ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 37 (1)
Cilt: 37  Sayı: 1 - 2003
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Horlama ve tıkayıcı uyku apnesi sendromu (TUAS)
Obstructive sleep apnea syndrome (OSAS)
Suat Turgut
Sayfalar 7 - 12
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2.
Dijital servikal muayenenin mikrobiyolojik etkisi
The microbiologic effect of digital cervical examination
Ahmet Varolan, Ali Yazgan, Aslıhan Arıöz, Ayşin Aras Altın, İnci Davas
Sayfalar 13 - 16
Amaç: Bu çalışmanın amacı dijital muayene ile vajinal mik-roorganizmaların servikse penetrasyonunu tanımlamaktı.
Gereç ve Yöntem: Dijital servikal muayeneden önce ve sonra steril spekulum ile muayene edilip standardize edilen semika- litatif ve semikantitatif endoservikal kültür alman, membran¬ları rüptüre 34 haftalık veya daha geç gebelik haftasına sahip 35 hasta çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Digital muayeneden önce alman kültürlerde 2.8±1.7 değişik tipte organizma tanımlanmıştır. Buna karşılık dijital muayenedn sonra 4.4±1.5 değişik mikroorganizma ta¬nımlanmıştır (p<0.0001). Muayeneden sonra alınan kültür¬lerde 28 hastada (%80) daha yüksek miktarda ve değişik tipte mikroorganizmaya rastlanmıştır. Fetal membranların durumunun (rüptüre veya intakt) bu ilişkiye etkisi yoktur.
Sonuç: Vajinadan servikal kanala mikroorganizma girişine dijital muayenenin ani bir etkisi vardır.
Objective: The purpose of this study was to determine whet¬her digital examination introduces vaginal organisms into the cervix.
Study Design: Thirty-five women with reported ruptured membranes at >34 week gestation underwent a sterile specu¬lum examination and a standardized, semiqualitative, semi- quantitative endocervical culture before and immediately af¬ter digital examination.
Results: Cultures taken before digital examination demonst¬rated a mean of 2.8+1.7 different types of organisms, whereas cultures taken after digital examination demonstrated a mean of 4.4±1.5 different types of organisms (p<0.0001). Twenty eight patients (80%) had heavier growth or a greater number of different organisms in the post examination culture than in the pre examination culture. The state of the fetal membranes (ruptured as opposed to intact) did not alter these relations. Conclusion: An immediate effect of digital examination is the introduction of vaginal organisms into the cervical canal.

3.
Selim safra yolu darlıklarında cerrahi tedavi
Surgical treatment of benign biliary strictures
Mehmet Mihmanlı, Halil Coşkun, Ali Kalyoncu, Uygar Demir, Tülay Eroğlu, Yasin Duran
Sayfalar 17 - 21
Amaç: Selim safrcı yolıı darlığı bulunan hastalarda, güncel cerrahi tedavi yaklaşım ve literatür gözden geçirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimize sevk edilen üç selim safra yolu darlığı olgusu etyolojik neden, darlık seviyesi, biyokimyasal tetkikler, cerrahi tedavi ve komplikasyonlar bakımından de¬ğerlendirildi. Tiim hastalara preoperatif batın ultrasonografi¬si, bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans kolanjio-pankreatografi yapıldı.
Bulgular: Her üç hastada da Bismuth Tip-ll safra yolu darlı¬ğı. saptandı ve transanastomotik stent üstünden Roux en Y he- patikojejunostomi uygulandı. Hastaların kontrollerinde her¬hangi bir problem ile karşılaşılmadı.
Sonuç: Selim safra yolu darlıklarının tedavisinde, altın stan¬dart halen cerrahi yaklaşım ve yapılan Roux en Y tipi hepati- kojejunostomidir.
Objective: Current surgical therapy and literature for the patients with benign biliary stricture were looked over.
Study Design: Three patients with benign biliary stricture, whom sended to our clinic were evaluated due to etiology, stricture level, biochemical findings, surgical treatment and complications. Preoperatively, abdominal ultrasonography, computed tomography, magnetic rezonans cholangiopancreaticografi were applied to all patients.
Results: Bismuth Type-ll bilier stricture were determined in every patients and Roux en Y hepaticojejunostomy with transanastomotic stent were performed. There wasn’t any problem in their controls.
Conclusions: For the treatment of benign biliary stricture, surgical treatment and Roux en Y type hepaticojejunostomy have still gold standard.

4.
