1. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) Frontmatters Sayfalar I - V |
DERLEME | |
2. | Substernal guatrın cerrahi tedavisi part 2: Servikal ve ekstra servikal yaklaşımlar, komplikasyonlar Surgical Treatment of Substernal Goiter Part 2: Cervical and Extracervical Approaches, Complications Mehmet Uludag, Mehmet Taner Unlu, Nurcihan Aygun, Adnan IsgorPMID: 36660384 PMCID: PMC9833341 doi: 10.14744/SEMB.2022.41103 Sayfalar 439 - 452 Substernal guatrın en uygun tedavisi cerrahidir. Bu hastalar preoperatif dönemde dikkatli ve multidisipliner olarak değerlendirilmeli ve cerrahi tedavi preoperatif olarak planlanmalıdır. Substernal guatrların çoğu servikal yaklaşımla rezeke edilebilmesine rağmen, hastaların küçük bir kısmında ekstraservikal yaklaşım gerekebilir. Tiroidektomiye bağlı substernal guatrın cerrahi komplikasyonları diğer tiroidektomilere göre daha yüksektir. Substernal guatrda tiroidektomiye bağlı komplikasyonların yanı sıra cerrahi girişimin tipine bağlı komplikasyonlar da ortaya çıkabilir. Ekstra servikal yaklaşım gerekebilecek hastalar ameliyat öncesi göğüs cerrahisi, kalp damar cerrahisi ve anestezi uzmanı ile konsülte edilmeli; cerrahi tedavi birlikte planlanmalıdır. Bu bölümde servikal yaklaşım yöntemlerini, ekstra servikal yaklaşım yöntemlerini, teknik detayları ve komplikasyonları detaylı olarak değerlendirmeyi amaçladık. (SETB-2022-10-217) |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
3. | COVID-19 Pandemisinin Alzheimer Hastalığı Üzerindeki Nöropsikiyatrik Etkileri: Tam ve Kısmi Kapanmanın Karşılaştırmalı Çalışması Neuropsychiatric Effects of COVID-19 Pandemic on Alzheimer’s Disease: A Comparative Study of Total and Partial Lockdown Nilgun Cinar, Sevki Sahin, Sibel Karsidag, Fenise Selin Karali, Miruna Florentina Ates, Ozge Gonul, Tugba Okluoglu, Fettah Eren, Nazli Gamze Bulbul, Dilek Yilmaz Okuyan, Ozlem Totuk, Esra Aciman Demirel, Meltem Karacan Golen, Zerrin Yildirim, Hamdi Erhan, Busra Sumeyye Arica Polat, Nesrin Ergin, Esma Kobak Tur, Ozlem AkdoganPMID: 36660381 PMCID: PMC9833339 doi: 10.14744/SEMB.2022.40326 Sayfalar 453 - 460 Amaç: Coronavirus 2019 (COVID-19)’a bağlı olarak yaşanan kapanma süreçleri Alzheimer Hastalarının nöropsikiyatrik durumu üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olabilir. Bu çalışmada, Alzeimer Hastalarının tam ve kısmi karantina dönemlerindeki nöropikiyatrik durumları değerlendirilerek geleceğe yönelik çıkarımların bulunması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamız prospektif, kesitsel ve çok merkezli bir çalışma olup; Türkiye'nin farklı bölgelerindeki polikliniklerce en az bir yıldır takip edilen Alzheimer Hastalarıyla yapılmıştır. Sosyo-demografik bilgiler, komorbidite, mobilite ile tam kapanma ve kısmi kapanma sürecindeki sosyal etkileşim düzeyi, Klinik Demans Değerlendirme (CDR) Ölçeği ve Nöropsikiyatrik Envanter’e (NPI) ilişkin bilgiler bakımverenler ile dolduruldu. Bulgular: Çalışmaya toplam 302 Alzheimer Hastası (ortalama yaş: 78±8 yıl, ortalama eğitim süresi: 5,8±9 yıl) dahil edildi. En sık eşlik eden hastalığın hipertansiyon olmak üzere, toplam komorbidite oranı %84 olarak bulundu. NPI skorlarının ortalaması tam kapanmada 22,9±21 ve kısmi kapanmada 17,7±15 olup gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu. Kapanma süreleri ve cinsiyete göre NPI puanlarının toplam puanları ile karşılaştırıldığında, tam kapanmada sosyal etkileşimlerin varlığı, mobilite ve komorbiditelerin etkisi kısmi kapanmaya göre daha yüksek bulundu. Tam kapanmadan kısmi sokağa çıkma yasağına geçildiğinde, komorbiditeler, mobilite ve CDR'ın NPI puanları üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu bulundu. Regresyon analizinde, her iki kapanma süresi için de Alzheimer Hastalarının nöropsikiyatrik durumu üzerinde en etkili parametrenin CDR puanı olduğu bulundu. Sonuç: Kapanma ile ilgili kısıtlamalar azaltıldığında, Alzheimer Hastalarının nöropsikolojik durumları önemli ölçüde iyileşti. Kapanma kuralları bu veriler göz önünde bulundurularak düşünülmelidir. (SETB-2021-12-375) |
