DAVETLI DERLEME | |
1. | İlaç ilişkili akut intertisyel nefrit Drug induced acute interstitial nephritis Taner Baştürk, Nuri Barış Hasbal, Yener Koç, Mahmoud Isleem, Feyza Bayrakdar Çağlayan, Abdülkadir Ünsaldoi: 10.5350/SEMB.20160902010424 Sayfalar 251 - 255 Akut interstisyel nefrit (AİN) renal interstisyumda iltihabi infiltrasyon ve ödem ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanmakta olup böbrek fonksiyonunda ani kötüleşme ile ilişkilidir. Akut intertisyel nefritin en sık nedeni ilaç kullanımı olup yaklaşık olarak %60-70 AİN vakasından sorumludur. Antibiyotikler tüm ilaç grupları içinde önde gelen ilaç türüdür. Hastalığın patogenezinde ilaç ya da ilacın bir metabolitine karşı gelişen aşırı duyarlılık reaksiyonu rol oynamaktadır. Sebepten bağımsız olarak AİN hastalarının çoğu non-spesifik semptomlar (bulantı, kusma, halsizlik vb.) veya böbrek fonksiyonlarında akut kötüleşme bulguları ile başvurur. Hastalığın tanısında altın standart tanı yöntemi böbrek biyopsisi olup, ışık mikroskopik incelemede en karakteristik patolojik bulgu interstisyumda iltihabi infiltrasyonun varlığıdır. AİN tanısı kesinleştiğinde neden olan ilaç hemen kesilmeli ve acilen oral veya intravenöz steroid tedavisi başlanmalıdır. Steroid tedavisinin hızlı ve tam remisyon ile pozitif korelasyonu vardır ancak tam düzelme tüm vakalarda gerçekleşmeyebilir. Bu derlemede tüm hekimleri klinik uygulamalarda yakından ilgilendiren hastalığı güncel literatür verileri ışında tekrar incelemek istedik. |
2. | Kronik böbrek hastalıklı hastalarda sekonder hiperparatiroidizm: Tanı, medikal ve cerrahi tedavi Secondary hyperparathyroidism in patients with chronic kidney disease: Diagnosis, pharmacological and surgical treatment Mehmet Uludağdoi: 10.5350/SEMB.20161223024725 Sayfalar 256 - 272 Sekonder hiperparatiroidizm (SHPT) serum kalsiyum (Ca) düzeylerinin kronik düşüşü ile ilgili herhangi bir durum tarafından neden olunan ve Ca dengesini sürdürmek için sekonder adaptif cevaptır. Düşük serum Ca düzeyleri paratiroid bezlerinin kompansatuar aşırı aktivitesine yol açar. SHPT kronik böbrek hastalığının sık bir komplikasyonudur ve kronik böbrek hastalığının mineral kemik bozukluklarının bir parçasıdır. SHPT artan mobidite ve mortalite riski ile ilişkilidir, bu nedenle SHPT’nin kontrolü önerilir. SHPT kronik böbrek hastalıklı hastalarda artan fosdor ve fibroblast büyüme faktörü 23 (FGF23), düşen Ca ve 1.25 dihidroksivitamin D3 düzeylerini içeren değişik mekanizmalaradan dolayı gelişir. Hastalarda değişişik kemik bozuklukları, kardiyovasküler hastalık ve belirli biyokimyasal anormallikler vardır. SHPT’li hastaların tanısında klinik inceleme ve laboratuvar bulgularının kombinasyonu gerekir. Birçok hasta asemptomatiktir ve sadece laboratuvar ve radyolojik çalışmalarla saptanabilen anormalliklere sahiptir. Laboratuvar testleri, hipokalsemi, normokalsemi veya hiperkalsemi ve hiperfosfatemi gösterebilir. Ek olarak SHPT’li hastalar, aşırı paratiroid hormon düzeyleri (PTH), artmış veya normal alkalin fosfataz (ALP) seviyeleri ve azalmış vitamin D (vit D) düzeylerine