ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
The Medical Bulletin of Sisli Etfal Hospital - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 39 (3)
Volume: 39  Issue: 3 - 2005
ORIGINAL RESEARCH
1.Psychosomatic approach in dermatology
Ilknur Kıvanç Altunay, Sibel Mercan
Pages 7 - 12
Abstract |Full Text PDF

2.Prognostic factors in cervix cancer
Didem Karaçetin, Özlem Maral, Begüm Ökten, Öznur Aksakal, Oktay İncekara
Pages 13 - 16
Amaç: Çalışmanın aman serviks kanserli hastalarda, Cerrahi ve Radyoterapi sonrası genel sağkalım ve pelvik kontrol oranlarını etkileyen prognostik faktörlerin geriye dönük olarak incelenmesidir.
Gereç ve Yöntem: 1992-2002 tarihleri arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi. Radyasyon Onkolojisi Kliniği Serviks kanseri tedavi protokolüne göre tedavi edilmiş 166 hastadan 6 ay ve daha uzun takip edilen 108’i çalışmaya alınmıştır. Medyan yaş 52(22-80)‘din Histopatolojik tanı. 96 olguda skuamoz hücreli. 10 olguda adenoakrsinom. 2 olguda küçük hücreli karsinom şeklindedir. 13 olgu evre IB. 14 olgu, evre HA. 25 olgu evre 1IB. 6 olgu evre IIIA. 31 olgu evre IIIB, 12 olgu evre IVA-IVB, 7 olgu da başvuru sırasında niiks hastalıklıdır. Evre IB-IIA hastalara cerrahi sonrası adjuvant olarak. evre IIB-IVA hastalar ise inop olarak değerlendirilerek Co 60 cihazı ile, 50 Gy (t.8-2 Gy/fr) eksternal radyoterapi yapılmış, İCRT dozu (20 Gy) Bı akiterapi Ünitesi bulunan bir merkeze yönlendirilerek tamamlanmıştır. Parametrium tutulumu olan olgularda (n=37) tutulu tarafa boost okırak 10 Gy uygulanmıştır. Seçilmiş vakalarda (n-26) konkomitan kemo- terapi (haftalık cisplatin 35 nıg/nû) uygulanmıştır.
Sonuç: Evrelere göre genel sağladım: evrelB’de 47.3 ay, evre HA, 31.5 ay. evrellB 26.5 ay. evrelllA 23.9 ay, evrellIB 22.3 ay, evre IVA / 9 ay, evrelVB 9 ay dır (p-().00l). 39 olguda takip sırasında pelvik niiks gelişmiştir. Tanı sırasında pelvik lenf nodu tutulumu olan 33 olgunun, 15’inde (%45) takip sırasında nüks gelişmiştir. Nükslerin %4I‘I lenf ııodu tutulumu (+) olan hastalarda gelişmiştir. Taııı sırasında paraaortik lenf nodu tutulumu olan 9 hastanın tamamında tedavi sonrası takipte nüks gözlenmiştir. 6 olguda kemik, 4 olguda karaciğer, 3 olguda akciğer ve 1 olguda kolonda metastaz saptanmıştır.
Tartışma: Başlangıçta lenf nodıı tutulum olması pelvik nüks riskini artıran önemli bir prognostic faktördür (p-O.OJ). Paraaortik lenf ııodu tutulumu kötii prognoz ile ilişkilidir. Yaş ve histopatolojik tipin prognoz üzerine etkileri anlamlı değidir. Yüksek riskli hastalarda radyoterapiye cisplatin bazlı kemoterapi eklenmesi, tek başına radyoterapi ile kıyaslandığında prognozu olumlu etkilemektedir (p-0.05).
Purpose: Our aim was to study, in Cervix cancer patients, retrorespectively, the prognostic factors in relation with the ratio between survival and local-recurrence. Material & Method: Some 108 pateients were chosen, from among 166 who were treated at Si§li Etfal Hospital between 1992- 2002 and had been followed-up at our clinic for 6 or more months.Median Age: 52 (22-88).Histological Diagnosis: 96 patients were squamous cell ca, 20 patients were adenocarcinoma and 2 patients were small cell Ca. Stages: 13 patients were stage IB, 14 were stage HA, 25 were IIB, 6 were IIIA, 31 were IIIB, 12 were IVA-IVB. All patients were received radiotherapy with Co60. Stage IB and HA patients were received radiotherapy as adjuvant after radical hysterectomy. Stage IIB-IV patients were received radiotherapy alone or concomitant with chemotherapy.External radiotherapy was given to 50 Gy (1.8-2 Gy/fr), parametria! boost 10 Gy was given to patients with parametriaI invasion (n=37).ICRT (Intracav.it.er. radiotherapy) 20-25 Gy was given after external radiotherapy. Results: General Survival Rate in relation with stages are: 47.3 months for stage IB, 31.5 months for stage 11 A. 26.5 months for stage IIB, 23.9 months for stage HI A, 22.3 months for stage IIIB, 19 months for stage IVA and 9 months for stage IVB. 39 patients had recurrence at their follow-ups. 41 % of the recurences happened with patients (+) lymph node. All of 9 patients with pataaortic lymph node métastasés at diagnosis had recurrence. 6 patients had bone, 4 patients had liver, 3 patients had lung and / patients had colon métastasés during follow-up. Discussion: Pelvic lymph node métastasés at diagnosis is the major prognostic factor (p=().()l). Patients with paraaortic lymph node métastasés prognosis is worse. Age and hystopcithologic type are less important in prognosis. Radiotherapy with concomitant chemotherapy have positive effect on prognosis with high risk patients (p=0.05).

