialdehite)’ in, TBA (thiobarbitürik asit) ile oluşturduğu pembe rengin ölçümüne dayanan TBA yöntemi kullanılmıştır. Plazma lipit peroksit düzeyi ile diastolik ve sistolik kan ba¬sınçları arasında pozitif korelasyon bulunduğunu saptadık (p<0.001, rl=0.79, r2=0.83). Preeklamptik olgularda lipit peroksit düzeyinin kontrol grubuna göre anlamlı derecede arttığını gözledik (p<0.0001). Hastalarımızı sistolik ve dias¬tolik kan basınçlarım dikkate alarak gruplandırdığımızda, en yüksek artışın ağır grupta olduğunu gördük. Preeklampsi olgularında lipit peroksitlerin dolaylı olarak prostaglandin metabolizmasını bozarak endotel hasarı ve trombosit membran hasarı ile vazokonstrüksiyona yol açabileceği bilgisi ışığında, lipit peroksitlerin hastalığın primer semptomu olan hipertansiyona katkıda bulunabileceği sonucuna vardık.

7. 
İntrakranyal girişimlerde total intravenöz anestezide, fentanil ve remifentanilin hemodinami ve derlenme üzerine olan etkilerinin karşılaştırılması
Comparison of hemodynamic and recovery characteristics of fentanyl and remifentanyl in tiva during intracranial procedures
Sabriye İmamoğlu, İnci Paksoy, Sibel Oba, Surhan Çınar, Özgür Özbağrıaçık, Levent Yılmaz, Metin Bektaş
Sayfalar 35 - 43
Amaç: İntracranial girişimlerde, çok kısa etkili bir opioicl olan, remifentanil infüzyonunun, orta etkili bir opioid olan fentanil infüzyonuna kıyasla anestezi süresince yeterli hemodinami ve daha kısa bir post operatif derlenme sağlayıp sağlamayacağını araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Etik Kurul onayı alındıktan sonra, intrakranyal girişim planlanan ASA 1 ve 2 grubu 30 hasta çalışma¬ya alındı Gerekli monitörizasyonlar yapıldıktan sonra, 1. Gruba fentanil/propofol 2. Gruba, remifentanil / propofol ile TİVA yapıldı. Hastaların hemodinamik ölçümleri başlangıç¬tan itibaren post-op. ekstübasyonun 5. dakikasına kadar kaydedildi. Derlenme Ramsey Skorlaması ile değerlendirildi, istatistiksel değerlendirmede, student t ve eşlendirilmiş dizilerde t testleri kullanıldı.
Bulgular: O AB indüksiyondan, cerrahi insizyona kadar olan dönemde remifentanil grubunda başlangıca göre düşük seyrederken, fentanil grubunda anlamlı olarak yüksek bulundu. KAH’lan, remifentanil grubunda indüksiyondan itibaren an¬lamlı olarak düştü ve operasyon boyunca düşük seyretti. KAH’da fentanil grubunda, başlangıca göre, anlamlı bir değişme görülmedi. Ramsey skorları bakımından, gruplar arasında fark yoktu. (p0,05) Fentanil grubunda kullanılan propofol dozu, remifentanil grubuna göre anlamlı derecede daha yüksekti. (p(),05)
Sonuç: Ağrılı uyaranlara, hipertansiyon, taşikardi gibi refleks yanıtları baskılaması, birikiri etkisinin olmaması, oryantasyon zamanının kısa olması ve daha az hipnotik gereksini¬mine ihtiyaç göstererek maliyeti azaltması gibi özellikler gözönüne alınarak, remifentanilin intrakranial girişimlerde tercih edilebilecek bir ajan olduğu düşünüldü.

8. 
Göğüs yaralanmalarına cerrahi yaklaşım
Surgical approach to thorax injuries
Ali Kalyoncu, Uygar Demirkıran, Halil Coşkun, Mehtap Dinç, Tülay Eroğlu, Mehmet Mihmanlı
Sayfalar 45 - 49
Amaç: Bu çalışmada, bir eğitim hastanesine başvuran göğüs travmalı olgular değerlendirildi ve yaralanmanın morbidité ve mortalité oranlan belirlendi.
Gereç ve Yöntem: Ocak 1995 ve Haziran 2001 tarihleri ara¬sında, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Cerrahi Polikliniği‘ne başvuran göğüs travması bulunan 146 hasta, retrospektif olarak, yaş, cinsiyet, travma cinsi, klinik bulgular, tedavi, morbidité ve mortalité oranlarına göre değerlendiril¬di.
Bulgular: Göğüs travması 105 olguda (%72) penetre yara¬lanma ve 41 olguda (%28) künt mekanizma ile meydana gel¬miştir. 29 olguda (%20) izole hemotoraks, 66 olguda (%45) izole pnömotoraks ve 51 olguda hemopnömotoraks saptandı. 133 olgu (%9I) tüp torakostomi ile tedavi edildi, 13 olguda (%9) torakotomi gerekli oldu. 14 olguda (%9.5) ek abdominal yaralanma saptandı. Post-operatif dönemde, 20 olguda komplikasyon gelişti. En sık görülen komplikasyonlar pnömo- ni ve atelektazi idi. Mortalité 4 olguda gözlendi.
Sonuçlar: Sonuç olarak, göğüs travmalı olgular için ideal yaklaşım; ilk basamak tedavilerin travma merkezlerinde ya¬pılması, ileri tetkik ve tedavilerin ise göğüs cerrahisi merke¬zinde yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.