sahiptir. Hastalar semptomatik hale gelebilir. Tedavi edilmeyen SHPT, ilerleyici kemik hastalığı, osteitis fibroza sistika ve yumuşak doku kalsifikasyonlarına yol açar. Hastalar; dirençli kemik ağrısı, kırıklar, kaşıntı, yumuşak doku veya vasküler kalsifikasyonlar, kalsifilaksi, eritropoietine dirençli anemi ve zihinsel durum değişiklikleri yaşayabilir. Medikal tedavi hiperfosfateminin kontrolü, vit D analogları, Ca uygulaması ve kalsimimetik ajanları içerir. SHPT’li hastaların çoğunluğu tıbbi tedavi ile tedavi edilebilir. Medikal tedavideki gelişmelere rağmen, medikal tedavi ile SHPT’nin kontrolü her zaman sağlanamaz. Bazı hastalarda cerrahi tedavi gerekir. Cerrahi endikasyonlar medikal tedaviye rağmen hiperkalsemi ve / veya hiperfosfatemi ile ilişkili 500-800 pg/ml’den yüksek PTH düzeylerini içerir. Diğer endikasyonlar kalsifiklaksi, kırıklar, kemik ağrısı veya kaşıntıdır. Preoperatif görüntüleme reoperatif paratiroidektomi (PTX) haricinde nadiren yardımcıdır. Operatif yaklaşımlar, subtotal PTX, ototransplantasyonlu veya ototransplantasyonsuz total PTX (TPTX) ve olası timektomiyi içerir. Her yaklaşımın önerileri, avantajları ve dezavantajları tartışılmıştır. Hipokalsemi, agresif Ca uygulaması gerektiren en yaygın postoperatif komplikasyondur. Cerrahi tedavinin faydaları, sağ kalım artışı, kemik mineral yoğunluğu artışı ve semptomların hafifletilmesini içerebilir. |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
3. | Gastroenteroloji Kliniği’nde yatan hastalarda izlenen deri bulguları Skin findings of patients hospitalised in the gastroenterology department Ezgi Aktaş Karabay, Nihal Aslı Küçükünal, İlknur Kıvanç Altunay, Aslı Aksu Çerman, Canan Alkımdoi: 10.5350/SEMB.20160907113050 Sayfalar 273 - 279 Amaç: Bu çalışmada hastanemiz gastroenteroloji kliniğinde yatarak tedavi alan hastaların deri bulgularının tanımlanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Hastanemiz Gastroenteroloji Kliniği’nde Kasım 2012-Nisan 2013 tarihleri arasında çeşitli tanılar ile yatarak tedavi almakta olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Tüm hastaların yaş, cinsiyet ve hastalıklarına ait bilgileri kaydedildi ve tüm hastaların aynı dermatolog tarafından tam deri muayeneleri yapıldı. Bulgular: Çalışmamıza 37 (%41.5) kadın 52 (%58.4) erkek toplam 89 hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 52.79 (20-85 yaş) idi. İnflamatuar barsak hastalıkları (%33.7), karaciğer sirozu (n=30, %33.7), diğer hepatobiliyer sistem hastalıkları (n=11, %12.3), malignite (n=9, %10.1) ve pankreas bezi ile ilgili hastalıklar (n= 6, %8.9) başta olmak üzere çeşitli gastrointestinal sistem hastalıkları saptandı. Deri bulguları değerlendirildiğinde sırasıyla, 36 hastada (%40.4) pigmentasyon değişiklikleri, 32 hastada (%35.9) kserozis kutis, 31 hastada (%34.8) bakteriyal ve fungal enfeksiyonlar, 30 hastada (%33.7) androgenetik alopesi ve 21 hastada (%23.5) tırnak değişiklikleri izlendi. Spesifik deri bulguları olarak sırasıyla, 1 (%1.1) ülseratif kolit hastasında psoriasis vulgaris, 1 (%1.1) Crohn hastasında vitiligo, 1 (%1.1) Kaposi sarkomu tanılı hastada oral mukozada kaposi nodülleri, 1 (%1.1) karaciğer sirozu hastasında palmar eritem, 1 (%1.1) tüberküloz peritoniti tanısı olan hastada eritema nodozum mevcuttu. Sonuç: Çalışmamızda gastrointestinal hastalıklara özgü az sayıda deri bulgusu saptandı. |