3.The Role of Magnetic Resonance Colonography and Transrectal Ultrasonography in Preoperative Staging of Rectal Cancer
Hülya Değirmenci, Muzaffer Başak, Hüseyin Özkurt, Alper Özel, Esra Özer, Adil Baykan, Muharrem Öner
Pages 17 - 21
Amaç: Rektal kanserin preoperatif evrelendirilmesinde transrektal ultrasonografi ve rektal kontrastlı manyetik rezonans görüntülemenin taıvsa! sonuçlarını karşılaştırmak.

Gereç ve Yöntem: 16 hastaya (6 kadın ve 10 erkek, ortalama yaş 56: yaş dağılımı 23-80 arası) 10 Mhz eııdoanal prob ile transrektal ultrasonografi ve body coil kullanılarak MR görüntüleme (1.5 T) yapıldı. 1500-2000 ml su ve 20 ml superparamanyetik demiroksit MR kontrastı karışımının rektal yoldan uygulanmasının ardından koronaI ve aksiyal planlarda Tl gradient recall imajlar atındı. Değerlendirmelerin sonuçları histopatolojik sonuçlarla karşılaştırıldı.

Sonuçlar: TNM sistemine göre, histopatolojik inceleme ile, 6 hastada T2, 6 hastada T3 ve 4 hastada T4 tümör gösterildi. Evre I hasta yoktu. Tüm hastalarda, T evrelemesi için transrektal sonografinin doğruluğu % 87.5, rektal kontrastlı MR görüntülemenin doğruluğu % 81 olarak belirlendi. Rektal duvar tutulumunuıı değerlendirilmesinde (Duke’s sınıflandırması) traıısrektal sonografinin sensitivitesi % 100, spesifitesi %67 ve doğruluğu % 87.5: MR görüntülemenin sensitivitesi % 100, spesifitesi % 50 ve doğruluğu % 81 olarak bulundu.

Tartışma: Rektal kanserin preoperatif evrelemesinde transrektal ultrasonografi ve MR görüntüleme yakın doğruluk oranına sahipti. T evrelemesinin değerlendirilmesinde, düşük maliyet, kolay uygulama ve yüksek doğruluk oranı nedeniyle transrektal sonografi ilk tercih olabilir. Endoanal probıın ulaşamayacağı yüksek yerleşimli rektal tümörlerde ve yaygın hastalıktan şüphelenilen olgitIpırla, MR görüntüleme, transrektal sonografiye tercih edilmelidir.
bjective: We aimed to compare the diagnostic yield of transrectal sonography and magnetic resonance imaging with rectal contrast for preoperative staging of rectal cancer.

Study Design: Sixteen patients (6 women and 10 men, mean age 56 years: range 23-80 years) underwent transrectal ultrasonography performed with 10 Mhz endoanal probe and MR imaging (1.5 T) using a body coil. After application of a mixture of 1500-2000 ml superparamagnctic iron oxide MR contrast.; Tl gradient, recall echo images in the coronal and axial planes were obtained. The results of the examinations were compared with histopathologic results.