Nonsmall cell akciğer kanserinde kemoterapi protokollerinin etkinlik karşılaştırması
Comparison of chemotherapy protocols in NSCLC
Ö. Maral, D. Karaçetin, B. Yücel, Ö. Aksakal, D. Özcan, Y. Başer, O. İncekara
Sayfalar 23 - 25
Amaç: NSCLC‘de cerrahi, RT ve KT’ye rağmen median sağ- kalım siiresi 8 ile 10 ay arasında değişmektedir. Bu nedenle klasik kemoterapi rejimlerine alternatif rejimler denenmekte¬dir. Bu çalışmamızda Cisplatin+Etoposide; Cisplatin+Gem- citahin + Vinorelhine; Ifosfamide + Cisplatiıı + Etoposide kombinasyonlarının etkinlik ve tolerabilite açısından karşı¬laştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: ŞEH Radyasyon Onkolojisi Kliniğine NSCLC tanısıyla başvuran 800 hastadan 6 ay ve daha uzun süreli takibi yapılan 235 hasta değerlendirmeye alındı, istatis¬tiksel anlamlılığı değerlendirmede Ki-Kare testini kullandık.
Bulgular: Hastalar progresyona dek geçen süre, toplam sağ- kalım süresi ve yan etkileri yönünden karşılaştırıldı. Kemote¬rapi toplam 6 kür yapıldı. 62 hastaya İCE, 67 hastaya Cispla¬tin+Etoposide, 98 hastaya Cisplatin+Vinorelbine+ Gemcita- bin, 8 hastaya oral etoposide uygulandı. Hastalara RT ve/ve¬ya cerrahi sonrası kemoterapi uygulandı. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, uygulanan kür sayısı, ve performans durumu açısından anlamlı fark yoktu. Takip sırasında ICE kolunda 13 hastada; Cisplatin+Etoposide kolunda 15 hastada; Cispla- tin+Gemcitabin+Vinorelbine kolunda 21 hastada metastaz gözlendi. İCE kolunda 41 hasta; Cisplatin+Etoposide kolun¬da 36 hasta; Cisplatin+Gemcitabin+Vinorelbine kolunda 64 hasta; oral Etoposide kolunda 4 hasta ex olmuştur. Progres¬yona kadar geçen şiire ICE kolunda 4.5 ay; Cisplatin+Etopo¬side kolunda 4.1 ay; Cisplatin+Gemcitabin+Vinorelbine ko¬lunda 4 ay olarak bulunmuştur. Ortalama sağkalım ICE ko¬lunda 11.1 ay; Cisplatin+Etoposide kolunda 12.2 ay; Cispla- tin+Gemcitabin + Vinorelhine kolunda 13.6 ay şeklidedir. Gruplar arasında progresyona kadar geçen şiire ve toplam yaşam süresi açısından anlamlı bir fark yoktu (p: 0.11). Tok- sisite değerlendirmesi WHO kriterlerine göre yapıldı. Her 3 gurupta da tedaviyi sonlandırmayı gerektirecek düzeyde (WHO grade3-4) yan etki gözlenmedi. Kemoterapiye bağlı olarak ölen hasta olmadı.
Sonuç: NSCLC’li hastalarda 3’lü kombinasyonun standart kemoterapi rejimlerine eşit etkinlikte ve iyi. tolere edilebilen bir tedavi seçeneği olduğu görülmüştür.
Objective: In spite of surgery, chemotherapy and radiotherapy, median survival in NSCLC is about 8 to 10 months. Thus alternative regimens are heeing tried. In this study we aimed to evaluated different chemotherapy regimens to their effectivies and tolerability.
Study design: The years of 1996-1999, 235 NSCLC patients who we are treated and followed up more than 6 months in Sisli Etfal Hospital, Radiation Oncology clinic are evaluated.
Results: The patients are compared, for the time to progression, Survival and side effects. 62 patients were received ICE, 67 patients were received cisplatinum and etoposide, 98 patients were received cisplatinum+vinorelbine+gemcitabine and 8 patients were received oral etoposide in 6 cycles. Chemotherapy was given after surgery and/or radiotheray. The time during the followed up métastasés were seen; 13 patients in ICE arm, 15 patients in cisplatinum+etoposide arm and. 21 patients in cisplatinum+vinorelbine+gemcitabine arm. Exitus was seen 41 patients in ICE arm, 36 patients in Cisplatinum+etoposide arm, 64 patients in cisplatinum+vinorelhine+gemcitabine arm and 4 patients in oral etoposide arm. The time to progression was 4.5 months in ICE arm, 4.1 months in cisplatinum+etoposide arm, 4 months in cisplatinum+vinorelbine+gemcitabine arm. Median survival was 11.1 months in ICE are, 12.2 months in cisplatinum+etoposide arm, 13.6 months in cisplatinum+vinorelbine+gemcitabine arm. (p: 0.11) There was not seen any toxicides WHO grade 3-4. There was no any patients who died during the chemotherapy arm, 36 patients in ci.splat.inum+etoposide arm, 64 patients in cisplatinum+vinorelbine+gemcitabine arm and 4 patients in oral etoposide. The time to progression was 4.5 months in ICE arm, 4.1 months in cisp- latinum+etoposide arm, 4 months in cisplatinum+vinorelbine+gemcitabine arm. Median survival was 11.1 months in ICE are, 12.2 months in cisplatinum+etoposide arm, 13.6 months in cisplatinum+vinorelbine+gemcitahine arm. (p: O.llJThere was not seen any toxicides WHO grade 3-4. There was no any patients who died during the chemotherapy.

