ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 46 (3)
Cilt: 46  Sayı: 3 - 2012
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1. 
Sağlam Çocuk Polikliniği’nden izlenen iki yaş üzerindeki çocuklarda anne sütü ile beslenmeye etki eden faktörler
The factors that affect breastfeeding in children over two years and followed by the Child Health Surveillance Clinic
Lida Güneş Bülbül, Ayşe Gül Özcan, Sadık Sami Hatipoğlu
Sayfalar 101 - 107
Amaç: Yaşamın ilk iki yılında anne sütü ile beslenmeye etki eden faktörlerin belirlenmesi.
Yöntemler: Ocak 2011 - Mayıs 2012 tarihleri arasında, Sağlam Çocuk Polikliniğinden doğumundan itibaren düzenli olarak takip edilen, 2 yaşını doldurmuş süt çocukları alındı. Bebeklerin izlem dosyalarından doğum öncesi ve sonrası bilgileri kaydedildi. Ailenin sosyoekonomik durumu ve annenin doğum öncesi ve sonrası emzirme eğitimi alma durumu anket görüşmesi yapılarak kaydedildi. Çalışma sonucunda elde edilen verilerin yalnız anne sütü ile beslenme ve toplam anne sütü ile beslenme sürelerine etkisi araştırıldı.
Bulgular: Çalışma 200 çocuk ile tamamlandı. Hastaların %57,5’i erkek ve %56’sı sezaryen ile doğmuştu. Yalnız anne sütü alma süresi ortalama 4,3±2,0 ay, toplam anne sütü alma süresi 16,4±7,7 ay ve ilk 6 ay yalnız anne sütü alma oranı %37,5 idi. Annenin eğitim düzeyinin yüksek olması ile ailenin gelir düzeyi artması ve annenin çalışıyor olmasının toplam anne sütü süresini olumsuz etkilediği saptandı (sırasıyla p: 0,009,
p: 0,024, p: 0,001). Doğum öncesi emzirme eğitimi alan anne sayısı 21 (%10,5), doğum sonrası emzirme eğitimi alan anne sayısı 163 (%81,5) idi. Doğum sonrası anne sütü ile beslenme eğitimi alan annelerin yalnız anne sütü ve toplam anne sütü alma sürelerinin yüksek olduğu belirlendi (sırasıyla p: 0,001 ve p: 0,000). Bebekler bir yaşına geldiğinde emzirmeye devam eden anne sayısı 136 (%68) idi. Bir yaşından sonra emzirme eğitimi desteği alan annelerin toplam anne sütü alma süresinin daha fazla olduğu belirlendi (p: 0,001).
Sonuçlar: Yaşamın ilk iki yılında toplam anne sütü ile beslenme oranının arttırılması çabasında, bir yaşından sonra emzirme eğitimi desteğinin sağlanması önemli bir faktör olarak saptanmıştır.

2. 
İleri kalp yetmezliği olan hastalarda levosimendanın miyokart performansı ve aritmi üzerindeki etkisi
Effect of levosimendan on myocardial performance and arrhythmia in patients with advanced heart failure
Havva Sezer, Güzin Zeren Öztürk, Mehmet Hurşitoğlu, Osman Kara, Ilker Jordan, Tufan Tükek
Sayfalar 108 - 114
Amaç: Kalsiyum duyarlaştırıcı ajanlardan olan levosimendan ileri kalp yetmezliği tedavisinde kullanılan farmakolojik ajanlardan biridir. Kardiyak performansı arttırdığı bilinmekte ancak aritmi gelişimi üzerine etkisi iyi bilinmemektedir. Bizim çalışmamızın amacı levosimendanın inotropik etkisi ve süresini saptamak ve aritmiye neden olup olmadığını araştırmaktır.