4. | SARS-CoV-2 ile İlişkili Multisistem İnflamatuar Sendromlu Çocuklarda Kardiyak Değerlendirme Cardiac Evaluation in Children with Multisystem Inflammatory Syndrome Associated with SARS-CoV-2 Muhammed Karabulut, Dogukan Aktas, Belma Yasar, Ercument Petmezci, Nazan DalgicPMID: 36660390 PMCID: PMC9833351 doi: 10.14744/SEMB.2022.23921 Sayfalar 461 - 465 Amaç: Kalp, çocuklarda SARS-CoV-2 enfeksiyonu ile ilişkili multisistem inflamatuar sendromdan (MIS-C) sıklıkla etkilenen organlardan biridir. Çalışmada, MIS-C'li hastalarda kardiyak tutulum değerlendirildi. Metod: Bu retrospektif çalışmada, MIS-C'li hastaların şikayetleri, fizik muayeneleri ve kardiyak bulguları değerlendirildi. Bulgular: MİS-C'li 16 hasta (4 erkek ve 12 kız) çalışmaya dahil edildi. Ortanca yaş 6 (5-17) yıldı. Hastalarda çarpıntı (%6), göğüs ağrısı (%12), EKG değişiklikleri (%50), kapak yetersizliği (%50), düşük ejeksiyon fraksiyonu (%6), koroner dilatasyon (%6), troponin (%38), ve d-dimer (%88) yüksekliği tespit edildi. Bir hasta öldü. Kapak yetersizliği 5 (%31) hastada devam etti. Sonuç: Kardiyak erken dönem sonuçları çok şiddetli olan MİS-C'nin geç dönem etkileri hakkında yeterli veri bulunmamaktadır. Önümüzdeki dönemde çocukluk çağı hastalıkları arasında önemli bir sağlık sorunu haline gelecek olan MİS-C'nin anlaşılması için çok daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. (SETB-2021-10-309) |
5. | COVID-19’a bağlı uzun dönem koku ve tat bozuklukları bulguları nelerdir? What Is the Long-Term Findings of Olfactory and Taste Loss due to COVID-19? Bilge Turk, Alperen Aybal, Egehan Salepci, Senem Kurt Dizdar, Suat TurgutPMID: 36660391 PMCID: PMC9833342 doi: 10.14744/SEMB.2022.56492 Sayfalar 466 - 472 Amaç: Hafif-orta ve ağır-kritik şiddetli Covid-19 hastalarında koku ve tat bozukluklarının prevalansını, şiddetini ve uzun dönem seyri ve bulgularını belirlemek. Materyal Metod: Hastanemizde MART-Nisan 2020 tarihleri arasında SARS-CoV-2 pozitif olan tüm erişkin hastalara hastalık sırasında anket uygulanmış ve en az 12 aylık takipten sonra tat ve koku bozukluğu olan hastalara bu semptomların seyrini ve ilerlemesini belirlemek için ikinci bir anket uygulandı. Demografik özellikler ve klinik bulguları ile hastalık şiddeti değerlendirildi. Bulgular: Koku ve/veya tat bozukluğu semptomları olan toplam 77 hasta çalışmaya dahil edildi. Tanı sırasında 58 (% 75.3) hastada koku bozukluğu ve 75 (%97.4) hastada tat bozukluğu mevcuttu. 12-14 aylık takip sonrası 12 (% 15.6) hastada devam eden koku bozukluğu ve 6 (% 8) hastada tat bozukluğu bulguları devam ediyordu. Takiplerde 3 (%3.9) hastanın kakosmisi ve 5 ( % 6.5) hastanın parozmisi mevcuttu. Koku ve/veya tat bozukluğu devam eden hastaların VAS skorları değerlendirildiğinde erkek ve kadın cinsiyeti arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Semptomların varlığı ve şiddeti ile hastalığın şiddeti karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Koku ve tat bozukluğu COVID-19’un mevcut semptomları arasında görünmektedir. COVID-19 hastalarındaki koku ve tat kaybının prognozu ve tedavisi halen belirsizdir. İyileşmeyi hızlandırmak ve sağlamak için patofizyoloji ve tedavi seçenekleri belirlenmelidir. (SETB-2022-09-209) |
6. | Vertikal alar rezeksiyon (VAR) tekniğinin tip stabilitesi üzerine etkisi; Uzun dönem sonuçları The Effect of the Vertical Alar Resection (VAR) Technique on Tip Stability; Long-Term Results Sureyya Seneldir, Tolga Kirgezen, Arzu Yasemin KorkutPMID: 36660382 PMCID: PMC9833345 doi: 10.14744/SEMB.2022.24603 Sayfalar 473 - 481 Amaç: Burun ucunun 3 ana özelliği nazal tip projeksiyonu (NTP), nazal tip rotasyonu (NTR) ve belirginliğidir. Burun estetik ameliyatı, anatomik varyasyonlar, patolojiler ve çok farklı ameliyat teknikleri nedeniyle zordur. İdeal teknik, sadece kısa vadede değil uzun vadede de iyi sonuçlar vermelidir. Rinoplastide vertikal alar rezeksiyon (VAR) tekniğinin uzun dönem sonuçlarını analiz etmek. Yöntemler: 2001-2017 yılları arasında kıdemli yazar tarafından VAR yönteminin kullanıldığı rinoplasti ameliyatı olan 48 hasta (42 kadın, 6 erkek) çalışmaya dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 35.5 yıl (18-56 yıl) idi. Ameliyat sonrası ortalama takip süresi 86.8 ay (dağılım 25-225 ay) idi. Hastaların ameliyat öncesi, erken ve geç ameliyat sonrası fotoğraflarını inceledik. Yıllara göre NTP ve NTR değişiklikleri objektif olarak değerlendirildi. Hastalar ayrıca son kontrol ziyaretlerinde Rinoplasti Sonuç Değerlendirme anketini doldurdu Bulgular: Ortalama NTP (Goode Metodu ile) geç postoperatif kontrolde erken dönemde 0.60'tan 0.59'a, erken postoperatif kontrolde ortalama nazofasiyal açı 29.4'ten 28.7'ye değişti. Erken ve geç postoperatif kontrol arasında ortalama nazolabial açı (NLA) 97.3'ten 94.5'e ve Tip rotasyon açısı (TRA) 35.2'den 35.4'e değişti. NTP ve NLA'nın erken ve geç postoperatif ölçümleri arasındaki farklar anlamlıydı (tümü için p<0,001), ancak TRA anlamlı olarak değişmedi (p>0,001). Sonuç: VAR, nazal tip modifikasyonu için faydalı bir yöntemdir. VAR ile NTP ve NTR'yi, lateral crus ve burnun uzunluğunu kontrol edebiliriz; Bu teknikle kısa vadede olduğu gibi uzun vadede de tatmin edici sonuçlar elde edilir. (SETB-2022-11-239) |