Results: According to TNM system, histopathology showed 6 stage T2, 6 stage T3 and. 4 stage T4 tumors. There weren’t any patient with stage /. In all patients, transrectal sonography had an accuracy 87.5% for T staging, and the accu¬racy of MR imaging with rectal contrast in predicting T stage was 81%. The assesment of rectal wall penetration (Duke’s classification A versus B) reveald a sensitivity, spesificity and accuracy of 100%, 67% and 87.5%, respectively for transrectal sonography and 100%, 50% and 81% for MR imaging.

Conclusion: Transrectal ultrasonography and MR imaging had very similar accuracy rate in preoperative staging of rectal cancer. In a highly experienced radiologist, transrectal sonography should be the first choice in prediction of T staging: due to lower cost, easy to perform and high accuracy rate. MR imaging should be prefer to transrectal sonography in highly located tumors of rectum where endoanal probe could not reach and in case of suspected of advanced disease.

4.Our endoscopic retrograde cholangiopancreatography experience
H. Mehmet Sökmen, Canan Alkım, Çetin Karaca, Nihat Akbayır, Levent Erdem, Hüseyin Demirsoy, Özdal Ersoy, Beşir Kesici, Kamil Özdil, Muzaffer Başak, Zeki Karpat
Pages 22 - 26
Giriş: Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi (ERCP) bilier sistem ve pankreas hastalıklarının tanı rcj tedavisinde çok önemli bir yöntemdir. Cerrahiye alternatif yada cerrahi¬nin bütünleyicisidir. Kliniğimizde ERCP Haziran 2002‘de başladı. Bu çalışmanın amacı kliniğimizde yapılan ERCP olgularının retrospektif olarak değerlendirilmesidir.

Sonuçlar: Haziran 2002-M ay t s 2005 tarilı/eri arasında kliniğimizde SS hastaya 104 seans ERCP uygulandı. Hastaların ortalama yaşı 54 (18-90) 51‘i kadındı. 88 hastanın 74’ünde (%84) selektif koledok kaniilasyonıı sağlanmıştır. 54 hastada (%6I,4) ise tedavi edici işlemler başarıyla uygulanmıştır. Hastaların 51‘inde (%57.9) koledok lası. 19‘ınıda (%21.5) malignite,8 hastada (%9) normal bulgular.1 hastada kist hidatik operasyonuna bağlı kaçak. 2 hastada sklerozun kolanjit, / hastada Camii hastalığı saplanmıştır. 12 hastada (% 13,6) 2. seans, bir hastaya 3. bir hastaya ise 5 seans uygulandı. On işlemde komplikasyon gelişti (%9,6). Yedi hastada karın ağrısı ve hiperamilazemi, 2 hastada hafif sızıntı tarzında kanama ve bir hastada kolesistit gelişti.

Yorum: Yeni ERCP yapmaya başlayan bir klinik olarak selektif kanalizasyon oranımız %84, terapötik işlemlerde başarı oranımız %61,4’dir. 2.seans işlemi tekrar denemek başarıyı arttırmaktadır
Endoscopic retrograd cholangiopancreatography (ERCP) is the most important method for the diagnosis and treatment of bilier and pancreatic disease. It is alternative or complamentary to surgery. We have began to perform ERCP at our clinic at June 2002. At this study, a retrospective evaluation of 88 ERCP subjects (104 ERCP procedures) were done. Patient’s mean age was 54 years (18-90 years) and 51 of patients were women. ive cannulation was succesfully done at 74 patients (84%). Also, therapeutic procedures were succesfully done at 54 patients (61,4%). The diagnosis of ERCP were choledocholithiasis in 51 patients (57,9%), malignancy in 19 patients (21,5%), normal findings in 8 patients (9%), biliary leak after cyst hydatic operation in I patients, primary sclerosing cho¬langitis in two patients and Caroli‘s disease in one patient. Second procedure was required for 12 patients (13,6%), three and five procedures were required to one patient eac h. Seven abdominal pain and hyperamylasemia, two mild, self-limited bleeding and one acute cholecystitis were seen as ERCP complication (%9,6). ive cannulation rate was 84% and succes at therapeutic procedures was 61,4%. At temping second procedure was increased succes rate.