Yöntem: Evre III-IV kalp yetmezliği olan sinüs ritmindeki 24 hasta çalışmaya alındı. Beyin natriüretik peptid (BNP), ekokardiyografi (EKO), 24 saatlik ritim Holter, kalp hızı değişkenliğinin (KHD) analizi, sinyal ortalamalı EKG yapıldı. Levosimendan infüzyonu öncesi ve sonrası [1, 15 (BNP ve EKO sadece), 28’inci günlerinde] bu testler tekrarlandı.
Bulgular: BNP düzeyleri başlangıca göre 1. günde azaldı; 15 ve 28. günlerde arttı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyon’u ilk gününde önemli ölçüde arttı; 15 ve 28. günlerde azaldı ve bu değişim istatistiki olarak anlamlı bulundu. Miyokardiyal performans indeksinin (Tei İndeksi) değeri anlamlı olarak ilk günde azaldı. Geç potansiyel pozitifliği başlangıçta 7 hastada tespit edildi. Tedavi sonrasındaki 1. günde 5 ve 28. günde 8 hastada tespit edildi. Atriyal fibrilasyon ile ilgili olarak, başlangıca göre tedavi sonrası anlamlı artış tespit edilmedi. 28 gün de RR sürelerinin standart sapması (SDNN) ve ortalama RR sürelerinin standart sapması (SDANN) değerlerinde anlamlı ölçüde artış saptandı.
Sonuç: Levosimendanın sol ventrikül performansını arttıran ve KHD analizlerinde kismi düzelme sağlayan etkisi vardır aritmi gelişimini arttırıcı etkisi yoktur.

3. 
Anestezi yoğun bakım ünitesinde ventilatör ilişkili pnömoni hızları ve etken mikroorganizmaların dağılımı
Ventilator-associated pneumonia rate and causative microorganisms in an anesthesia intensive care unit
Yakup Tomak, Ayşe Ertürk, Ahmet Şen, Başar Erdivanlı, Aysel Kurt
Sayfalar 115 - 119
Amaç: Yoğun Bakım Ünitelerinde en sık görülen nozokomiyal enfeksiyon pnömonidir. Nozokomiyal pnömonilerin önemli kısmını oluşturan ventilatör ilişkili pnömoniler (VİP) önemli morbidite ve mortalite nedenidir. VIP oranı ve hızının belirlenerek enfeksiyon koruma önlemlerinin sürdürülmesi, etkenlerinin ve duyarlılıkların belirlenerek tedavi seçiminin bu doğrultuda yapılması gerekir.
Yöntemler: YBÜ’ne yatırılarak takip ve tedavi edilen hastalar ileriye dönük, hastaya ve laboratuvar verilerine dayalı aktif sürveyans yöntemiyle izlenmiştir. Hastane enfeksiyonu tanısı, Centers for Disease Control and Prevention (CDC) kriterlerine göre konulmuştur. Enfeksiyon hızları ve alet kullanım oranları ulusal enfeksiyonları sürveyans kontrol birimi (UHESKB) gerekliliklerine uygun sürveyans sistemi önerilerine göre hesaplanmıştır.
Bulgular: Bu çalışmada, hastanemiz reanimasyon yoğun bakım ünitesinde Ocak 2011- 2012 tarihleri arasında 2 günün üzerinde yatan 252 hastada gelişen ve tümünde mekanik ventilatör uygulaması olan 24 pnömoni olgusu incelendi. Ventilatör kullanım oranının % 58 olduğu yoğun bakım ünitesinde 1000 hasta gününde VIP hızı 16,49 olarak tesbit edildi. Hastalardan endotrakeal aspirat yöntemi ile alınan örneklerden izole edilen etkenler değerlendirildiğinde; olguların 18 (%75) inde tek mikroorganizma 6 (%25) inde iki ve ikiden fazla izole edildi. Bu suşların 27’si (%79,4) gram-negatif bakteri iken 5’i (%14,7) gram-pozitif bakteri, ikisi (%5.8) Candida spp. idi.Gram-negatif etken olarak en sık Acinetobacter spp. 10(%29.4) Acinetobacter baumannii 6(%17.6) elde edilirken bunu Pseudomonas aeruginosa 4 (%11.7), Pseudomonas spp. 4(%11.7), Klebsiella spp. 3(%8.8) takip etmiştir. Gram-pozitif etken olarak da MRSA 2(%5.8), MRKNS 3 (%8.8)
izole edilmiştir. Gram-negatif etkenlerin antibiyotiklere duyarlılıkları incelendiğinde; Acinetobacter suşlarının imipeneme %90, siprofloksasine %60, amikasine %57 dirençli olduğu, seftazidim, netilmisin, kolitsin, tigesikline %100 duyarlı olduğu, diğer gram negatif etkenlerin karbapenemlere %100, siprofloksasine %85 duyarlılğını koruduğu tesbit edilmiştir.