4. | Acil arteriyel kanamaların selektif embolizasyonunda farklı ajanların kullanılması Utilization of different agents in selective embolization of emergency arterial bleeding Ömer Fatih Nas, Gökhan Öngen, Kadir Hacıkurt, Bekir Şanal, Gökhan Gökalp, Yavuz Durmuş, Halit Ziya Dündar, Cüneyt Erdoğandoi: 10.5350/SEMB.20160826024837 Sayfalar 280 - 286 Amaç: Dijital subtraksiyon anjiyografide (DSA) üst gastrointestinal sistem (GİS), alt GİS, pulmoner ve travma nedenli arteriyel kanama odağı tespit edilen ve farklı embolizasyon ajanlarla endovasküler embolizasyon tedavileri yapılan hastaları değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Temmuz 2012-Nisan 2016 tarihleri arasında acil şartlarda girişimsel radyoloji departmanımıza embolizasyon amaçlı yönlendirilen hastaların retrospektif incelemesi yapıldı. Bu amaçla üst GİS, alt GİS, pulmoner ve travma nedenli kanama odağı olarak DSA’da kontrast madde ekstravazasyonu ve/veya psödoanevrizma tespit edilen hastalar kabul edildi. İşlem sonundaki tedavinin başarısı DSA’da kontrast madde ekstravazasyonunun ve/veya psödoanevrizmanın olmaması ile değerlendirildi. Bulgular: On bir üst GİS, 5 alt GİS, 6 pulmoner ve 7 travma kaynaklı toplam 29 arteriyel kanama odağı başarılı şekilde embolize edildi. Embolizasyon amaçlı üst GİS kanaması ile gelen 11 hastanın hepsinde koil; alt GİS kanaması ile gelen 3 hastada koil, 1 hastada koil+glue, 1 hastada akrilik mikropartikül; pulmoner kanaması ile gelen 3 hastada koil, 1 hastada polivinilalkol (PVA), 1 hastada koil+PVA, 1 hastada akrilik mikropartikül; travma nedenli kanama ile gelen 5 hastada koil, 2 hastada glue uygulandı. Tüm hastalarımızda işlem sonundaki DSA’larında kontrast madde ekstravazasyonu ve/veya psödoanevrizma izlenmedi. Sonuç: Farklı embolizasyon seçiminin artmasıyla ve mikrokateter teknolojisinin gelişmesiyle birlikte deneyimli girişimsel radyologlar tarafından yapılan arteriyel embolizasyonlarda teknik başarı oranı artmaktadır. |
5. | 6-12 yaş arası pediatrik spiral ve parçalı femur kırıklarında submuskuler plaklama ve eksternal fiksatör uygulaması etkinliği karşılaştırılması Comparison of efficiency between submuscular plating and external fixation of spiral and comminuted fractures of the femur in 6-12 years old pediatric patients Ferdi Dırvar, Oytun Derya Tunç, Ömer Cengiz, Raşit Özcaferdoi: 10.5350/SEMB.20160624024007 Sayfalar 287 - 295 Amaç: 6-12 yaş Pediatrik femur cisim kırıklarının tedavisi son yirmi yılda kayda değer bir gelişme göstermiş olup, bu gelişim devam etmektedir. Pediatrik femur cisim kırıklarının tedavisinde eksternal tespit ve submusküler plak uygulamasına yaygın bir şekilde başvurulsa da, pediatrik kapalı instabil spiral femur cisim kırıklarında eksternal tespit ve submusküler köprü-plak uygulamalarının karşılaştırıldığı çalışma sayısı