7. | Papiller Tiroid Kanserinin Cerrahi Tedavisinde Tamamlayıcı Tiroidektomi ve Total Tiroidektominin Hipokalsemi Riskinin Karşılaştırılması Does the Risk of Hypocalcemia Increase in Complementary Thyroidectomy Performed in Papillary Thyroid Cancer? Mehmet Taner Unlu, Mehmet Kostek, Ozan Caliskan, Nurcihan Aygun, Mehmet UludagPMID: 36660383 PMCID: PMC9833338 doi: 10.14744/SEMB.2022.91073 Sayfalar 482 - 488 GİRİŞ: Papiller tiroid kanseri en sık görülen tiroid kanseridir. Bazı hastalarda lobektomi yapıldıktan sonra histopatolojik incelemede saptanan papiller tiroid kanserinin histopatolojik özellikleri nedeniyle karşı loba tamamlayıcı tiroidektomi gerekebilir. Hipokalsemi tiroidektomi sonrası en sık görülen komplikasyon olup, etyolojisi multifaktöryeldir. Tamamlayıcı tiroidektominin hipokalsemi gelişme riskini arttırıp arttırmadığı halen tartışma konusudur. Bu çalışmada papiller tiroid kanseri tanısı ile tamamlayıcı tiroidektomi uygulamasının total tiroidektomiye göre hipokalsemi riskini arttırıp artırmadığını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2015-2018 tarihleri arasında opere edilen, preoperatif veya postoperatif dönemde papiller tiroid kanseri tanısı alan hastaların verileri retrospektif değerlendirilerek 2 hasta grubu oluşturuldu. Grup 1’e ilk ameliyatta lobektomi yapıldıktan sonra patolojik incelemede papiller tiroid kanseri saptanan ve karşı loba tamamlayıcı tiroidektomi uygulanan 19 hasta alındı. Grup 2’ye aynı dönemde total tiroidektomi uygulanan preoperatif veya postoperatif papiller tiroid kanseri tanısı koyulan hastalar arasından yaş ve cinsiyet olarak 1. gruba benzer özelliklerde 53 hasta seçildi. İki grup arasında preoperatif ve postoperatif dönemde kalsiyum metabolizması ile ilgili biyokimyasal parametreler, paratiroid ototransplantasyonu ve istenmeden paratiroid bezi çıkarılması, postoperatif hipokalsemi ve tedavi oranları karşılaştırıldı. Bulgular: Grup 1’de ve 2’de sırası ile, yaş ortalaması 48.3+12.1 olan 19 hasta (13K, 6E), 46.3+9 (40K, 13E) olan 53 hasta yer almakta olup; yaş ve cinsiyet açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Preoperatif parathormon (PTH), fosfor (P), magnezyum (Mg), D vitamin eksikliği oranı, paratiroid ototransplantasyonu ve tiroid piyesinde paratiroid bezi bulunması açısından anlamlı fark saptanmadı. Preoperatif kalsiyum (Ca) değeri 1. grupta 9.33+0.46 olup, 2. Gruba (9.65+0.41) göre düşüktü (p=0,012). Postoperatif 0. Gün Ca, P, Mg, PTH; 1. gün Ca, Mg, PTH; değerleri arasında anlamlı fark yoktu. Postoperatif 1. Gün P düzeyi 1. grupta (2.86+0.72) 2. gruba (3.6+0.83) göre anlamlı olarak düşüktü. Postoperatif hipkalsemi oranları grup 1 ve 2’de sırası ile %21.1, %30.2 olup fark anlamlı değildi (p=0,558). Her iki gruptada hipokalsemiler geçici olup, kalıcı hipoparatiroidi saptanmadı. Grup 1 ve 2’de sırası ile paratiroid ototransplantasyonu (10.5% vs 3.8%; p=0,283), piyeste aksidental çıkarılan paratiroid oranı(0 vs 15.1; p=0,185) benzerdi.Postoperatif dönemde Ca ve bazen aktif D vitamin uygulanması oranı grup1’de %10.5, grup 2’de %22.6 olup, tedavi alma açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p=0,327). Sonuç: Postoperatif histopatolojik olarak papiller tiroid kanseri tanısı alan bazı hastalarda tamamlayıcı tiroidektomi gerekli olabilir. Tamamlayıı tiroidektomi prosedürü, total tiroidektomiye göre hipokalsemi riskini artırmadan uygulanabilir. (SETB-2022-10-219) |