5.
Hemodiyalize giren hastalarda diyaliz öncesi ve sonrası Antitrombin III değerleri
Before and after dialysis antithrombin III levels in patients on continuous hemodialysis
Fatma Turgay, Şebnem Ciğerli, Bahar Türkmen, Nezaket Eren
Sayfalar 26 - 29
Amaç: Heri dönem böbrek yetersizliğinde trombotik kompli- kasyonlar ve kanamaya eğilim bir arada görülür. Hemodiya- liz esnasında karım suni yüzeylerle teması sonucunda trombo- sitlerin ve pıhtılaşma faktörlerinin aktivasyonuyla ekstrakor- poral pıhtılaşmanın meydana gelmesi güçlü bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Regüler hemodiyalize giren iiremik hastalar tromhoz komplikasyonları açısından büyük risk al- tındadır. Bu komplikasyonların oluşmasında düşük antitrom- bin III (AT III) seviyeleri de rol oynaı: Kan pıhtılaşmasının majör doğal inhibitörü olan AT III’iin kalıtsal eksikliği venoz trombotik hastalıklarla birliktelik gösterir. Biz düzenli olarak hemodiyalize giren kronik böbrek yetersizliği hastalarında (koagiilasyon aktivasyonunu incelemek için) diyalize girme- den hemen önce ve diyalizden hemen sonra fibrinojen, aPTT, protrombin zamanı ve ÂT III aktivitelerini tayin ettik.
Gereç ve Yöntem: Hasta grubu düzenli diyalize giren 50 kişi, kontrol grubu ise sağlıklı 20 kişiydi. AT III tayinleri kromoje- nik substrat yöntemi kullanılarak Boehringer Mannheim- Hi- tachi 717 otoanalizoründe çalışıldı.
Bulgular: Kontrol grubunda AT III aktivitesini ortalama %I03,8±8,85 bulduk. Hasta grubunda; diyaliz öncesi AT III aktivitesini ortalama %84,56±I3,0, diyalizden sonra %99± 14,12 olarak bulduk.

Sonuç: Hasta grubunda diyaliz öncesi AT III aktivitesi kont- rol grubuna kıyasla anlamlı bir şekilde düşüktür p: 0.000 Di- yaliz sonrası AT III aktivitesinde anlamlı bir artış kaydedil- miştir (p: 0.000).
Objective: Both bleeding tendency and thrombotic complica¬tions are seen together in advance renal failure. Because oj the blood contacts on artificial surface during hemodialysis the activation of platelets and clotting factors lead to clot for¬mation in the extracorporeal circuit and this still remains as a potential problem. Patients undergoing regular hemodialysis are subject to height risk of thrombotic complications. The low levels of antithrombin III play a role with the genesis oj these complications. AT III is a major inhibitor of blood co¬agulation and hereditary deficiency is associated with venous thrombotic disease. We measured plasma AT III, fibrinojen, active partial thromhoplastine time (aPTT) and protrombin time (PTT) in order to investigate the activation of coagulati¬on before and after dialysis in patients with chronic renal fa¬ilure undergoing regular hemodialysis.
Study Design: Patient group was 50 people and control gro¬up was 20 people. We determined AT III via cromogenic substrat method, by using Hitachi-717 otoanalyzer produced by Boehringer Mannheim.
Results: We found the mean value for AT III activity 103,8%±8,85 in healthy controls. The mean values for AT III before dialysis and after dialysis were respectively 84,56%±I3,0 and 99%±J4,12 in patients with chronic renal failure. Conclusions: As compared with the healthy controls, the pa¬tients with chronic renal failure had significantly lower (p: 0.000) AT III activity before dialysis and significantly inc¬reased AT III activity after dialysis, (p: 0.000)

6.