9. 
Major abdominal kanser cerrahi sonrası ağrının hasta kontrollü analjezi yöntemiyle kontrolü
Control of pain with patient control analgesia following-up major abdominal cancer surgery
Ayda Başgül, Levent Yılmaz, Ayşe Hancı, Sibel Oba, H. Fatih Korkmaz
Sayfalar 50 - 53
Amaç: Operasyon sonrası ağrı tedavisinde tramadol infüzyo- ıııı ilave edilen ve edilmeyen olgularda aralıklı intravenöz tramadol doz gereksinimini karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Major abdominal kanser cerrahisi alacak 45-82 yaş arası, ASA 3-4 risk grubunda 36 hasta çalışmaya alındı. Genel anestezi uygulandı ve p o stop eratif vakalar iki gruba ayrıldı. Grup I de yalnızca PC A, grup 2 de PC A + 5 mg/h tramadol infiizyonu verildi. Tüm hastalar da PC A takip dozu 20 mg, kilitli kalma süresi 15 dakika idi ve yükleme dozu uygulanmadı. Her iki grupdaki hastalarında ekstübe edildiklerinde visual rating scale ve cerrahiden 24 saat sonra beş puanlı skala değerleri chi square ve unpaired t’-testi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Grup I‘de tramadol tüketimi 401.25 mg, grup 2’de 413.33 mg idi. Gruplar arasında istatistiksel anlamlılık yoktu. Po stop er atif ilk 24 saat içinde 36 hastanın 35’ inde zaman za¬man orta şiddetle ağrı, yalnız 1 hastada zaman zaman şiddet¬te ağrı yakınması vardı.
Sonuç: Major abdominal cerrahi sonrası hem aralıklı PCA hemde tramadol infüzyon ilaveli PCA uygulaması minimal yan etkilerle etkin analjezi sağladı.

10. 
Preemptif neostigmin uygulamasının abdominal histerektom sonrası hasta kontrollü epidural analjezide etkinliği
Effectiveness of preemptive epidural neostigmine in patient controlled epidural analgesia after abdominal hysterectomy
Fidan Aygün, G. Ulufer Sivrikaya, Ayşe Hancı, Melahat Karatmanlı Erol, Ayda Başgül
Sayfalar 54 - 59
Amaç: Çalışmamızda, neostigminin preemptif olarak epidu¬ral kullanımının postoperatif analjezik etkinliğini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Hastane Etik Kurulu onayıyla abdominal histerektomi geçirecek ASA l-ll grubunda, 40-65 yaş arasında 45 olgu çalışmaya alındı. Indiiksiyondan 20 dk önce epidural yolla Grup l‘e 10 mi serum fizyolojik, Grup II‘ye 0.5 mg ne¬ostigmin, Grup IH’e 0.5 mg neostigmin+25 mg bupivakain verildi. Olgulara standart genel anestezi uygulandı. Peropc- ratııar monitorizasyonda ortalama arter basıncı (OAB), kalp atım lıızı (KAH), perifenl oksijen saturasyonu kaydedildi. Postoperatif ağrı tedavisi lıasta kontrollü epidural analjeziyle sağlandı. Postoperatif I., 2., 6., 12., 24. saatlerde OAB, KAH, Visiiel Analog Skala (VAS) ile ağrı takipleri yapıldı, 24 saatlik total analjezik tüketimi, yan etkiler kaydedildi. İstatistiksel değerlendirmelerde student t, ANOVA testleri kullanıldı. P<0.05 anlamlı olarak değerlendirildi.
Bulgular: Olguların per ve postoperatif OAB, KAH değerleri arasında anlamlı farlc saptanmadı. VAS, 24 saatlik total anal¬jezik tüketimi, yarı etki sıklığı Grup III’ de diğer iki gruba gö¬re anlamlı olarak düşiik bulundu.
Sonuç: Preemptif amaçla epidural yolla uygulanan neostig¬minin bir lokal anestezik olan bupivakain ile kombine kulla¬nıldığında postoperatif ağrıyı ve analjezik tüketimini anlamlı ölçüde azalttığını saptadık. Abdominal histerektomilerde pos¬toperatif analjezik etkinlik için neostigmin+lokal anestezik kombinasyonunun iyi bir tercih olabileceği kanısına vardık.