8. | Minimal invaziv paratiroidektomi çağında primer hiperparatiroidizmin cerrahi tedavisinde bilateral boyun eksplorasyonunun yeri The Role of Bilateral Neck Exploration for Primary Hyperparathyroidism in the Minimally Invasive Parathyroidectomy Era Mehmet Taner Unlu, Mehmet Kostek, Ozan Caliskan, Nurcihan Aygun, Mehmet UludagPMID: 36660393 PMCID: PMC9833349 doi: 10.14744/SEMB.2022.42492 Sayfalar 489 - 496 Giriş: Son yıllarda primer hiperparatiroidinin (pHPT) cerrahi tedavisinde görüntüleme yöntemlerinin katkısı ile seçilmiş hastalarda minimal invaziv paratiroidektomi (MİP) tedavisi standart hale gelmiştir. Bununla birlikte bazı hastalarda bilateral boyun eksplorasyonu (BBE) gerekli olabilmektedir. Bu çalışmada BNE gerekliliği ile ilgili faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Materyal ve Metod: 2010-2019 tarihleri arasında tek cerrah tarafınden opere edilen hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar MİP ve unilateral boyun eksplorasyonu (UNE) (grup 1) ve BBE (grup 2) olarak 2 gruba ayrıldı. BNE gerekliliği ile ilgili risk faktörleri değerlendirildi. Bulgular: Yaş ortalaması 54.1±12.8 olan 344 hasta (288K, 56 E) (grup 1: 229, grup 2: 115) çalışmaya alındı. Grup 1’de grup 2’ye göre preoperatif parathormon (PTH) düzeyi (288 vs 190, p<0.001,) sintigrafide uyumlu, uyumsuz ve negatif görüntüleme (sırası ile 82.5% vs 28.7%, 9.6% vs 19.1, 7.9% vs 52.25; p<0.001), ultrasonografide uyumlu, uyumsuz ve negatif görüntüleme (sırası ile 72.9% vs 20%, 7% vs 19.1%, 201% vs 60.9%; p<0.001), USG ve sintigrafi kombinasyonunda iki pozitif, tek pozitif ve negatif görüntüleme (sırası ile 72.5% vs 11.3%, 25.8% vs 55.7%, 1.7 vs 33%; p<0.001), patolojide tek adenom, çift adenom, hiperplazi oranları (sırası ile 96.1% vs 79.1%, 3.1% vs 12.2%, 0.9% vs 8.7%; p<0.001), ek tiroidektomi uygulanması (sırası ile 11.4% vs 38.3%; p<0.001), çıkarılan bezin çapı (2.03 vs 1.58 cm; p<0.001), çıkarılan bezin hacmi (sırası ile 2.27 vs 1.22 cm3, p<0.001), anlamlı olarak farklı idi. Multinominal lojistik regresyon analizinde preoperatif PTH’nın düşük olması, sintigrafinin patolojik bez için uyumlu olmasına göre uyumsuz olması (odd ratio (OR): 3.690; p=0.027), negatif olması (OR: 9.174, p=0.000), ek tiroidektomi gerekliliği (OR: 5.067; p=0.000) BBE gerekliliğini arttıran bağımsız risk faktörleri olarak belirlendi. Uzun dönem kür oranları (sırası ile 98.3% vs 94.8%, p=0.079) benzerdi Sonuçlar: Günümüzde halen pHPT’li hastaların önemli bir bölümünün cerrahi tedavisinde BBE gerekli olabilmektedir. Bizim sonuçlarımıza göre preoperatif yüksek PTH değerlerine göre düşük PTH düzeyinde, pozitif ve uyumlu sintigrafiye göre uyumsuz ve negatif sintigrafili hastalarda, ek tiroidektomi uygulanacak hastalarda BBE gerekliliği olasılığı daha yüksektir. BBE, MIP’nin alternatifi değil, paratiroid cerrahisinde optimal sonucu elde edebilmek için MIP’nin tamamlayıcısı olan etkin bir seçenek olduğu düşüncesindeyiz. (SETB-2022-11-249) |
9. | Pankreas duktal adenokarsinomu nedeni ile ameliyat edilen hastalarda en büyük metastatik lenf nodu boyutunun postoperatif sonuçlar üzerine etkisi Effects of the Largest Metastatic Lymph Node Size on the Outcomes of Patients who Underwent Pancreaticoduodenectomy for Pancreatic Ductal Adenocarcinoma Emre Bozkurt, Tutku Tufekci, Serkan Sucu, Cagri Bilgic, Emre Ozoran, Ibrahim Halil Ozata, Mesut Kaya, Gurkan Tellioglu, Orhan BilgePMID: 36660387 PMCID: PMC9833343 doi: 10.14744/SEMB.2022.33340 Sayfalar 497 - 502 Amaç: Pankreas kanserinde metastatik lenf nodlarının prognostik önemi, kötü prognoz nedeniyle her zaman dikkat çekmiştir ve bazı kantitatif faktörler, postoperatif sonuçları önemli ölçüde öngörmek için araştırılmıştır. Boyut, lenf düğümünün kolay ölçülebilen morfolojik özelliklerinden birisi olup, en büyük metastatik lenf düğümü (LMLN) boyutunun sağkalım sonuçları üzerindeki etkisine ilişkin veriler pankreas kanseri için tanımlanmamıştır. Pankreas duktal adenokarsinomlu hastaların prognozu üzerine LMLN boyutunun etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Bu retrospektif çalışma ile Şubat 2015 ile Mayıs 2020 arasında pankreas duktal adenokarsinomu (PDAK) nedeni ile ameliyat edilen hastalar lenf nodu evrelerine ve LMLN boyutu için hesaplanan eşik değerine göre gruplandırarak LMLN boyutunun sağkalım sonuçları üzerindeki etkisi karşılaştırılacaktır. Bulgular: 131 hastadan oluşan çalışma kohortunda yaş ortalaması 63.9±10.8 yıl ve 77 hasta kadındı. Hastaların 99'u pN1, 32'si pN2 evresindeydi. Prognozu tahmin etmek için LMLN boyutunun optimal eşik noktası 7.5 mm [duyarlılık = %81 ve özgüllük = %81] olarak hesaplandı. pN1 evreli hastaların 34'ünde (%34.3) ve pN2 evreli hastaların 7'sinde (%21.9) 7.5 mm'den küçük lenf nodu vardı. LMLN boyutu <7.5 mm olan hastalarda 3 yıllık sağkalım anlamlı olarak daha uzundu (%56.2 - %18.2, p<0.001). LMLN boyutu <7.5 mm olan hastalar, pN1 lenf nodu evresi olan hasta alt grubunda istatistiksel olarak anlamlı daha uzun medyan sağkalım oranına sahipken, pN2 hastalarının alt grupları arasında medyan sağkalım oranlarında anlamlı bir fark gözlenmedi (p=0.237). Sonuç: En büyük metastatik lenf nodu boyutu PDAK hastalarında sağkalımın potansiyel belirteçlerinden birisidir. (SETB-2022-04-108) |