Lipid peroksitlerin preeklampsi patogenezindeki önemi
Importance of lipid peroxides in pathogenesis of preeclampsia
Nezaket Eren, Şebnem Ciğerli, Berna Aslan, Ela İnan
Sayfalar 30 - 34
Preeklampsi fizyopatolojisi ve etyolojisi hala tümüyle açıklanmamış bir endotel bozukluğudur. Günümüzde fetal gelişme geriliği, prematüre doğum ve maternal ölümlerin başta gelen nedenlerinden biridir. Preeklampside görülen; endotel hasarı, düşük prostasiklin kan düzeyleri, trombositlerin agregasyonu, düşük trombosit sayısı ve vazospazm, hipertansiyon, proteinüri ve ödem gibi fizyolojik ve metabolik değişikliklerde artmış lipid peroksidasyonunun ve kandaki antioksidanların koruyucu kapasitelerinin aşılmasının, rol oynadığı gösterilmiştir. Biz bu çalışmada, plazma lipit peroksit düzeyi ile preeklampsi pa- togenezi arasındaki ilişkiyi araştırdık. 40 preeklamptik gebe ile 20 sağlıklı gebenin plazma lipit peroksit düzeyi ile serum kolesterol, trigliserit, ürik asit, total protein, albümin, tam kan trombosit sayısı, hematokrit ve fibrinojen düzeylerini ölçtük. Plazma lipit peroksit tayininde, lipid peroksidasyonunun son ürünü olan MDA (malodialdehite)’ in, TBA (thiobarbitürik asit) ile oluşturduğu pembe rengin ölçümüne dayanan TBA yöntemi kullanılmıştır. Plazma lipit peroksit düzeyi ile diastolik ve sistolik kan ba¬sınçları arasında pozitif korelasyon bulunduğunu saptadık (p<0.001, rl=0.79, r2=0.83). Preeklamptik olgularda lipit peroksit düzeyinin kontrol grubuna göre anlamlı derecede arttığını gözledik (p<0.0001). Hastalarımızı sistolik ve dias¬tolik kan basınçlarım dikkate alarak gruplandırdığımızda, en yüksek artışın ağır grupta olduğunu gördük. Preeklampsi olgularında lipit peroksitlerin dolaylı olarak prostaglandin metabolizmasını bozarak endotel hasarı ve trombosit membran hasarı ile vazokonstrüksiyona yol açabileceği bilgisi ışığında, lipit peroksitlerin hastalığın primer semptomu olan hipertansiyona katkıda bulunabileceği sonucuna vardık.
Sisli Etfal Hospital, Biochemistry and Clinical Biochmistry Preeclampsia is an endothelial disease of which pathogenes and etiology is still an open question. Today, preeclampsia the major reason of fetal immaturity, premature births ar, maternal deaths. Reasons of the endothelial damage in preei lampsia are low blood protacycline levels, low plathelet ci unts, increased lipid peroxidation. This leads to exceed th capacity of the antioxidant systems of the body. The aim i the study was investigate the reletionship between plazma I pid peroxide level and pathogenesis of preeclampsia. Oi study groupconsisted of 40 preeclamptic preganacies and 2 healty pregnant women, whom we have primarily measure plasma lipid peroxide level and secondarily measured serui cholestrol, triglyceride, uric acid, total protein, albumin, bit od plathelet count, hematocrit, and fibrinogen levels. We use Thiobarbituric acid method. In this methon malodialdehidt end product of the lipid peroxidation, reacts with thiobarbut, ric acid and produces pink reaction end product. We have observed that plasma lipid peroxide level showed blood pressure dependent increase, where both diastolic an systolic blood pressures were highly correlated with lipid pe roxside levels (p<0.001, rl= 0.79, r2= 0.83). We have als. observed that lipid peroxide levels in preeclamptic prcgnanci es were significantly higher than that of the healty pregnar subjects (p<0.0001). When we clasified the peeclamptic pati ents according to the severity of the desease, as mild and se vere, the higher increased was found in the severe preeclamp tic group. Considering the information that in preeclamptic patients li pid peroxides indirectly caused endothelial damage by affec ting the prostaglandin metabolism, distrupt the platele membrane and lead to vasocontriction. We have conferrei that, lipid peroxides may make a contribution to the develop ment of disorders primary symptoms that is hipertention.

7.
İntrakranyal girişimlerde total intravenöz anestezide, fentanil ve remifentanilin hemodinami ve derlenme üzerine olan etkilerinin karşılaştırılması
Comparison of hemodynamic and recovery characteristics of fentanyl and remifentanyl in tiva during intracranial procedures
Sabriye İmamoğlu, İnci Paksoy, Sibel Oba, Surhan Çınar, Özgür Özbağrıaçık, Levent Yılmaz, Metin Bektaş
Sayfalar 35 - 43
Amaç: İntracranial girişimlerde, çok kısa etkili bir opioicl olan, remifentanil infüzyonunun, orta etkili bir opioid olan fentanil infüzyonuna kıyasla anestezi süresince yeterli hemodinami ve daha kısa bir post operatif derlenme sağlayıp sağlamayacağını araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Etik Kurul onayı alındıktan sonra, intrakranyal girişim planlanan ASA 1 ve 2 grubu 30 hasta çalışma¬ya alındı Gerekli monitörizasyonlar yapıldıktan sonra, 1. Gruba fentanil/propofol 2. Gruba, remifentanil / propofol ile TİVA yapıldı. Hastaların hemodinamik ölçümleri başlangıç¬tan itibaren post-op. ekstübasyonun 5. dakikasına kadar kaydedildi. Derlenme Ramsey Skorlaması ile değerlendirildi, istatistiksel değerlendirmede, student t ve eşlendirilmiş dizilerde t testleri kullanıldı.