5.Henoch-schonlein purpura in childhood: Clinical experience
Müjde Arapoğlu, Leyla Telhan, Gül Özçelik, Laliz Kepekçi, Ela Erdem, Ayşe Palanduz
Pages 27 - 31
Amaç: Henoch-Schönlein Purpurası (I1SP), çocukluk çağında sık görülen lökositoklastik bir vaskülittir. Sıklıkla palpabl purpura, artralji-artrit, gastrointestinal ve renal bulgular ile karakterize sistemik bir hastalıktır. Bu çalışmada HSP‘li hastalarımızın klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Ocak 2002 - Nisan 2005 tarihleri arasında I. Çocuk Kliniğinde MSP tanısı alarak yatırılan 75 hastanın dosyaları retrospektif olarak İncelendi.
Bulgular: Olguların yaş ortalaması 9.3 ± 3.1 yıldı. Hastalarımızın %55’i erkek, %45‘i kız idi. Yaz aylarında başvuru oldukça nadirdi. Hastaların tamamında palpabl purpura, %78’inde GİS tutulumu, %72’sinde artrit ya da artralji, %33’ünde renal tutulum mevcuttu. %49 hastada dışkıda gizli kan pozitifliği vardı. Akut batın tablosunda başvuran %6.7 hasta mevcuttu. Saçlı deride ödem %5.3 hastada, skrotal ödem %I2 hastada saptandı. Böbrek tutulumu olan hastalarda ortalama izlem süresi-,22.-3 ± 15 aydı. Ağır böbrek tutulumu olan toplam 13 hastaya böbrek biyopsisi yapıldı. Yorum: HSP’ nm en sık görülen bulgusu cilt döküntüsü olmakla beraber, daha önce veya takipte eklem tutulumu, renal ve gastrointestinal bulguların ortaya çıkabileceği, diğer vas- kiilit tablolarına eşlik edebileceği akılda tutulmalı ve ayırıcı tanıda dikkatli olunmalıdır.
Objective: Henoch-Schonlein purpura (HSP) is a common leukocytoclastic vasculitis of childhood characterized by purpuric skin lesions, arthritis, gastrointestinal and renal involvement, Our aim was to evaluate the clinical findings of our patients with HSP.
Study Design: 75 patients diagnosed as HSP who were hospitalized in our clinic between January 2002 and April 2005 were retrospectively evaluated.
Results: Mean age of the patients (55% boys and 45% girls) were 9.3 ± 3.1. Hospitalization rates were lowest during summer seasons. All patients had palpable purpura, 78% had GIS findings, 72% had arthritis or arthralgia and 33% had renal involvement. Occult blood was present in 49%, 6.7% had acute abdominal symptoms, scalp edema was present in 5.3% and scrotal edema in 12%. Mean follow-up period for patients with renal involvement was 22.3 ± 15 months. Renal biopsy was performed in 13 patients with serios renal involvement.
Conclusion: Although the most common finding in PISP is the purpura; arthritis, renal or gastrointestinal findings may be present previously or during the, follow-up. Other, causes of vasculitis should also be included in the differential diagnosis.

6.Cognitive dysfunction in thalamic infarctions: Its relation with infarct localization
Gülay Kenangil, Dilek Necioğlu, Işıl Satılmış, Münevver Çelik, Hulki Forta
Pages 32 - 38
Amaç: Bu çalışmada tolamik enfarktlı hastalarda saptanan kognitif bozuldukların enfarkt lokalizasyonu ile ilişkisini ve bu bozuklukların hastaların günlük yaşamına etkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Bu amaçla talamik enfarkt tanısı akın 21 hasta beyin bilgisayarlı tomografi ya da manyetik rezonans görüntüleme ile paramedian arter enfarktı, polar arter enfarktı ve inferolateral arter enfarktı olarak 3 gruba ayrıldı. Hastalara kısa mental durum muayenesi. sayı menzili testi, kelime listesi türetme testi (semantik), kelime menzili ezberleme prosedürü, küp kopyalama ve saat çizme testi uygulanarak kogııitif değerlendirme yapıldı.
Bulgular: Kognitif bozukluk paramedian ve polar arter enfarktlarmda daha sıktı.inferolateral arter enfarktlarinda kognitif bozukluk nadirdi ve bu grupta kognitif bozukluk saptanan hastaların hiçbirinin okıuna yazması yoktu. Kognitif bozukluk aynı zamanda bilateral talamik enfarkth olgularda da belirgindi.
Sonuçlar: Tolamik enfarktlarda kognitif bozulma en fazla paramedian ve polar arter enfarktlarında iken en az inferolateral enfarktlarda teshil ediimiştir.Diişiik eğitim düzeyi kognitif durumu etkilemektedir. Ayrıca bilateral talamik enfarktlar enfarkt lokalizdsyonundan bağımsız olarak kognitif bozulma için bir risk oluşturabilir.
Objective: In our study we aimed to investigate the cognitive dysfunction in thalamic infarctions and its relation with the localization of the infarction and its effect to activities of the daily living.
Study Design: 2 / patients with the diagnosis of thalamic infarction were grouped as paramediafi artery infarction, polar artery. infarction and inferolateral artery infarction using brain cranial tomography or magnetic resonance imaging. All patients had cognitive evaluation with minimental state examination, digit span, word generation procedure (semantic), drilled word span procedure, drawing a clock and copying a cube.
Results: Cognitive dysfunction was more common in patients with paramedian and‘polar artery infarctions. In inferolateral artery infarctions cognitive dysfunction was seldom and none of the patients with cognitive dysfunction were educated in this group. Cognitive dysfunction was also prominent in patients with bilateral thalamic infarctions.
Conclusions: Cognitive dysfunction in thalamic infarctions were more common in paramedian and polar artery infarctions where as it is less common in inferolateral infarctions. Education can affect cognitive status. We decided that bilateral thalamic infarctions may. be a risk factor for cognitive dysfunction free of the localization of the lesion.