10. | Akut Komplike Olmayan Divertikülit Tedavisi: Yatarak veya Ayaktan Management of Acute Uncomplicated Diverticulitis: Inpatient or Outpatient Emre Teke, Huseyin Ciyiltepe, Nuriye Esen Bulut, Yasin Gunes, Mehmet Mahir Fersahoglu, Anil Ergin, Bora Karip, Kemal MemisogluPMID: 36660380 PMCID: PMC9833335 doi: 10.14744/SEMB.2022.27095 Sayfalar 503 - 508 Amaç: Divertiküler hastalık oldukça sık görülen bir durumdur. Batı toplumunda dokuzuncu dekatta nüfusun %50'sini etkiler. Akut divertikülit en sık görülen komplikasyondur. Klinik olarak stabil olup sıvıyı tolere eden hastalar, sıvı alım toleransı kötüleşirse, ateş yükselirse veya ağrı artarsa hastaneye yatırılmalıdır. Bağırsak istirahati, intravenöz sıvı tedavisi ve ampirik antibiyotik tedavisi, hastaneye başvuran hastalarda geleneksel tedavilerdir. Bu retrospektif çalışma, komplike olmayan akut divertikülit tanısı alan hastaların ayaktan veya yatarak tedavisini etkileyecek parametreleri belirlemeyi amaçlamaktadır. Yöntemler: Ocak 2018-Aralık 2020 tarihleri arasında karın ağrısı ile acil servise başvuran ve intravönöz contrast madde verilmesi sonrası çekilen bilgisayarlı tomografide(BT) komplike olmayan divertikülit (modifiye Hinchey 1a) tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hasta kayıtları retrospektif olarak Excel dosyasına kaydedildi. Acil serviste görüldükten sonra yatan hasta grubu (Grup 1) ile ayaktan takip grubu (Grup 2) arasında karşılaştırma yapıldı. Bulgular: Çalışma akut komplike olmayan divertiküliti (modifiye Hinchey 1a) olan 172 hastayı içermektedir. 110 (%64,0) hasta yatarak takip ve tedavi edilirken (Grup 1) 62 (%36,0) hasta ayaktan (Grup 2) takip edildi. Taburculuk sonrası ilk 30 gün içinde (hem ayaktan takip edilen hem de yatan hasta grubunda tedavi sonrası) hastaneye tekrar başvuran hastalar açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Sonuç: Komplike olmayan Modifiye Hinchey 1a hastalarında yatış kriterlerini değerlendirdiğimiz bu retrospektif çalışmada hastaların şiddetli fizik muayene bulguları olmaması durumunda güvenle ayaktan tedavi olabileği bulundu. Taburculuk sonrası yeniden hastaneye yatış açısından iki grup arasında fark olmamasına ve Modifiye Hinchey 1a divertiküliti olan hastaların ayaktan oral antibiyotik tedavisi ile takibinin güvenilir olabileceği düşünülse de, daha geniş hasta sayısı ile prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. (SETB-2022-02-030) |
11. | Diabetes as an Isolated Cause of Minor Lower Limb Amputations Diabetes as an Isolated Cause of Minor Lower Limb Amputations Jose Maria Pereira de Godoy, Germano Tazinaffo, Barbara Chrısto, Maria deFatima Guerreiro GodoyPMID: 36660392 PMCID: PMC9833348 doi: 10.14744/SEMB.2022.34979 Sayfalar 509 - 512 Objectives: Amputation is a devastating but preventable complication of diabetes and peripheral arterial disease. The aim of the present study was to investigate whether diabetes mellitus is an important isolated cause of toe amputation. Methods: A cross-sectional study was conducted involving the records of 108 patients with minor lower limb amputations and 80 with major lower limb amputations. Association between diabetes/chronic arterial insufficiency and level of amputation was tested. Statistical analysis was performed using Fisher’s exact test. Results: The prevalence of diabetes was 87.5% among patients submitted to minor amputations and 52.5% among those submitted to major amputations with or without chronic arterial disease. This difference was statistically significant (p<0.0001, Fisher’s exact test). A total of 44.44% of the patients submitted to minor amputations had diabetes alone (no chronic arterial insufficiency), whereas only 14.81% of the patients submitted to major amputations did not have chronic arterial insufficiency. Thus, diabetes was significantly associated with minor lower limb amputations (p<0.0004, Fisher’s exact test). Conclusion: Based on the present findings, patients with diabetes are at greater risk of toe amputation compared to those with chronic arterial disease. (SETB-2022-03-072) |
12. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) Quantification of Volume Mismatch of Acetabulum and Femoral Head in Developmental Dysplasia of Hip Sitanshu Barik, Vivek Singh, Udit Chauhan, Souvik Paul, Kshitij Gupta, Sunny Chaudhary, Shobha S AroraPMID: 36660394 PMCID: PMC9833337 doi: 10.14744/SEMB.2022.40221 Sayfalar 513 - 518 |
13. | Ailesel Akdeniz ateşi tanılı hastalarda ultrasonografik femoral kartilaj kalınlığı ölçümü ve amioidoz ile diğer hastalık özellikleri ile ilişkisi Ultrasound Measurement of Femoral Cartilage Thickness in Patients with Familial Mediterranean Fever and its Relation to Amyloidosis and Other Disease Characteristics Halise Hande Gezer, Didem Erdem Gursoy, Sevtap Acer Kasman, Hatice Sule Baklacioglu, Mehmet Tuncay DuruozPMID: 36660385 PMCID: PMC9833340 doi: 10.14744/SEMB.2022.77632 Sayfalar 519 - 524 AMAÇ: Bu çalışmada, ailesel Akdeniz ateşi (AAA) olan hastalarda ve sağlıklı bireylerde femoral kartilaj kalınlığının (FKK) ölçülmesi ve FKK ile amiloidoz gelişimi ve klinik özellikler ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. METOD: Çalışmaya Tel-Hashomer kriterlerine göre AAA tanısı konan hastalar ve sağlıklı kontroller dahil edildi. Her iki dizde femoral kartilaj kalınlığı maksimum diz fleksiyonunda 7-12 MHz lineer prob ile ölçüldü. Her iki dizden üç noktadan ölçüm alındı: lateral femoral kondil (LFK), interkondiler alan (ICA) ve medial femoral kondil (MFK). Hastaların klinik özelliklerinden hastalık süresi, ilaçlar, komorbid durumlar, amiloidoz, kronik böbrek yetmezliği (KBY), FMF gen mutasyonu, artrit, sakroiliit, PRAS skoru ve Fiziksel Aktivite Anketi Kısa Form (IPAQ-SF) skoru kaydedildi. BULGULAR: Çalışmaya 46 AAA (36 kadın) ve 20 yaş-cinsiyet-BMI uyumlu kontrol (14 kadın) dahil edildi. Hastaların ve kontrollerin yaş ortalamaları sırasıyla 37 ±12.9 ve 37.5 ±8.6 yıldı. Yedi hastada (%15.2) amiloidoz, 3 hastada (%6.5) KBY ve 8 hastada (%17) diz artriti meydana geldi. Hastalık aktivitesi %55.8'inde hafif, %20.9'unda orta ve %23.23'ünde şiddetliydi. AAA ve kontrol gruplarında milimetre cinsinden ortalama FKK değerleri şu şekildeydi: sağda LFK 1,9±0,5 ve 2±0,52, ICA 2,2±0,77 ve 2,25±0,97, MFK 2±0,47 ve 2,25±0,72; sol tarafta LFK 1,9±0,4 ve 2,05±0,55, ICA 2,25±0,87 ve 2,25±0,87, MFK 1,85±0,5 ve 2,25±0,6. AAA'li hastalarda kontrollere kıyasla her iki diz LFK (p<0.05) ve sol MFK (p<0.05) kıkırdak kalınlığı azalmıştı. Artrit, amiloidoz ve KBY olan ve olmayan hastalarda FCT ölçümleri benzerdi (p>0.05). FKK skorları hastalık aktivite grupları arasında farklı değildi (p>0.05). SONUÇ: AAA hastalarında kontrollere kıyasla FKK azalmıştır ve FKK ile amiloidoz ve hastalık aktivitesi arasında anlamlı bir ilişki yoktur. (SETB-2021-12-369) |
14. | Modifiye zorunlu kullanım hareket terapisinin obstetrik brakiyal pleksus palsi hastalarında üst ekstremite fonksiyonlarına etkisi The Effect of the Modified Constraint-Induced Movement Therapy on the Upper Extremity Functions of Obstetric Brachial Plexus Palsy Patients Banu Kuran, Selamet Demir Azrak, Beril Dogu, Figen Yilmaz, Hulya Sirzai, Julide Oncu, Rana Terlemez, Aylin AyyildizPMID: 36660395 PMCID: PMC9833333 doi: 10.14744/SEMB.2022.32956 Sayfalar 525 - 535 Amaç: Obstetrik brakiyal pleksus paralizinde (OBPP) üst ekstremitenin fonksiyonel kısıtlılığı, çocuğun günlük yaşam ve sosyal aktivitelere katılımını kısıtlar. Tedavide üst ekstremitenin rehabilitasyona katılımı önemlidir. Zorunlu kullanım hareket terapisi (ZKHT), nörolojik disfonksiyonu olan hastaların üst ekstremite fonksiyonlarını iyileştirmek için kullanılan umut verici bir rehabilitasyon yaklaşımıdır. Yöntem: Bu tek kör, randomize kontrollü klinik çalışma, 2 ila 12 yaşları arasında kronik OBPP tanısı almış 30 pediyatrik hastayı içermektedir. Hastalar modifiye ZKHT grubu ve kontrol grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki gruptaki hastalara 8 hafta boyunca haftada dört kez klasik rehabilitasyon tedavisi uygulandı. Hem kontrol hem de ZKHT grubuna hareket açıklığı, germe, kuvvetlendirme ve proprioseptif egzersizler verildi. ZKHT grubundaki hastalar 8 hafta boyunca günde 2 saat ve haftada 4 gün kısıtlayıcı kol askıları takılması uygulaması yapıldı. Hastalar, Mallet sınıflandırma sistemi ve Melbourne tek taraflı üst ekstremite değerlendirmesi-2 ölçeği (MA2) kullanılarak tedaviden önce ve sonra değerlendirildi. Bulgular: Her iki grupta da tedavi sürecinden sonra Mallet ve MA2 skorları anlamlı derecede arttı. Ancak, iyileşme yüzdesi ZKHT grubu için daha yüksekti. Sonuç: Modifiye ZKHT, OBPP tanılı çocuklarda eklem hareket açıklığını ve ekstremitenin fonksiyonel kullanımını iyileştirmektedir. Bu iyileşme, kontrol grubundaki iyileşmeye kıyasla ZKHT grubunda daha fazladır. ZKHT'nin rutin bir rehabilitasyon sürecinde uygulanması yardımcı olabilir. (SETB-2021-11-333) |