Bulgular: O AB indüksiyondan, cerrahi insizyona kadar olan dönemde remifentanil grubunda başlangıca göre düşük seyrederken, fentanil grubunda anlamlı olarak yüksek bulundu. KAH’lan, remifentanil grubunda indüksiyondan itibaren an¬lamlı olarak düştü ve operasyon boyunca düşük seyretti. KAH’da fentanil grubunda, başlangıca göre, anlamlı bir değişme görülmedi. Ramsey skorları bakımından, gruplar arasında fark yoktu. (p0,05) Fentanil grubunda kullanılan propofol dozu, remifentanil grubuna göre anlamlı derecede daha yüksekti. (p(),05)
Sonuç: Ağrılı uyaranlara, hipertansiyon, taşikardi gibi refleks yanıtları baskılaması, birikiri etkisinin olmaması, oryantasyon zamanının kısa olması ve daha az hipnotik gereksini¬mine ihtiyaç göstererek maliyeti azaltması gibi özellikler gözönüne alınarak, remifentanilin intrakranial girişimlerde tercih edilebilecek bir ajan olduğu düşünüldü.
Objective: During anesthesia, we investigated the infusion e- mifentanyl a very short effective opioid promides or not, eno¬ugh hemodynamia and short postoperative recovery in intrac¬ranial procedures compared with fentanyl, a moderate opi¬oid.
Study Design: After the approval by the Medical Ethics Com¬mittee, 30 patients in ASA I-II were obtained in to study. TIVA was done with fentanyl / propofol and remifentanyl / propofol to Group I and II respectively after required monitorisations. The hemodynamic measurements of patients were recorded from beginning of anesthesia until fifth minutes postoperative extubation. Recovery was assessed with Ramsey Scores.
Results: Mean arterial pressure was found lower than begin¬ning in remifentanyl group during the period from induction until surgical incision, but it was significantly higher in fen¬tanyl group. Heart rate significantly decreased in induction and continued low during operation. No significant difference was seen on heart rate in fentayl group when compared to be¬ginning. There was not any difference in Ramsey Scores bet¬ween groups. (pO, 05) The dose of propofol was sign ificantly higher in fentanyl group when compared with remifentanyl group. (pO, 05)
Conclusion: Remifentanyl was thought as a preferable agent in intracranial procedures because of it. inhibits reflex. Responses as pain stimulus, hypertension, tachycardia and has no accumulative affect, and has short orientation period and is cost effective due to less hypnotic requirements.

8.
Göğüs yaralanmalarına cerrahi yaklaşım
Surgical approach to thorax injuries
Ali Kalyoncu, Uygar Demirkıran, Halil Coşkun, Mehtap Dinç, Tülay Eroğlu, Mehmet Mihmanlı
Sayfalar 45 - 49
Amaç: Bu çalışmada, bir eğitim hastanesine başvuran göğüs travmalı olgular değerlendirildi ve yaralanmanın morbidité ve mortalité oranlan belirlendi.
Gereç ve Yöntem: Ocak 1995 ve Haziran 2001 tarihleri ara¬sında, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Cerrahi Polikliniği‘ne başvuran göğüs travması bulunan 146 hasta, retrospektif olarak, yaş, cinsiyet, travma cinsi, klinik bulgular, tedavi, morbidité ve mortalité oranlarına göre değerlendiril¬di.
Bulgular: Göğüs travması 105 olguda (%72) penetre yara¬lanma ve 41 olguda (%28) künt mekanizma ile meydana gel¬miştir. 29 olguda (%20) izole hemotoraks, 66 olguda (%45) izole pnömotoraks ve 51 olguda hemopnömotoraks saptandı. 133 olgu (%9I) tüp torakostomi ile tedavi edildi, 13 olguda (%9) torakotomi gerekli oldu. 14 olguda (%9.5) ek abdominal yaralanma saptandı. Post-operatif dönemde, 20 olguda komplikasyon gelişti. En sık görülen komplikasyonlar pnömo- ni ve atelektazi idi. Mortalité 4 olguda gözlendi.