7.Treatment results & factors effecting them in acute epidural hematomas
Hülagü Kaptan, Giyas Ayberk, Murat Çobanoğlu, Mehmet Oğuz Kılıçarslan, Ömür Kasımcan, Ali Rıza Özcan, Emre Yağlı, Recep Özgün, Celal Kılıç
Pages 39 - 43
Amaç: Travmatik epidural hematomların tedavi kriterleri ve prognostik faktörlerinin saplanması

Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada. 1996-2000 yılları arasında, travmatik epidııral hematimi nedeniyle öpere edilen 69 hasta, yaş. cinsiyet, travma etiolojisi, başvuru Gtaskow koma skoru (GKS). yerleşim yeri, eşlik eden intrakranial lezyonlar ve Glasgow koma skoru (GGS) yönünden incelenmiştir.

Bulgular: Vakaların %R5.5’i erkek, % 14.5‘i kadındı: eri sık %37.7 ile 21-40 yaş grubundaydı. Vakalar %95.7‘si supratentorial yerleşimli idi. Travma etiolojisinde en sık trafik kazaları yer almaktaydı (% 33.6). Mortal ile oranı %l 0.1‘ idi.

Sonuç: Epidural hematomlarda erken cerrahi önemlidir, endikasyon için bilgisayarlı beyin tomografisi ve bilinç düzeyi birlikte değerlendirilmesinin yanı sıra özellikle yoğun bakımda hastaların ICP (Intracranial pressuretintra kranial basınç) takibi mortaliteyi düşürmeye yönelik tedavi zamanlaması ve biçimi açısından çok önemlidir.
-brbr-Conclusion- Early surgical treatment is important in epidural hematomas. Surgical management of crania! epidural hematomas require a thorough evolution of cranial computerized tomography and level of consciousness. Furthermore, ICP is essential to decide on the timing and the method of treatment for being able to decrease mortality-