Sonuçlar: Görülen mikroorganizma ve elde ettiğimiz duyarlılık sonuçlarına göre, hastanemiz yoğun bakım ünitesinde yatan hastalarda ampirik tedavi gram-negatif etkenlere yönelik düşünülmeli ve karbapenem dirençli Acinetobacter suşların varlığı durumu da göz önüne alınarak kombine tedaviler uygulanmalıdır.

4. 
Çocukluk çağı radius boyun kırıklarının cerrahi tedavisinde uyguladığımız açık yerleştirme ve K-teli ile tespitin fonksiyonel sonuçları
Functional results of open reduction and K-wire fixation for surgical treatment of pediatric radial neck fractures
Emrah Kovalak, Onat Üzümcügil, Gökhan Barbaros, Engin Çarkçı, Yusuf Öztürkmen, Ali Can Barış, Tolga Tüzüner
Sayfalar 120 - 124
Bu çalışmada, kliniğimizde çocukluk çağı radius boyun kırığı nedeni ile açık yerleştirme ve K-teli ile tespit uygulanan hastaların orta dönem fonksiyonel sonuçlarını analiz etmek amacı ile 11 çocuk hasta geriye dönük olarak değerlendirildi Kırıkların sınıflandırılmasında Judet’in radius boyun kırıkları sınıflandırması, fonksiyonel değerlendirmede ise Tibone ve Stolz sınıflaması kullanıldı. Hastaların ortalama izlem süresi 36,5 ay idi. Judet sınıflamasına göre 8 hasta tip 3, 1 hasta tip 4A, 2 hasta tip 4B olarak değerlendirildi. Tip 3 kırığı olan bir ve tip 4A kırığı olan bir hastada yer değiştirmemiş ve konservatif izlenen proksimal ulna kırığı mevcut idi. Tibone ve Stolz sınıflamasına göre 5 hastada mükemmel, 3 hastada iyi, 3 hastada orta sonuç elde edildi. Proksimal ulna kırığının eşlik ettiği tip 4A hastada mükemmel, tip 3 hastada ise orta sonuç elde edildi. Hastaların hiçbirinde valgus deformitesi izlenmedi. Radyografik olarak hiçbir hastada avasküler nekroz, heterotopik ossifikasyon ve radyoulnar sinostoz gelişmedi. Çalışmanın sonuçlarına göre çocukluk çağı radius boyun kırıklarının cerrahi tedavisinde açık yerleştirme ve K-teli ile tespit yönteminin etkin ve güvenilir bir tedavi yöntemi olduğu kanaatindeyiz.

5. 
Rotator manşet yırtıklarının artroskopik yardımlı mini-açık yöntemle tamiri
Arthroscopic-assisted mini-open repair of rotator cuff tears
Özgür Karaman, Gökhan Kaynak, Özgün Karakuş, Etem Aytaç Yazar, Baransel Saygı
Sayfalar 125 - 129
Amaç: Bu çalışmada rotator manşet yırtığı tanısıyla artroskopik yardımlı mini-açık yöntemle rotator manşet tamiri yapılan hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi.