Sonuçlar: Sonuç olarak, göğüs travmalı olgular için ideal yaklaşım; ilk basamak tedavilerin travma merkezlerinde ya¬pılması, ileri tetkik ve tedavilerin ise göğüs cerrahisi merke¬zinde yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Objective: In this study, the cases with thoracic trauma whom had applied to a training hospital were evaluted and morbi¬dity and mortality rates of the injury were def ined.
Study Design: Between January 1995 and June 2001, 146 patients with thoracic trauma whom applied to Sisli Etfal Training and Research Hospital Surgical Emergency Unit were evaluated retrospectively due to age, sex, type of injury, clinical symptoms, therapy, morbidity and mortality rates.
Results: Thoracic trauma occured in 105 cases (72%) by pe¬netrating injury and in 41 cases (28%) by blunt mechanisms. In 29 cases (20%) isolated haemothorax, in 66 cases (45%) isolated pneumothorax and in 51 cases (35%) haemopne- umothorax were established. 133 cases (91%) were treated with tube thoracostomy and thoracotomy required in 13 cases (9%). Additional abdominal injury was established in 14 ca¬ses (9,5%). In post-operative period, complications were oc¬cured in 20 patients. The most common complications were pneumonia and athelectazia. Morbidity were observed in 4 cases.
Conclusions: As a conclusion, we have considered that ideal approach to cases with thorax injuries; first step theraphies should made in trauma centers, advanced studies and theraphies should made in thorax surgery centers.

9.
Major abdominal kanser cerrahi sonrası ağrının hasta kontrollü analjezi yöntemiyle kontrolü
Control of pain with patient control analgesia following-up major abdominal cancer surgery
Ayda Başgül, Levent Yılmaz, Ayşe Hancı, Sibel Oba, H. Fatih Korkmaz
Sayfalar 50 - 53
Amaç: Operasyon sonrası ağrı tedavisinde tramadol infüzyo- ıııı ilave edilen ve edilmeyen olgularda aralıklı intravenöz tramadol doz gereksinimini karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Major abdominal kanser cerrahisi alacak 45-82 yaş arası, ASA 3-4 risk grubunda 36 hasta çalışmaya alındı. Genel anestezi uygulandı ve p o stop eratif vakalar iki gruba ayrıldı. Grup I de yalnızca PC A, grup 2 de PC A + 5 mg/h tramadol infiizyonu verildi. Tüm hastalar da PC A takip dozu 20 mg, kilitli kalma süresi 15 dakika idi ve yükleme dozu uygulanmadı. Her iki grupdaki hastalarında ekstübe edildiklerinde visual rating scale ve cerrahiden 24 saat sonra beş puanlı skala değerleri chi square ve unpaired t’-testi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Grup I‘de tramadol tüketimi 401.25 mg, grup 2’de 413.33 mg idi. Gruplar arasında istatistiksel anlamlılık yoktu. Po stop er atif ilk 24 saat içinde 36 hastanın 35’ inde zaman za¬man orta şiddetle ağrı, yalnız 1 hastada zaman zaman şiddet¬te ağrı yakınması vardı.
Sonuç: Major abdominal cerrahi sonrası hem aralıklı PCA hemde tramadol infüzyon ilaveli PCA uygulaması minimal yan etkilerle etkin analjezi sağladı.
Objective: The aim of the study was to compare interr, IV tramadol dose regimens with and without a mainte tramadol infusion in the treatment of postop eratifpain.
Study Design: Thirty six patients (aged between 45-82 ASA class 3,4) undergoing major abdominal cancer si were entered in to the trial. It was given general anaes and patients were divided into two group postoperativ group 1, only PCA was given and in group 2 both PC. IV infusion of 5 mg/h tramadol were given. ALL of the ents demand dose was 20 mg tramadol no loading dos used, lockout time was 15 min. The results of the two g when the patients extubated with VRS and 24 h after si with give point scale were compared by chi-square tes unpaired t-test.
Results: Consumption of tramadon in group 1 was 4012 and in group 2 was 413.33 mg. There was no statistical rence between groups. There were sometimes moderate in 35 of 36 patients, only one patient have sometimes si pain suffering in the first 24 hours of postoperative.
Conclusion: Both tramadol PCA and PCA plus tramad fusion produced sufficient analgesia with minimal side e in PCA after major abdominal surgery.

10.