oldukça azdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza femur cisim spiral ve parçalı kırıklar nedeniyle eksternal fiksatör veya submüsküler plak uygulaması ile tedavi edilen 2 grup hasta dahil edildi. Hastalar yaralanma mekanizması, diz eklemi hareket açıklığı, hastanede yatış süresi ve elde edilen klinik ve radyolojik bulgular açısından değerlendirildi. Hastaların 20’si eksternal tespit, 26’sı submusküler köprü plaklama grubunda yer almaktaydı. Ortalama takip süresi 2 yıl (1.5-4 yıl aralığında). Bulgular: Eksternal fiksatör grubunda hastaların ortalama yaşı 7.45 (dağılım: 6-11), submusküler plak grubunda 9.08 (dağılım: 7-12) idi. Eksternal fiksatör grubunda fiksatörler ortalama 12.2 haftada çıkarılırken, submusküler plak grubunun grafilerinde ortalama 10 haftada kaynama bulgusu izlendi. Eksternal fiksatör grubunda pin bölgesi enfeksiyonu yaygın şekilde gözlenirken, diz kontraktürü için hastalara diz eklem hareket açıklığı rehabilitasyonu uygulandı. Her iki grupta da refraktür gelişmedi. Sonuç: Pediatrik femur kırıklarında eksternal fiksatör kullanımında dikkat edilmesi gereken ilk husus, genellikle transvers ve açık kırıklarda fiksatörün çıkarılması sonrası izlenen refraktürlerdir. Fiksatörün spiral kırıklarda kullanılması ve dört kortekste kaynama sonrası fiksatörün çıkarılması durumunda nüks kırığı riski en aza indirgenecektir. Pediatrik femur cisim kırıklarında çalışmamızda eksternal fiksatör ve plak uygulamasının sonuçları benzer çıkmasına rağmen karşılaştırma için hasta sayısının daha geniş tutulduğu çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. |
6. | Enfekte psödoartrozda antibiyotikli polimetilmetakrilat çimento kaplı intramedüler çivi ile fiksasyon tekniğinin etkinliği Efficacy of fixation technique using antibiotic cement-coated intramedullary nail in infected pseudarthrosis Ferdi Dırvar, Sami Sökücü, Bilal Demir, Umut Yavuz, Yavuz Selim Kabukçuoğludoi: 10.5350/SEMB.20160530075930 Sayfalar 296 - 302 Amaç: Kronik enfeksiyon ile birlikte kaynamama varlığında, hem enfeksiyonun tedavisi hem de kırığın stabilizasyonu gereklidir. Bu çalışma, femur ya da tibiasında enfekte psödoartrozu olan hastalarda, ‘antibiyotikli polimetilmetakrilat çimento kaplı intramedüler çivi kullanılarak fiksasyon’ tekniğinin etkinliğini değerlendirmiştir. Gereç ve Yöntem: Femurunda ya da tibiasında Cierny-Mader evre 4 enfekte kaynamama gelişen 14 hasta çalışmaya alındı. Hastalar lokal debridman, antibiyotik içeren PMMA kaplı intramedüler çivi uygulaması ve sistemik antibiyotik ile tedavi edildi. Hastalar kaynama ve enfeksiyonun iyileşmesi açısından takip edildi. Bulgular: Hastaların 3’ünde femurda, 11’inde ise tibiada enfekte psödoartroz gelişmişti. Hastaların 3’ünde atrofik, 11’inde hipertrofik enfekte kaynamama mevcuttu. Hastaların ortalama takip süresi 24.7 ay idi (aralık: 8-37 ay). Hastaların takipleri sonrasında % 85.7’sinde (12 hasta) enfeksiyonun gerilediği tespit edildi. Takipte toplam 10 hastada kaynama gerçekleşti (71.4%). Onbir hipertofik enfekte psödoartroz hastasının 10’unda (%90.9) kaynama gerçekleşirken, 