Yöntemler: Rotator manşet yırtığı saptanan 35 hastaya (9 erkek, 26 kadın; ortalama yaş 56; dağılım 41-75) artroskopik yardımlı mini-açık yöntemle rotator manşet tamiri yapıldı. 29 hastada sağ, altı hastada sol omuz tutulumu vardı. Hastalar ameliyat öncesi fizik muayene, direk radyografi, manyetik rezonans görüntüleme ve omuz constant murley skorları ile ameliyat sonrasında fizik muayene, omuz constant murley skorlaması ile değerlendirildiler. Ortalama takip süresi 21 ay(dağılım 12-48) idi.
Sonuçlar: Ameliyat öncesinde 41.7 (dağılım 12-82) saptanan Constant-Murley skoru ortalaması, ameliyat sonrası dönemde 79.7’ye (42-100) yükseldi (p<0.05). Sadece 4 hastanın ameliyattan memnun olmadığı öğrenildi. Hiçbir hastada enfeksiyon görülmedi.
Çıkarımlar: Seçilmiş olgularda, rotator manşet yırtıklarında artroskopik yardımlı mini-açık yöntemle tamirin klinik ve fonksiyonel sonuçları başarılı bulundu.

6. 
Proksimal humerus parçalı kırıklarının cerrahi tedavisinde mini-açık redüksiyon ile kapalı redüksiyon sonrası telleme yöntemlerinin karşılaştırılması
Comparison of mini open reduction and closed reduction with percutaneous pinning techniques in surgical treatment of proximal humerus fractures
Sinan Erdoğan, Yunus Atıcı, Murat Mert, Engin Çarkçı, Erhan Şükür, Yavuz Selim Kabukçuoğlu
Sayfalar 130 - 135
Amaç: Kapalı redüksiyon ve perkütan telleme ile tespit tekniği, proksimal humerus kırıklarının cerrahi tedavisinde bazı durumlarda tercih edilen kolay bir yöntemdir. Özellikle parçalı kırıklarda mini açık yöntem ile redüksiyon sonrası perkütan telleme ile tespit tedavinin başarısını etkileyebilecek bir faktör olabilir. Bizim bu çalışmadaki amacımız; proksimal humerus kırıklarının cerrahi tedavisinde kapalı redüksiyon veya mini açık redüksiyon sonrası yapılan telleme ile tespit tekniklerini karşılaştırarak, klinik olarak her iki tekniğin etkinliklerinin araştırılmasıdır.
Yöntem: Kliniğimizde parçalı proksimal humerus kırığı nedeniyle cerrahi olarak tedavi edilen 26 hastanın (grup I: kapalı yerleştirme sonrası telleme ile fiksasyon, 13 hasta ve grup II: mini-açık yerleştirme sonrası telleme, 13 hasta) klinik sonuçları geriye dönük olarak değerlendirildi. Her iki grupta da 7 adet Neer tip 3 ve 6 adet Neer tip 4 parçalı proksimal humerus kırığı mevcut idi. Her iki gruptaki Constant skorları, hareket açıklığı değerleri ve komplikasyonlar istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Grup I’de ortalama Constant skoru 38,2(24-61) iken, grup II’de 47,3(17,5-64) olarak bulundu(p: 0,166). Grup I’deki ortalama öne fleksiyon 83°(60°-120°) ve abduksiyon 80°(60°-120°) iken, grup II’deki ortalama öne fleksiyon 90°(60°-150°) ve abduksiyon 85,4°(60°-150v) olarak belirlendi (p: 0,585 p: 0,638). Grup I’de bir hastada kaynamama, 1 hastada avasküler nekroz ve 2 hastada açılı kötü kaynama tespit edilirken, Grup II’de 1 hastada glenohumeral eklem artrozu ve 1 hastada çivi migrasyonu gelişti. Hiçbir hastamızda damar sinir yaralanması veya enfeksiyon görülmedi.
Sonuçlar: Proksimal humerus parçalı kırıklarının cerrahi tedavisinde mini-açık ve kapalı redüksiyon ile telleme yöntemleri kullanılarak benzer klinik sonuçlar elde edildi. Fakat her iki yöntem ile çok parçalı kırıklarda başarılı olmak oldukça zor gözükmektedir.