Preemptif neostigmin uygulamasının abdominal histerektom sonrası hasta kontrollü epidural analjezide etkinliği
Effectiveness of preemptive epidural neostigmine in patient controlled epidural analgesia after abdominal hysterectomy
Fidan Aygün, G. Ulufer Sivrikaya, Ayşe Hancı, Melahat Karatmanlı Erol, Ayda Başgül
Sayfalar 54 - 59
Amaç: Çalışmamızda, neostigminin preemptif olarak epidu¬ral kullanımının postoperatif analjezik etkinliğini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Hastane Etik Kurulu onayıyla abdominal histerektomi geçirecek ASA l-ll grubunda, 40-65 yaş arasında 45 olgu çalışmaya alındı. Indiiksiyondan 20 dk önce epidural yolla Grup l‘e 10 mi serum fizyolojik, Grup II‘ye 0.5 mg ne¬ostigmin, Grup IH’e 0.5 mg neostigmin+25 mg bupivakain verildi. Olgulara standart genel anestezi uygulandı. Peropc- ratııar monitorizasyonda ortalama arter basıncı (OAB), kalp atım lıızı (KAH), perifenl oksijen saturasyonu kaydedildi. Postoperatif ağrı tedavisi lıasta kontrollü epidural analjeziyle sağlandı. Postoperatif I., 2., 6., 12., 24. saatlerde OAB, KAH, Visiiel Analog Skala (VAS) ile ağrı takipleri yapıldı, 24 saatlik total analjezik tüketimi, yan etkiler kaydedildi. İstatistiksel değerlendirmelerde student t, ANOVA testleri kullanıldı. P<0.05 anlamlı olarak değerlendirildi.
Bulgular: Olguların per ve postoperatif OAB, KAH değerleri arasında anlamlı farlc saptanmadı. VAS, 24 saatlik total anal¬jezik tüketimi, yarı etki sıklığı Grup III’ de diğer iki gruba gö¬re anlamlı olarak düşiik bulundu.
Sonuç: Preemptif amaçla epidural yolla uygulanan neostig¬minin bir lokal anestezik olan bupivakain ile kombine kulla¬nıldığında postoperatif ağrıyı ve analjezik tüketimini anlamlı ölçüde azalttığını saptadık. Abdominal histerektomilerde pos¬toperatif analjezik etkinlik için neostigmin+lokal anestezik kombinasyonunun iyi bir tercih olabileceği kanısına vardık.
Objective: In our study we aimed to evaluate the postopi ve analgesic efficacy of preemptive epidural neostigmine
Study Design: After the approval by the Medical Ethic < mittee, 45 patients in ASA I-II aged between 40-65 years included into the study. 10 ml 0.9% NaCI solution in Grc 0. 5 mg neostigmine in Group II, 0.5 mg neostigmi.ne+2. bupivacaine in Group III were administered epidurally 21 nut.es before induction. Standard general anaesthesia applied to the patients. Mean arterial pressure (MAP), i rate (HR), peripheral oxygen saturation were recorded / peratively. Patient controlled epidural analgesia was use postoperative pain management. MAP, HR, pain evciliu with Visual Analogue Scale (VAS), adverse effects at post rative I., 2., 6., 12., 24. hours, total analgesic consumj for 24 hours were recorded. Student’s t test and ANOVA used for the statistical analyses. P<0.05 was considered nificant.
Results: MAP, HR values were not significantly differen. and postoperatively. VAS, total analgesic consumption frequency of adverse effects were lower in Group III v compared with other two groups.
Conclusion: Preemptive epidural neostigmine decrease toperative pain and analgesic consumption when comb with bupivacaine. We suggest that, neostigmine and I anaesthetic combination can be a good choice (for post rative analgesia) after abdominal hysterectomies.

11.
Travmatik el başparmak amputasyonunda ayaktan ele parmak transferi
Toe to thumb transfer in traumatic amputation
Kemal Uğurlu, Ümran İleri, Ayşin Karasoy, Ercan Çakmak, Lütfü Baş
Sayfalar 60 - 63
Elde parmak yokluğu fonksiyonel ve estetik açıdan ciddi bir kayıptır. Elin tüm fonksiyonlarım sağlamada başparmak %40 oranında öneme sahiptir. Başparmak rekonstrüksiyonunun amacı ideal uzunluk ve görünümde, maksimum stabilité, ha¬reket kabiliyeti ve duyuya sahip orjinale yakın başparmak oluşturmaktır. Ayak birinci ve ikinci parmağı fonksiyon, duyu ve estetik açıdan bu özellikleri karşılayan en uygun seçenek¬tir. Bu amaçla 26 yaşında, 7 ay önce iş kazası sonucu sağ el başparmakta avülziyon yaralanması oluşmuş erkek hastaya, sol ayak 2. parmağı el başparmağı yerine transplante edildi. Po stop eratif olarak, uzunluk, duyu ve örtü restorasyonu, kozmetik iyileşme yönünden orjinale yakın bir sonuç elde edildi.