15. | Kronik obstrüktif akciğer hastaliği alevlenmesinde asimetrik dimetilarjinin Asymmetric Dimethylarginine in COPD Exacerbation Mufide Arzu Ozkarafakili, Zeynep Mine Yalcinkaya Kara, Erdinc SerinPMID: 36660388 PMCID: PMC9833347 doi: 10.14744/SEMB.2022.23682 Sayfalar 536 - 542 Amaç: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH), ilerleyici hava yolu kısıtlılığı olan bir hastalıktır. Asimetrik dimetil arginin (ADMA) molekülünün hava yolu inflamasyonunda ve yeniden şekillenmesinde etkili olduğu bilinmektedir. Alevlenme ile başvuran olgularda ADMA ile KOAH arasındaki ilişkiyi ve hastalığın seyrindeki rolünü araştırdık. Metod: Bu tek merkezli çalışmaya, polikliniğimize KOAH alevlenmesi ile başvuran ortalama yaşı 67 (41-88) olan 56 hasta (%57,1 erkek) ve cinsiyet uyumlu 26 sağlıklı kontrol dahil edildi. ADMA, Beyaz Kan Hücresi Sayısı, eozinofil, nötrofil, lenfosit, C-Reaktif Protein, fibrinojen, Oksijen Satürasyonu %, Solunum Fonksiyon Testi değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Kontrol grubuna kıyasla KOAH grubunda ADMA değerleri anlamlı derecede yüksekti (516.93'e karşı 320.05 medyan, p<0.05). Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı için Global Girişim' e (GOLD) göre ADMA konsantrasyonlarında anlamlı bir fark gösterilmedi (p>0.05). KOAH' ın prediktif gücünü tahmin etmek için yapılan ROC analizinde, ADMA konsantrasyonu >301 ng/ml değeri ile tüm vakalarda KOAH hastalarını ayırt edebildiği bulundu. Sonuç: KOAH' ta ADMA seviyeleri karmaşık mekanizmalarla artmaktadır. Hastalığın önemli bir göstergesi olabilir. Bununla birlikte, KOAH' ın şiddeti ve ilerlemesinde bir biyobelirteç olarak kullanımı için daha kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır. (SETB-2022-05-132) |
16. | Kronik hepatit b ile yaşayan hastalarda oral nükleozid /nükleotid analogları ile tedavi uyumu Adherence to Treatment with Oral Nucleoside/Nucleotide Analogs in Patients with Chronic Hepatitis B Derya Ozyigitoglu, Dilek Yildiz Sevgi, Ceren Atasoy Tahtasakal, Ahsen Oncul, Alper Gunduz, Ilyas DokmetasPMID: 36660396 PMCID: PMC9833346 doi: 10.14744/SEMB.2022.82608 Sayfalar 543 - 551 Amaç: Antiviral tedaviye uyum tedavi başarısı ve direncin önlenmesi için önemlidir. Nükleoz(t)id analogları ile tedavi alan hastalarda tedaviye uyum oranı ve bunu etkileyen faktörlerin saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: En az bir yıldır kronik hepatit B tanısı ile oral nükleoz(t)id analogu(NA) alan 168 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik verileri ile ilaç atlama durumları uygulanan geri bildirim anketinden elde edilirken, eczane kayıt sisteminden son 1 yıllık ilaçların dökümü yapılarak Medication Possesion Ratio(MPR) hesaplandı. Bulgular: Hastaların 60’ı (%35,7) kadın, 108’i (% 64,3) erkek idi. Yaş ortalaması 43,61±10,35 olarak hesaplandı. MPR ye göre %29.2 hasta nonadherence- uyumsuz (MPR değeri < 0,90) saptandı. Orta yaşlardan itibaren tedavi uyumunun arttığı görüldü. Hepatit B dışındaki hastalıklar nedeni ile ilaç kullanımı olan hastalarda tedavi uyumu daha yüksek bulundu. Cinsiyet, eğitim- çalışma durumu, medeni hali, sigara- alkol gibi alışkanlıkları, kullanmakta olduğu antiviral tedavinin türü, ilaç alma zaman ve şekli, tedavi başlangıcındaki biopsi bulguları arasında tedavi uyumu açısından anlamlı fark saptanmadı. Hastaların en sık ilaç atlama nedenleri unutkanlık olarak saptandı. Sık görülen diğer nedenler başka işlerle meşgul olma, günlük rutinde değişiklik olmasıydı. Sonuç: Çalışmamızda MPR ile hesaplanan tedavi uyumu %70.8 olarak saptanmıştır. Bu uyum düzeyi literatürdeki KHB ile yapılan çalışmalara göre daha düşük düzeydedir. KHB hastalarında uyumun hekim tarafından takip edilmesi ve desteklenmesi önemlidir. (SETB-2021-09-282) |