7. 
Artroskopik subakromiyal dekompresyon: 1-4 yıllık sonuçlar
Arthroscopic subacromial decompression: one-to four-year results
Özgür Karaman, Özgün Karakuş, Gökhan Kaynak, Gürkan Çalışkan, Baransel Saygı
Sayfalar 136 - 139
Amaç: Rotator manşetin korakoakromial arkusta sıkışması (impingement sendromu) en önemli omuz ağrısı sebeplerindendir. Son yıllarda artroskopik cerrahi prosedürlerinin gelişmesi sonucunda, omuz artroskopisi geçerli bir yöntem olarak uygulamaya girmiştir. Bu çalışmada artroskopik subakromial dekompresyon yaptığımız hastalar ileriye yönelik olarak değerlendirildi.
Yöntemler: Çalışmaya artroskopik subakromial dekompresyon uygulanan ve en az bir yıl süreyle izlenen 31 hasta (18 kadın, 13 erkek; ortalama yaş 57.7; dağılım 23-78) alındı. 20 hastanın sağ kolu, 11 hastanın sol kolu etkilenmişti. Değerlendirmeler ameliyat öncesinde fizik muayene, direk radyografi, manyetik rezonans ve omuz Constant-murley skoru ile yapıldı. Ameliyat sonrasında fizik muayene, direk radyografi ve omuz constant-murley skorlaması kullanıldı. Ortalama takip süresi 18.6 aydı (dağılım 12-48 ay).
Sonuçlar: 27 hastada (%87) çok iyi ve iyi, 4 hastada (%13) tatmin edici sonuç alındı. Kötü sonuç alınan hasta olmadı. Ameliyat öncesi omuz constant-murley skor ortalaması 42.8 (dağılım 17-69) idi. Ameliyat sonrasında omuz constant-murley skor ortalaması 79.2 (dağılım 75-93) olarak bulundu (p<0.05).
Çıkarımlar: Artroskopik subakromial dekompresyon, tecrübe kazanmış kişiler için uygun seçilen olgularda üstün bir cerrahi tedavi seçenektir. Artroskopik cerrahi yapılan hastalar, yara bakımının kolay olması ve deltoid yapışma yerine zarar verilmemesi nedeniyle çok çabuk rehabilite olması ile açık tekniklere göre daha üstündür.

8. 
Hastanemiz ortopedi polikliniğine getirilen altı aydan küçük bebeklerde gelişimsel kalça displazisi sıklığı
Incidence of developmental dysplasia of the hip of infants younger than six months old in our orthopaedics outpatient clinic
Ali Şeker, Hasan Basri Sezer, Raffi Armağan, Yunus Öç, Tarık Işık, Adnan Kara, Irfan Öztürk
Sayfalar 140 - 144
Amaç: Bu çalışmada hastanemiz ortopedi polikliniğine getirilen altı aydan küçük bebeklerde kalça ultrasonografisi ile tespit edilen gelişimsel kalça displazisi sıklığının araştırılması, risk faktörü olarak kabul edilen etkenlerle displazi arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntemler: Çalışmaya Temmuz 2011- Temmuz 2012 tarihleri arasında polikliniğimize çeşitli sebeplerle getirilen veya yönlendirilen 6 aydan küçük 259 bebeğin 518 kalçası dahil edilmiştir. Bebeklerin 145’i (%56) kız, 114’ü (%44) erkekti. Yaş ortalaması 11,1 (1-24) haftaydı. Bebeklerin doğum ve aile öyküleri öğrenilip fizik muayenede herhangi bir anormallik olup olmadığına bakıldı. Her bebeğe Graf yöntemi ile kalça ultrasonografisi yapılarak kalçaların tiplendirmesi yapıldı ve gerekli durumlarda tedaviye başlandı.