Loss of finger in a hand is a serious loss from point of functional and aesthetic problem. Forty percent of all function require a healty thumb. Aim of thumb reconstru is to constitute a thumb which has an ideal length and carance with maximum stability, motion ability and sense Great toe and second toe are the most appropriate alter ves which have these properties for achievement of the fuonal, sensational and aesthetic goals. Left second toe transplanted to right thumb stump of a male patient who 26 years old and whose right thumb was avulsed 7 month in an accident. A satisfying result regarding the oriy length, sensation and cover restoration and cosmetic het was obtained postoperatively.

12.
Konjenital maksillopalatomandibuler füzyona bağlı aspirasyon pnömonisi (bir güç entübasyon olgusu)
Aspiration pneumonia due to congenital maxillopalcıtomandibular fusion (A case of difficult intubation)
Sibel Oba, İnci Paksoy, Kemal Uğurlu, Levent Yılmaz, Oya Hergünsel, Sabriye İmamoğlu
Sayfalar 64 - 67
Üç yaşında erkek olgu, ani şuur kaybı ve siyanoz ile getirildi¬ği acil ünitesinde trakeostomi açıldıktan sonra kliniğimize ge¬tirildi. Gelişme geriliği ve mikrognatisi olan olgunun ~1 mm ağız açıklığı mevcuttu. Kalp atım hızı 150 vuru dk-l, arteriyel kan basıncı 80/50 mmllg, solunum sayısı 40 dk-l, arteriyel kan gazı analizinde lıipoksi ve lıiperkarbisi olan olgu, aspi¬rasyon pnömonisi ve akut kalp yetmezliği ön tanısı ile ventilatör, hronkodilatatör, antibiotik ve dijital tedavisine alındı. Tedavisinin 15. gününde maksillopalatomandibuler füzyon nedeniyle osteotomi operasyonu uygulanan olguya ~1.5 cm ağız açıklığı sağlandı ve daha sonra trakeostomisi kapatıldı. Olgu, komplikasyonsuz bir yoğun bakım desteği ile tedavi edilmiş nadir bir maksillopalatomandibuler füzyon ve dolayısıyla güç entübasyon olgusu olması nedeniyle sunulmuştur.
A there years old boy was admitted to our department after an emergency tracheotomy performed at Emergency Unite; because of alteration of his consciousness and cyanosis. At initial examination micrognatia and underdeveloped growth were observed. There was only ~1 mm of mouth opening. 150/min heart rate, 80/50 mmHg arterial blood pressure, tachypnea (40/min) were noted. The arterial blood gas analysis showed hipoxia and hipercapnia. Because of aspiration pneumonia and acute cardiac failure, the patient was ventilated and treated with antibiotherapy, bronchodilatators and digoxin. After 15 days of treatment the patient had an osteotomy because of maxillopalatomandibular fusion and ~1.5 cm mouth opening was obtained. Later, tracheotomy was decanulated. Maxillopalatomandibular fusion is rare anomaly which presents difficult intubation problem. Our case constitues an example of successful intensive care treatment in maxillopalatomandibular fusion anomaly.

OLGU SUNUMU
13.
Mültipl nörofibromalarla seyreden Tip 1 nörofibromatosis vakası
Type 1 Neurofibromatosis presenting with multiple neurofibromas
Ahmet Mesrur Halefoğlu, Muhammet Acar
Sayfalar 68 - 70
Tip / nörofibromatosis, Nörofibromatosis’ in en sık görülen formu olup, başka tanısal kriterlerin, varlığına da rağmen, en az iki nörofibroma ve altı veya daha fazla cafe au lait lekele¬rinin varlığı, ile karakterizedir. Biz sağ siatik sinir lojunda, sakral sinir köklerinde, her iki uyluk bölgesinde, semiııal vezikülün posteriorunda ve subkutan yerleşimli mültipl nörofibromalarla seyreden tipik bir Nörofibromatosis tip 1 vakasını sunduk. Biz kitle ile sinirlerin ilişkisini göstererek ve T2 ağırlıklı görüntülerde tipik sinyal intensitelerini açığa çıkararak nörofibromaların gösterilmesinde ve karakterizasyonunda MR ince¬lemenin çok önem taşıdığını vurguladık.
Neurofibromatosis type 1 is the most frequent form of neuro-fibromatosis and is characterized by the presence of at least two neurofibromas and 6 or more cafe au lait spots although it does have other diagnostic criteria. We showed a typical neurofibromatosis type 1 case which presented multipl neurofibromas in the right sciatic region, sacral nerve roots, both thigh regions, posteriorly localized to the seminal vesicle and scattered subcutaneously. We emphasized that magnetic resonance imaning is very important showing and characterizing for neurofibromas in terms of revealing their typical high signal intensity on T2 weighed images and demonstrating the relationship between the mass and nerves

LookUs & Online Makale