11. 
Travmatik el başparmak amputasyonunda ayaktan ele parmak transferi
Toe to thumb transfer in traumatic amputation
Kemal Uğurlu, Ümran İleri, Ayşin Karasoy, Ercan Çakmak, Lütfü Baş
Sayfalar 60 - 63
Elde parmak yokluğu fonksiyonel ve estetik açıdan ciddi bir kayıptır. Elin tüm fonksiyonlarım sağlamada başparmak %40 oranında öneme sahiptir. Başparmak rekonstrüksiyonunun amacı ideal uzunluk ve görünümde, maksimum stabilité, ha¬reket kabiliyeti ve duyuya sahip orjinale yakın başparmak oluşturmaktır. Ayak birinci ve ikinci parmağı fonksiyon, duyu ve estetik açıdan bu özellikleri karşılayan en uygun seçenek¬tir. Bu amaçla 26 yaşında, 7 ay önce iş kazası sonucu sağ el başparmakta avülziyon yaralanması oluşmuş erkek hastaya, sol ayak 2. parmağı el başparmağı yerine transplante edildi. Po stop eratif olarak, uzunluk, duyu ve örtü restorasyonu, kozmetik iyileşme yönünden orjinale yakın bir sonuç elde edildi.

12. 
Konjenital maksillopalatomandibuler füzyona bağlı aspirasyon pnömonisi (bir güç entübasyon olgusu)
Aspiration pneumonia due to congenital maxillopalcıtomandibular fusion (A case of difficult intubation)
Sibel Oba, İnci Paksoy, Kemal Uğurlu, Levent Yılmaz, Oya Hergünsel, Sabriye İmamoğlu
Sayfalar 64 - 67
Üç yaşında erkek olgu, ani şuur kaybı ve siyanoz ile getirildi¬ği acil ünitesinde trakeostomi açıldıktan sonra kliniğimize ge¬tirildi. Gelişme geriliği ve mikrognatisi olan olgunun ~1 mm ağız açıklığı mevcuttu. Kalp atım hızı 150 vuru dk-l, arteriyel kan basıncı 80/50 mmllg, solunum sayısı 40 dk-l, arteriyel kan gazı analizinde lıipoksi ve lıiperkarbisi olan olgu, aspi¬rasyon pnömonisi ve akut kalp yetmezliği ön tanısı ile ventilatör, hronkodilatatör, antibiotik ve dijital tedavisine alındı. Tedavisinin 15. gününde maksillopalatomandibuler füzyon nedeniyle osteotomi operasyonu uygulanan olguya ~1.5 cm ağız açıklığı sağlandı ve daha sonra trakeostomisi kapatıldı. Olgu, komplikasyonsuz bir yoğun bakım desteği ile tedavi edilmiş nadir bir maksillopalatomandibuler füzyon ve dolayısıyla güç entübasyon olgusu olması nedeniyle sunulmuştur.

OLGU SUNUMU
13. 
Mültipl nörofibromalarla seyreden Tip 1 nörofibromatosis vakası
Type 1 Neurofibromatosis presenting with multiple neurofibromas
Ahmet Mesrur Halefoğlu, Muhammet Acar
Sayfalar 68 - 70
Tip / nörofibromatosis, Nörofibromatosis’ in en sık görülen formu olup, başka tanısal kriterlerin, varlığına da rağmen, en az iki nörofibroma ve altı veya daha fazla cafe au lait lekele¬rinin varlığı, ile karakterizedir. Biz sağ siatik sinir lojunda, sakral sinir köklerinde, her iki uyluk bölgesinde, semiııal vezikülün posteriorunda ve subkutan yerleşimli mültipl nörofibromalarla seyreden tipik bir Nörofibromatosis tip 1 vakasını sunduk. Biz kitle ile sinirlerin ilişkisini göstererek ve T2 ağırlıklı görüntülerde tipik sinyal intensitelerini açığa çıkararak nörofibromaların gösterilmesinde ve karakterizasyonunda MR ince¬lemenin çok önem taşıdığını vurguladık.

LookUs & Online Makale