17. | Çocuklarda ilaç alerjisi: Çocuklarda ilaç alerjilerinin gerçek sıklığı nedir? Drug Allergy in Children: What is the Actual Frequency of Drug Allergies? Duygu Hasan Dilber, Deniz Ozceker, Ozlem TerziPMID: 36660386 PMCID: PMC9833352 doi: 10.14744/SEMB.2022.65642 Sayfalar 552 - 558 Amaç: İlaç alerji reaksiyonları, immünolojik mekanizma ile ortaya çıkan ve ilaca özgü antikorların ve/veya T-hücrelerin oluşumu ile sonuçlanan reaksiyonlardır ve tüm ilaç reaksiyonlarının sadece %15’ten azını oluşturmaktadır. Ancak hem hastalar hem de ebeveynler her türlü istenmeyen ilaç etkisini altta yatan mekanizma immünolojik olsun ya da olmasın ilaç alerjisi olarak adlandırmaktadır. İlaç alerjisi için yapılan tanısal testler sonrasında ise, klinik öykülerine dayalı olarak ilaç alerji reaksiyonları için pozitif rapor edilen hastaların sadece küçük bir yüzdesinin gerçekte ilaç alerjisi olduğu doğrulanmaktadır. Bu çalışma, çocuklarda ilaç alerjilerinin gerçek sıklığını, ilaç alerjisi şikayeti olan hastalarda en sık alerjiye neden olan ilaçları belirlemeyi ve eşlik eden demografik ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yöntem: Çalışmada, üç yıllık bir süre içinde ilaç alerjisinden şüphelenilen toplam 266 hastanın (0-18 yaş) verileri değerlendirildi. Doktor tanılı ilaca bağlı anafilaksi tanısı konan 24 hasta ve tanısal testleri kabul etmeyen 85 hasta çalışma dışı bırakıldı ve toplam 157 hasta ile çalışmaya devam edildi. Alerji çalışması, ENDA/EAACI kılavuzlarının tavsiyelerine uygun olarak in vivo ve in vitro testlerden oluşuyordu. Bulgular: 157 hastadan oluşan bir gruptan elde edilen veriler [E (%54.6)); K (%45.4)] geriye dönük olarak analiz edildi. Beta laktamlar (BL'ler), rapor edilen klinik öyküde en yaygın olarak yer alan ilaçlardı ve bunu non-steroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAID'ler) izledi. Alerjik reaksiyonlar ilaç alımından sonraki ortanca 1. günde (min: 1-maks: 8) meydana geldi ve en sık görülen ürtiker (%55.3) olarak gözlendi. Hastaların %53,5'inde ani reaksiyonlar ve %46.5'inde ani olmayan reaksiyonlar gözlendi. Sonuç: Literatürdeki verilerle uyumlu olarak, çalışmamızda ilaç alerji yakınması ile başvuran hastaların sadece %15,5’inde ilaç alerjisi doğrulandı. İlaç alerji şüphesi olan hastalarda tanısal alerji testleri ile doğrulama yapılması gereklidir. (SETB-2021-09-266) |
18. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) 3D Patient-Specific Biomechanical Model of the Tongue for the Management of Tongue Tumors: Conceptualization to Reality Piyush Sinha, Bhanu Prakash Bylapudi, Prashant Puranik, Anand Subash, Vishal RaoPMID: 36660378 PMCID: PMC9833336 doi: 10.14744/SEMB.2022.37039 Sayfalar 559 - 563 |
OLGU SUNUMU | |
19. | Yenidoğanda İnfantil Akut Hemorajik Ödem: Olgu Sunumu Infantil Acute Hemorrhagic Edema in a Neonate: A Case Report Cagri Cumhur Gok, Seyran Ozbas Gok, Emrah Can, Sahin Hamilcikan, Yigit UlgenPMID: 36660389 PMCID: PMC9833334 doi: 10.14744/SEMB.2021.73384 Sayfalar 564 - 567 Akut infantil hemorajik ödem ateş, geniş purpurik deri lezyonları ve ödem üçlüsü ile seyreden nadir bir lökositoklastik vaskülittir. Başlıca özellikleri ekimotik purpura, uzuvlarda ve yüzde inflamatuar ödemdir. Dramatik başlangıçlı benign bir durumdur, 1-3 hafta içinde kendiliğinden ve tam olarak düzelir ve 3 yaşından küçük çocuklarda görülür. Çocukluk çağında, özellikle yenidoğan döneminde nadir görülen bir hastalık olduğu için akut infantil hemorajik ödemli yenidoğanı detaylandırmak istedik. (SETB-2021-09-260) |
20. | Grand Mal Epileptik Nöbet Sonrası Bilateral Anterior Glenohumeral Dislokasyon, Olgu Sunumu Bilateral Anterior Glenohumeral Dislocation Following Grand Mal Epileptic Seizure: A Case Report Ferid Samedov, Servin Rafi, Yusuf Sulek, Osman Tugrul ErenPMID: 36660397 PMCID: PMC9833344 doi: 10.14744/SEMB.2022.48403 Sayfalar 568 - 571 Bilateral eş zamanlı omuz çıkıkları çok nadir görülen yaralanmalardır. Literatürdeki olguların çoğu grand mal epileptik nöbetler, elektrik çarpmaları ve elektrik çarpmalarında görülen yaygın kasılmalara bağlı posterior omuz çıkıklarıdır. Literatür bize bilateral anterior omuz çıkıklarının epileptik nöbetlerden ziyade travmaya bağlı yaralanmalardan sonra görüldüğünü göstermektedir. 39 yaşında erkek hasta grand mal epileptik nöbet sonrası bilateral anterior glenohumeral çıkık ile acil servisimize başvurdu. Hasta kapalı redüksiyon, Velpeau bandaj, FTR ve nöroloji konsültasyonu ile konservatif olarak tedavi edildi. Hastanın omuzlarının bilateral yer değiştirmesi ve yaşı nedeniyle tedavisi konservatif olarak planlandı. (SETB-2021-11-324) |
EDITÖRE MEKTUP | |
21. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) Development of Vitiligo After COVID-19 Vaccination Alper Kara, Esra Yildirim Bay, Ilteris Oguz Topal, Ozben YalcinPMID: 36660379 PMCID: PMC9833350 doi: 10.14744/SEMB.2022.63139 Sayfalar 572 - 573 SETB-2022-02-049 |