3 atrofik psödoartroz hastasının hiçbirisinde kaynama gerçekleşmedi. Sonuç: Segmenter defekti olmayan hipertrofik psödoartroz tedavisinde antibiyotikli PMMA kaplı kilitli intramedüler çivi kullanımı, yüksek doz lokal antibiyotik etkisi ve intramedüller çivi ile stabilizasyon avantajı nedeniyle önerilebilir. Atrofik psödoartrozda ise enfeksiyon tedavisinin etkili olduğu ancak kemik kaynaması açısından yöntemin yetersiz olduğu söylenebilir. Bu konuda yapılacak daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır. |
7. | Larengeal skuamoz hücreli karsinomda pulmoner metastaz Pulmonary metastasis in laryngeal squamous cell carcinoma Gülpembe Bozkurt, Meltem Esen Akpınar, Didem Rıfkı, Senem Kurt Dizdar, Uğur Temel, Berna Uslu Coşkundoi: 10.5350/SEMB.20160805021907 Sayfalar 303 - 308 Amaç: Çalışmanın amacı, larenks karsinomlu hastalarda boyun lenf nodu pozitifliği, tümör yerleşimi ve histolojik diferansiasyon gibi faktörlerin pulmoner metastazdaki rollerini belirlemektir. Gereç ve Yöntemler: Larenks karsinomu tanısı alan 263 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Otuzdokuz hastada pulmoner metastaz saptandı. Bulgular: En yüksek pulmoner metastaz oranı, transglottik tümörlerde saptandı (%50). Glotik tümörlerde diğer bölgelere kıyasla pulmoner metastaz oranı çok düşüktü (p= 0.003). Boyun evresi N2-N3 olan hastalarda pulmoner metastaz oranı, N1 olan hastalardan anlamlı olarak daha yüksekti. Az diferansiye tümörlerde pulmoner metastaz oranı anlamlı olarak artmıştı (p= 0.001). Sonuç: Boyun lenf nodu pozitif olan, tümörü transglottik yerleşimli olup orta veya az diferansiye olan larenks tümörü hastaları pulmoner metastaz açısından dikkatli takip edilmelidir |
8. | Serebral kalsifikasyon tanısı alan hastalar çölyak hastalığı açısından araştırılmalı mı? Should children diagnosed with cerebral calcification be screened for celiac disease? Sedat Işıkay, Serkan Kırık, Nurgül Işıkay, Şamil Hızlı, Olcay Güngör, Yasemin Kırıkdoi: 10.5350/SEMB.20160829034011 Sayfalar 309 - 314 Amaç: Bu çalışmada Çölyak hastalığı ve serebral kalsifikasyon arasındaki ilişki ve prevalansı saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Serebral kalsifikasyonu olan çocuklar çölyak hastalığı yönünden anti-doku transglutaminaz IgA kullanılarak tarandı. Bulgular: Toplamda 129 serebral kalsifikasyonu olan hasta (6 ay-16 yaş arası 75 erkek ve 54 kız) tetkik edildi. Kontrol grubu 223 sağlıklı çocuktan oluşmaktaydı. Çölyak hastalığı olan hastalarda serebral kalsifikasyon anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.01). Üç hastanın duodenal biyopsisinde total villus atrofisi saptandı. Bu hastalarda demir eksikliği anemisi ve boy kısalığı mevcuttu. Bu hastalarda oksipital lobda kalsifikasyon saptanmadı. Koroid pleksus ve pineal glandda nonspesifik kalsifikasyonlar saptandı. Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre, intrakranial kalsifikasyonun çölyak hastalarında az miktarda olması intrakranial kalsifikasyon ve çölyak hastalığı arasında güçlü bir birliktelik olmadığını gösterdi. Pineal gland ve koroid pleksusta kalsifikasyonun olması Çölyak hastalığı ile ilişkili olabilir |