Bulgular: Kalçaların ölçülen alfa açısı ortalaması 64,3° (40-79), beta açısı ortalaması ise 60,6° (40-80) olarak hesaplandı. Ölçülen değerlere göre 436 (%84,2) kalçada alfa açısı normal kabul edilen 60°’nin üstündeydi. Buna karşın 58 (%22,4) bebeğin 82 (%15,8) kalçasında ise alfa değerinin normalin altında olduğu belirlendi. Toplam 34 bebeğin (%13,1) 43 kalçası (%8,3) pavlik bandajı ile tedaviye alındı. GKD açısından risk etkeni olarak kabul edilen özelliklerden herhangi birine (fizik muayene bulgusu, aile veya doğum öyküsü) sahip olduğu gözlemlenen 92 (%35,5) bebek vardı. Fizik muayenede 71 (%27,4) bebekte GKD açısında dikkat uyandıracak bulgular tespit edildi. Bu bebeklerden sadece 16’sında (%6,2) displazi vardı.
Sonuç: Displazi oranlarının fizik muayene bulguları olan ve olmayan gruplarda benzer çıkması bizi evrensel taramanın daha uygun olabileceği açısından düşündürtmektedir.

OLGU SUNUMU
9. 
Çocuklarda hidrojen peroksit toksisitesi
Hydrogen peroxide toxicity in children
Ahmet Ali Tuncer, Didem Baskın, Adnan Narcı, Salih Çetinkurşun
Sayfalar 145 - 147
Hidrojen peroksit çeşitli konsantrasyonlarda dezenfektan, leke çıkarıcı, boya temizleyici gibi farklı amaçlar için kullanılan, kokusu ve rengi olmayan, kararsız bir sıvıdır. İçildiği anda açığa çıkan oksijen, gastrik distansiyona ve dolayısıyla hava embolisine yol açabilir. Ayrıca koroziv etkisi de vardır. Yazımızda kazara %3’lük hidrojen peroksit içen dört hasta sunulmuştur.
Hastalar ve yöntem: İki erkek çocuk kusma ve ağız köpürmesi nedeniyle acil servise getirildi. Öykülerinden sınıf arkadaşı olan ve hepsi 13 yaşında toplam 4 erkek çocuğun, su zannederek sınıfta buldukları hidrojen peroksit solüsyonunu içtikleri öğrenildi. Diğer 2 çocuk da acile çağırıldı. Hepsi yatırılarak monitorize edildiler. Hastaların klinik bulguları stabildi, yapılan özofagoskopilerinde 1 hastada ikinci derece, diğerlerinde birinci derece özefagus yanığı saptandı. Hastalara işlem sonrası oral başlanarak sorunsuz taburcu edildiler. Kontrollerinde komplikasyon saptanmadı.
Sonuç: Hastalarımızda düşük konsantrasyondaki hidrojen peroksitin oral alımı ciddi bir hasara yol açmamışsa da, hidrojen peroksitin olası etkileri göz önüne alınarak, bu tür hastaların hava embolisi ve gastrik distansiyon açısından en az 24 saat gözlemde tutulmasını ve özofagustaki koroziv etkinin değerlendirilmesini öneriyoruz.

10. 
