Objectives: The study aims to determine the ratio of the tumor-infiltrating lymphocytes (TIL) in the tumor microenvironment in squamous cell carcinoma of head and neck and its effect on prognosis using histopathological parameters.
Methods: The patients who underwent head and neck surgery with the diagnosis of squamous cell carcinoma of head and neck at Cerrahpaşa medical faculty ENT Clinic between January 2010 and November 2013 were included in this study. The age, gender, smoking status, alcohol use, radiologic images, and operation technique were analyzed for all patients. TNM pathologic staging, histologic differentiation grade, desmoplastic stromal reaction, vascular and perineural invasion, and lymph node metastasis were also evaluated. Representative hematoxylin-eosin stained slides from each block were cut and the ratio of tumor-infiltrating lymphocytes in tumor tissue was examined by an expert to confirm histology.
Results: In this study, 114 patients (105 males and 9 females) met inclusion criteria and were included. The mean age was 60.3±9.7 (ranging from 27 to 85 years). TIL and desmoplastic stromal reaction were compared statistically to the extent of primary tumor, vascular and perineural invasion, lymph node metastasis and histological grade of the tumor. While there was no statistically significant difference between TIL and these parameters, there was a statistically significant correlation between desmoplastic stromal reaction and these parameters. Considering five years of patient survival, although TIL had a positive impact on the prognosis of the tumor, there was no statistically significant difference.
Conclusion: We suggest that besides TNM pathologic staging and histologic parameters, immune cells reacting to the tumor will be a distinctive factor in determining the prognosis and new treatment methods. We believe that TIL will affect the current cancer treatments by increasing its anti-tumor effects and will give promising results in cancer immunotherapy.
Amaç: Baş-boyun kanserleri, görülme ve ölümlere neden olma sıklıkları açısından diğer kanser türlerine göre daha alt sıralarda yer almasına rağmen, yerleşim bölgesinin anatomik ve işlevsel özellikleri nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. Multidisipliner tedavi rejimlerinde büyük ilerlemelere rağmen, uzun süreli sağkalımın iyileştirilimesi için daha spesifik biyobelirteçleri tanımlamaya ihtiyaç vardır. Bu çalışmada; baş boyun squamöz hücreli kanserlerde tümör infiltre edici lenfosit yoğunluğunu histopatolojik parametrelerle karşılaştırmayı ve prognoza olan etkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Ocak 2010 – Kasım 2013 tarihleri arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı’na başvuran baş boyun kanseri teşhisi konup cerrahi müdahale yapılan 114 hasta retrospektif tarama ile incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, alkol-sigara kullanım alışkanlıkları, tümör lokalizasyonu kaydedildi. Tümörün boyutu, histolojik differansiyasyonu, tümöre karşı immün cevabı gösteren lenfosit infiltrasyon yoğunluğu, desmoplazik stromal yanıt, kan damarı, perinöral ve lenfovasküler invazyon varlığı, lenf nodu metastazı ve perinodal yayılım olup olmadığı değerlendirildi. Patolojik preparatlar Hematoksilen-Eozin boyama yapılıp paraffin bloklar halinde kesitler alındı, tümör dokusu içerisinde infiltre edici lenfosit yoğunluğu açısından, her biri ayrı şekilde, semi-kantitatif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 114 hasta primer tümör lokalizasyonuna göre değerlendirildiğinde; 97 hasta (% 85.1) ile larinks kanseri çoğunluğu oluşturmaktaydı. Diğer 17 hastanın 10’u (% 8.8) oral kavite, 7’si (% 6.1) orofarenks kanseriydi. Lenfosit infiltrasyon yoğunluğu; tümör boyutu, lenfatik, kan damarı ve perinöral invazyon, lenf nodu metastazı, perinodal yayılım, histolojik grade ve evre ile karşılaştırıldı, aralarında anlamlı fark saptanmadı. Desmoplazik stromal yanıt; tümör boyutu (p: 0,014), lenfatik invazyon (p: 0,000), kan damarı invazyonu (p: 0,037), perinöral invazyon (p: 0,002) ve evre (p: 0,006) ile karşılaştırıldı ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Hastaların 5 yıllık sağ kalım oranlarına bakıldığında tümör infiltre edici lenfosit yoğunluğunun ve desmoplazik stromal yanıtın prognoz üzerine olumlu etkisi olmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç: Klinik TNM evrelemesi ve histolojik parametrelerin yanı sıra kansere karşı oluşan immün hücrelerin prognoz ve yeni tedavi modelleri belirlenmesinde yol gösterici olacağını öngörmekteyiz. Kanser immünoterapisinde, tümör infiltre edici lenfositlerin anti-tümör etkilerinin artırılarak, mevcut kanser terapilerini değiştireceğini ve umut verici sonuçlar vereceğini düşünmekteyiz. (SETB-2018-12-167)