9. | Amyand herni vakalarında apendektomi ve rutin yama kullanımının yeri The routine use of mesh and the role of appendectomy for the Amyand’s hernia cases Cemal Kaya, Ufuk Oğuz İdiz, Emre Bozkurt, Pınar Yazıcı, Uygar Demir, Mehmet Mihmanlidoi: 10.5350/SEMB.20160822083626 Sayfalar 315 - 318 Amaç: Amyand fıtığı, inguinal fıtık kesesi içerisinde apendiksin bulunma hali olup genellikle rastlantısal olarak saptanır. Amacımız olgulara uygulanan tedavileri değerlendirerek nadir görülen bu herniye yönelik tedavi yaklaşımını ve özellikle appendektomi ve herni onarımı için greft kullanımı sonuçlarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde Ocak 2000-Mayıs 2015 tarihleri arasında ameliyat edilen 6630 inguinal fıtıktan, Amyand fıtığı saptanan 12 hastanın klinik bulguları, laboratuvar sonuçları ve tedavi yöntemleri retrospektif olarak incelendi. Apendiks inflamasyonu olan hastalara Moloney Darn herni onarımı (ağ örme) yapılırken, apendiks inflamasyon bulgusu olmayan hastalara ise Lichtenstein herni onarımı yapıldı. Bulgular: Hastaların tümü erkek olup yaş ortalaması 48.9±13 yıl (28-67 yıl) idi. Hastaların en sık başvuru şikayeti sağ kasıkta şişlik ve ağrı idi. Üç hastada acil, 9 hastada ise elektif ameliyat sırasında tanı kondu. Bütün hastalara apendektomi yapıldı. Üç hastada fıtık anatomik yöntemle tamir edilirken, 9 hastaya prolen greft onarımı yapıldı. Perfore apandisiti olan bir hastada yara yeri enfeksiyonu (%8.3) gelişirken diğer hastalar sorunsuz, taburcu edildi. Ortalama 80.4±60 aylık (8-180 ay) takip sonucunda hiçbir hastada nüks saptanmadı. Sonuç: Amyand fıtığında nüksü önlemek için ciddi enflamasyon bulguları yoksa apendektomi eşliğinde greft ile fıtık tamiri güvenli bir şekilde uygulanabilir. |
10. | Neonatal sepsisli olguların retrospektif değerlendirilmesi ve etkenlerin antibiyotik direnci Retrospective evaluation of the cases with neonatal sepsis and antibiotic resistance of the causing microorganisms Abdurrahman Avar Özdemir, Yusuf Elgörmüşdoi: 10.5350/SEMB.20151231123221 Sayfalar 319 - 324 Amaç: Bu çalışma yenidoğan servisinde tedavi gören sepsis tanılı bebeklerin demografik özelliklerini, risk faktörlerini, etken mikroorganizmaları ve antibiyotik dirençlerini saptamak amacı ile gerçekleş- tirildi. Gereç ve Yöntem: Hastanemiz yenidoğan yoğun bakım ünitesinde Mayıs 2014 ile Mayıs 2015 tarihleri arasında sepsis tanısı ile yatan ve takip edilen 121 bebek retrospektif olarak değerlendirildi. Olgular cinsiyet, doğum ağırlığı ve haftası, risk faktörleri, klinik ve laboratuvar bulguları, beyin omurilik sıvısı (BOS) biyokimyası ile kan, BOS ve idrar kültürü, etken mikroorganizma ve antibiyotik direnci yönünden incelendi. Bulgular: Çalışma döneminde 431 bebek çeşitli tanılarla yatırıldı. Sepsis tanısı alarak tedavi gören 121 (%28.0) bebek çalışmaya dahil edildi.Olguların 36’sı (%29.7) geç sepsis, 85’i (%70.3) erken sepsis tanısı almış olup, 24 olgu (%19.8) prematüre idi. Sepsis tanısı konulan olguların %60’ında bir veya daha fazla risk faktörü mevcuttu. Toplam 