Objectives: Pressure ulcers are a common healthcare problem, particularly among hospitalized patients who need long-term treatment; however, preventive medicine can reduce the prevalence. A multidisciplinary approach is fundamental to providing proper care, and the general health status and cooperation of the patient determine treatment modalities. Simple methods can prevent pressure ulcers and their recurrence. The aim of this study was to share clinical experience and evaluate the approach and treatment modalities used for pressure ulcers.
Methods: Fifty-two patients hospitalized with the indication of pressure ulcers were evaluated retrospectively. Age, sex, localization of the decubitus ulcer, treatment method, comorbid diseases, and any postoperative complications were analyzed.
Results: Thirty-five patients were male and 17 were female. The mean age was 50.3 years. The most common accompanying disease was diabetes mellitus and the most common etiology was paraplegia. Pressure ulcers were localized on the sacral area in 45 patients, the ischial area in 23, the trochanteric area in 11 patients, and other parts of the body (scapular, lumbar) in 3 patients. Fasciocutaneous rotation flaps, myocutaneous flaps, and perforator flaps were the most used reconstruction techniques. No major complication was observed.
Conclusion: The most important point with regard to pressure ulcers is prevention. Healthcare system expenses can be significantly reduced by preventing the formation of decubitus ulcers. The progression of pressure ulcers can be easily controlled if the necessary care and treatment are provided in the early period. The role of the plastic surgeon in advanced stages is to perform reconstruction in appropriate cases and to educate patients and their caregivers with the aim of preventing recurrence.
Amaç: Bası yaraları özellikle kronik ve uzun süreli tedavi gerektiren hospitalize hastalarda sık görülen, koruyucu hekimlik ile prevalansı azaltılabilecek bir sağlık sorunudur. Bası yarasıyla mücadelede multidisipliner yaklaşım önemli olmakla birlikte hastanın genel durumunun ve kooperasyonunun bozuk olması tedaviyi bazen daha da komplike hale getirebilmektedir. Bası yarasının ortaya çıkması ve tekrarlaması koruyucu hekimlik ve basit yöntemlerle azaltılabilse de, günümüzde hala prevalansı yüksek seyretmektedir. Çalışmamızın amacı kliniğimizde yatarak tedavi görmüş olan bası yarası olguları hakkındaki deneyimlerimizi paylaşarak, bası yaralarına yaklaşımı ve tedavi metotlarını irdelemektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Eylül 2013 ve Eylül 2018 arası kliniğimize yatarak tedavi olmuş olan 52 bası yarası hastası retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastalarda yaş, cinsiyet, bası yarası lokalizasyonu, tedavi yöntemi, komorbid hastalıklar ve postoperatif dönemde karşılaştığımız komplikasyonlar incelenmiştir.
Bulgular: 52 hastanın 35’i erkek, 17’si kadın, yaş ortalaması 50.3 idi. En sık eşlik eden komorbidite diabetes mellitus, en sık etiyolojik neden parapleji idi. Olgularda bası yarası lokalizasyonu; 45 hastada sakral bölgede, 23 hastada iskial bölge, 11 hastada trokanterik bölge ve 4 hastada ise diğer bölgelerde (skapuler, lomber, vertebral) idi. Onarım metotu olarak en sık başvurduğumuz teknikler; fasyokutan rotasyon flepleri, myokutanöz flepler, ve perforatör fleplerdi. Hiçbir olguda major komplikasyon gözlenmedi.
Tartışma: Bası yaralarıyla mücadelede dikkat edilmesi gereken en önemli faktör, bası yarası oluşumunun önüne geçilmesidir. Ancak bu şekilde tedavisi bazen komplike hale gelebilen hasta grubunda sağlık sistemine maliyet en aza indirilebilir. Bası yarası oluşmaya başladıktan hemen sonra gerekli tedbirler ile birlikte konservatif tedaviye başlanılırsa hastalığın ilerlemesi engellenebilir. İleri evre bası yarası tedavisinde plastik cerrahinin rolü; hastanın nutrisyonel ve genel durumu düzeltildikten hemen sonra uygun hastada, bası yarası rekonstrüksiyonunu gerçekleştirmek, aynı zamanda nüks riskini en aza indirmek için hasta ve yakınlarına gerekli eğitimlerin verilmesini sağlamaktır.