Hemolitik üremik sendrom olgusunda uzun süreli renal replasman ve plazmaferez tedavisi: Yoğun bakım ünitesi deneyimi
Long term renal replacement and plasmapheresis therapy in case of hemolytic uremic syndrome: intensive care unit experience
Ozan Gökuç, Hacer Şebnem Türk, Tolga Totoz, Oya Ünsal, Gül Şumlu Özçelik, Sibel Oba
Sayfalar 148 - 152
Hemolitik üremik sendrom (HÜS); hemolitik anemi, trombositopeni ve akut renal yetmezlik ile karakterize klinik bir tablodur. İnfant ve çocuklarda akut böbrek yetmezliğinin en sık nedenlerinden biridir. HÜS’ün iki tipi mevcuttur. Tipik HÜS; Shigatoksine bağlı olarak gelişen, %90 diyare veya üst solunum yolu enfeksiyonunu takiben ortaya çıkan ve çocuklarda en sık görülen formdur. Atipik HÜS, kompleman alternatif yolunun regülasyonundaki bozukluğa bağlı gelişen primer hastalıktır ve non Shigatoksin-HÜS olarak da bilinir. HÜS gelişen çocukların %5-10’u atipik HÜS’dür ve bu olguların %20’sine ekstra-renal hastalıklar eşlik eder. İlk atakta son dönem böbrek yetmezliği gelişme ve mortalite oranları yüksektir. Hipertansiyonun hemen düzeltilmesi, uygun elektrolit ve sıvı tedavisi, erken diyaliz ve nütrisyonel destek mortaliteyi azaltır. Günümüzde, yoğun plazmaterapi en etkin tedavi yöntemidir. Biz de olgumuz eşliğinde HÜS’de yoğun destek tedavisini, plazmaferezi ve uzun süreli renal replasman tedavisini tartışmayı amaçladık.

11. 
Parotis yerleşimli castleman hastalığına yaklaşım, bir olgu sunumu
Approach to castleman‘s disease in parotid gland, a case report
Alpaslan Mayadağlı, Zedef Özdemir, Atınç Aksu, Beyhan Ceylaner Bıçakcı, Mehmet Eken, Nagehan Özdemir
Sayfalar 153 - 156
Castleman Hastalığı nadir görülen, nedeni bilinmeyen, en sık mediastende saptanan, lenfoepitelial benign bir hastalıktır. Bu makalede, parotis yerleşimli Castleman Hastalığı olan 45 yaşındaki hastanın tedavi yaklaşımı ve tedavi sonucu sunulmuştur. Subtotal rezeksiyon uygulanan parotis yerleşimli kitleye adjuvan radyoterapi uygulanmıştır. Radyoterapi sonrası 12. ayda klinik ve radyolojik olarak rekürrens tespit edilmemiştir.

DERLEME
12. 
Agresif hipofiz adenomları ve hipofiz karsinomların tedavisinde Temozolomide’in rolü
The role of temozolomide in the treatment of aggressive pituitary adenomas and pituitary carcinomas
Sayid Shafi Zuhur, Yüksel Altuntaş
Sayfalar 157 - 164
Dopamin agonistleriyle tedavi edilebilen agresif prolaktinomalar dışındaki agresif hipofiz adenomlarında ilk tedavi seçeneği cerrahidir. Fakat sıklıkla bu tümörlerin çaplarının büyük olması, çevre dokulara invazyon yapması ve nüks oranlarının yüksek olması nedeniyle cerrahi ve radyoterapi gibi standart tedaviler yetersiz kalmaktadır. Hipofiz karsinomları ise nadir görülen tümörler olup agresif hipofiz adenomlarının kraniyospinal veya sistemik metastaz yapmaları şeklinde tanımlanır. Bu karsinomlar oldukça invaziv olup cerrahi, radyoterapi ve kemoterapiye dirençlidirler ve prognozları kötüdür. Son zamanlarda, kimyasal olarak dakarbazin ile ilişkili, imidazoltetrazin derivesi alkilleyici bir ajan olan temozolomid agresif hipofiz adenomları ve hipofiz karsinomlarının tedavisinde
başarıyla kullanılmıştır. O-6 metilguanin DNA metiltransferaz bir DNA tamir enzimi olup temozolomid tedavisine yanıtta rolü olduğu gösterilmiştir. Temezolomid tedavisinin genellikle hafif derecede yan etkileri olmakla birlikte bazen ciddi yan etkilere neden olabileceğinden yakın takip gerekmektedir. Temozolomid, konvansiyonel tedavilere yanıtsız ve O-6 metilguanin DNA metiltransferaz düzeyi düşük olan agresif hipofiz adenom ve hipofiz karsinomlarında alternatif bir tedavi ajanı olarak düşünülebilir.

LookUs & Online Makale