39 (%32.0) kültürde üreme saptandı. Kültürlerde en sık üreyen mikroorganizmalar S. aureus (%30.2), K. pneumoniae (%25.5) ve S. epidermidis (%16.2) idi. Sonuçlar: Sepsis etkenlerinin değişmesi ve dirençli mikroorganizmaların giderek artması önemli bir sorundur. Bu nedenle her yenidoğan ünitesinde neonatal sepsis risk faktörlerinin, sık görülen etkenlerin ve antibiyotik dirençlerinin saptanarak, bu verilere göre ampirik tedavi planının yapılması önem taşımaktadır. |
OLGU SUNUMU | |
11. | Suseptibilite ağırlıklı manyetik rezonans görüntüleme sekansının abdominal duvar endometriozisi tanısına katkısı Role of susceptibility weighted imaging (SWI) in the diagnosis of abdominal wall endometriosis Canan Çimşit, Tevfik Yoldemir, İhsan Nuri Akpınardoi: 10.5350/SEMB.20160127121008 Sayfalar 325 - 329 Amaç: Pelvis dışı endometriozisin bir alt tipi olan abdominal duvar endometriozisi nadir görülmekte olup olgular özellikle menstrüasyonla şiddetlenen ağrılı kitle ile başvururlar. Kitlenin değerlendirilmesinde ultrasonografi ve MRG önerilen tanı yöntemleridir. Granülasyon zemininde kalsifikasyonun kronik kan ürünlerinden ayırdedilemediği durumlarda tanı biyopsi ile konulur. Suseptibilite ağırlıklı görüntüleme (SAG), komşu dokular arasındaki manyetik duyarlılık farklarını imaj oluşturmakta kullanan göreceli yeni bir tekniktir. Kan ürünlerine duyarlılığı konvansiyonel MRG’ye göre daha yüksek olan SAG sekansı esas olarak nöroradyoloji alanında kullanılmakta ancak son çalışmalarda batın görüntülemede ek tanısal bilgi sağladığı gösterilmektedir. Bu yazıda SAG’nin abdominal duvar endometriozisi lezyonlarında tanısal yararlılığını göstermeyi amaçlıyoruz. Olgu: Beş yıl önce sezaryen ile doğum öyküsü olan 29 yaşındaki kadın hasta sezaryen skarı süperior kesiminde, orta hattın solunda ağrılı ve zamanla büyüyen kitle şikayeti ile başvurdu. Yapılan ultrasonografide rektus fasyası altında heterojen hipoekoik solid lezyon tespit edildi. MRG de rektus abdominis kasına bitişik yerleşimli düzensiz şekilli lezyon içerisinde kronik kan ürünleri ile kalsifikasyon ayırımının net yapılamadığı kontrast tutan heterojen kitle görüldü. SAG sekansta sinyal void olarak izlenen odakların faz imajlarda hiperintens görülmesi kalsifikasyon olasılığını ekarte etmiş, endometriozis tanısını desteklemiştir. Sonuç: Abdominal duvar endometriozisi şüpheli olgularda MR tetkikine eklenen SAG sekansı menstürasyon ve menstürasyon dışı dönemlerde değişik fazlardaki kan ürünlerini gösterebilmesinin yanında, faz imajların katkısıyla kalsifikasyon olasılığının ortadan kaldırılmasında önemli bir rol oynayarak tanıyı kolaylaştırmaktadır. |
12. | Round ligaman kaynaklı retroperitoneal inflamatuar myofibroblastik tümör Retroperitoneal inflammatory myofibroblastic tumor originating from round ligament Nermin Koç, Suna Cesur, Ayşe Nur İhvan, Yılmaz Baş, Mesut Polatdoi: 10.5350/SEMB.20151231123221 Sayfalar 330 - 333 Amaç: İnflamatuar myofibroblastik tümör (İMT), nadir görülen bir tümördür. Etyolojisi ve biyolojik davranışı tartışmalıdır. Genellikle akciğerde, mezenterde, genitouriner traktta, retroperitonda bildirilmesine rağmen birçok farklı lokalizasyonda bulunabilir. Uterin round ligaman oldukça nadir bir lokalizasyondur. Olgu: Genç bir hastada, retroperitonda / uterin round ligamanda yerleşmiş bir inflamatuar myofibroblastik tümör vakasını, morfolojik, immunhistokimyasal ve klinik özellikleriyle birlikte değerlendirdik. Sonuç: Uygun tedavi ve takip için İMT’yi malign ve benign taklitçilerinden ayırmak önemlidir. |
13. | Rüptüre ovarian gebelik ve laparoskopik yönetimi: Olgu sunumu Ruptured ovarian pregnancy and its laparoscopic management: Case report Osman Balcı, Fedi Ercan, Mustafa Cihan Avundukdoi: 10.5350/SEMB.20151123091628 Sayfalar 334 - 337 Ovarian gebelik, ektopik gebeliğin nadir bir formu olmasına karşın tubal dışında yerleşen ektopik gebeliklerin içinde en sık görülenidir. Sıklıkla rüptüre tubal ektopik gebelik ya da hemorajik korpus luteum kisti gibi yanlış ön tanılar ile hasta ameliyata alınır. Yüksek rezolüzyonlu transvajinal ultrasonografi ektopik gebelik tanısı için kıymetli bir tanı aracı olmakla beraber ovarian gebelik teşhisi jinekologlar için sorun olmaya devam etmektedir. Kesin tanı ameliyat sırasında konur ve histopatolojik olarak teyit edilir. Burada laparoskopik olarak yönetilen ve tanısı ameliyat sırasında bulguları ile histopatolojik olarak teyit edilen ovarian gebelik vakası sunulmaktadır. |
14. | Dört yaşındaki bir çocukta nadir bir anafilaksi nedeni: Muz ile oral provokasyon testi Oral provocation test with banana: a rare cause of anaphylaxis in a four year old child Mehmet Semih Demirtaş, Erdem Topal, Ferhat Çataldoi: 10.5350/SEMB.20160118040607 Sayfalar 338 - 340 Amaç: Besin alerjisi çocuklarda anafilaksinin en sık nedenidir ve çalışmalar son yıllarda besin alerjisinin sıklığının arttığını göstermektedir. Besinler arasında, meyveler nadiren anafilaksi nedeni olarak yer almaktadır. Muz alerjisi erişkinler içinde anaflaksi nedenleri içinde saptanmış olmasına rağmen, çocuklarda bildirilen muz anaflaksisi olguları oldukça azdır. Bu olgu sunumunda muz alımı sonrasında gelişen bir anaflaksi olgusu tartışıldı. Olgu: Dört yaşındaki erkek hasta, muz alımı sonrası vücudunda yaygın kaşıntı, ürtikeryal döküntü ve göz kapaklarında şişlik ile başvurdu. Tanının kesinleştirilmesi amacıyla yapılan muz ile oral provokasyon testinde ürtikeryal papül saptandı. Muz verildikten 10 dakika sonra gövdesinde ürtiker, göz kapaklarında şişlik ve hırıltı şikayeti gelişti, dinlemekle bilateral ronküs mevcuttu ve hastanın ölçülen tansiyonu normaldi. Hastaya anafilaksi tanısı konuldu ve 0.01 mg/kg dan IM adrenalin, nebulizatör ile kısa etklili beta 2 agonist ve anti histaminik tedavisi verildi. İzlemde bulguları düzelen hasta antihistaminik ve 3 günlük oral metilprednizolon tedavisiyle taburcu edildi. Hastaya önerilerde bulunuldu ve adrenalin otoenjektör reçete edilip kullanımı gösterildi. Sonuç: Nadir de olsa çocuklarda muz ile anafilaksi gelişebilmektedir. Bu nedenle tanı amaçlı yapılacak oral provokasyonlar deneyimli merkezlerce yapılmalı ve gelişebilecek reaksiyonlara karşı gerekli önlemler alınmalıdır. |