8.Comparison of coinduction with propofol-midazolam combination to induction with propofol
G. Ulufer Sivrikaya, Hale Dobrucali, Ayşe Hancı, Nevşin B. Arda
Pages 44 - 48
Amaç: Anestezi indiiksiyonunda birden fazla ilacın birlikte kullanımı “koindüksiyon” olarak tanımlanmıştır. Çalışmamızda. propofolün anestezi indüksiyonunda tek başına kullanımı ile midazolamla kombine olarak koindüksiyonda kullanımını karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Hastane Etik Kurulunun izniyle, ASA l-ll grubundan 40 olgu randomize olarak propofol (Grup P) ve koindüksiyon (Grup K) gruplarına ayrıldı. Indüksiyon fenta- nili takiben kirpik refleksi kaybolana kadar verilen propofol ve atraküryumla gerçekleştirildi. Grup K’da Grup P‘den farktı olarak propofol öncesi 0.03 mg / kg midazolam verildi. İdame propofol infüzyonu, 02 içinde %33 N20 ile sağlandı. Hemodinamik parametreler indüksiyoıı öncesi ve sonrasında 3., 5., 10. ve 15. dklarda, peroperatuar ve postoperatuar 15 dk aralıklarla takip edildi. Indüksiyon propofol dozu, propofol e bağlı ağrı, derlenme, yan etkiler kaydedildi. Bulgular varyans analizi ve kikare testleriyle değerlendirilerek, p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Indüksiyon propofol dozu ile propofol e bağlı ağrı insidansı Grup K‘da anlamlı olarak düşüktü (p<0.05). Grup P‘de Grup K’ye göre derlenme daha uzun ve yan etki sıklığı daha yüksek bulundu (p<0.05). Hemodinamik parametreler Grup P‘de Grup K’ya göre indüksiyonda anlamlı düşiik (p<0.05) olmakla birlikte, gruplar arsında peroperatuar ve postoperatuar anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç: Propofol ile midazolamm koindüksiyon için kombine kullanımı indüksiyonda propofolün tek başına kullanımı ile karşılaştırıldığında: propofolün indüksiyon dozunu azaltmış, derlenmeyi bir miktar uzatmış, yan etkilerin sıklığında azalma sağlamıştır.
Objective: Anaesthesia induction with two or more drugs is defined as “coinduction". In our study we aimed to compare propofol administration for anaesthesia induction and combination with midazolam for coinduction.
Study Design: After the approval by the Medical Ethics Committee of our hospital, 40 patients in ASA I-II physical status randomized into two groups as propofol (Group P) and coinduction (Group C) groups. Anaesthesia was induced with fen- tanyl followed by propofol which was given till the loss of eyelash reflex and atracurium. In Group C 0.03 mg/kg midazolam was given before propofol different than Group P. Anaesthesia was maintained with propofol infusion and %33 N20 in 02. Haemodynamic parameters were recorded before induction and at 3., 5., 10. and 15. after induction and 15 mill intervals per and postoperatively. Propofol dose at induction, propofol injection pain, recovery, side effects were also recorded. Results were analysed with analyses of variance and ki kare tests, p<().()5 was considered as significant.
Results: Propofol dose at induction and incidence of propofol injection pain were lower in Group C. Recovery and side effects were similar between groups. Although the haemodynamic parameters were lower in Group P than Group C at induction, these parameters were similar between the groups per and postoperatively.
Conclusion: Combination of propofolmidazolam for coinduction reduced dose of propofol for induction, prolonged recovery shortly and decreased the incidence of side effects compared to propofol administration for anaesthesia induction.

CASE REPORT
9.Fibrolamellar type hepatocellular carcinoma
Ahmet Mesrur Halefoğlu, Evren Yıldız, Zeki Karpat
Pages 49 - 52
Fibrolamellär tip hepatosellüler karsinoma nadir görülen bir tiimör olup, koııvansiyonel hepatosellüler karsinomaya kıyasla ayırt ettirici klinik, radyolojik, histolojik ve prognostik özelliklere sahiptir. Biz olgu bildirimizde özgeçmişinde siroz hikayesi olmayan 28 yaşındaki bir erkek hastayı tanımladık. Hastanın rutin laboratuvar muayenesinde karaciğer enzimleri yüksekti ve yapılan ultrasonografide büyük bir karaciğer kitlesi tespit edildi. Manyetik rezonans görüntüleme ile bu tümörler için tipik olan büyük lobiile şekilli kitle lezyonu, erken fazda yoğun heterojen kontrast tutulumu., santral skar dokusu ve ekstrahepatik malign lenf nodları ortaya kondu. Core biopsisini takiben yapılan histopatolojik inceleme ile fibrolamellar tip hepatosellüler karsinoma tanısı doğrulandı. Hasta karaciğer dışı hastalık yayılımı nedeniyle rezeksiyona uygun bulunmadı ve kemoterapiye gönderildi.
Fibrolamellar type hepatocellular carcinoma is a rare malignant tumor that has distinctive clinical, radiological, histological and prognostic features in comparison to conventional hepatocellular carcinoma. In our case report, we describe a 28 year old male who has no history of chirrhosis. In a routine laboratory examination, liver enzymes were found abnormal and ultrasonographic examination revealed a huge liver mass. Magnetic resonance imaging demonstrated typical features of these tumors which include large lobulated mass, early heterogenous dense enhancement, santral scar tissue and extrahepatic malignant lymph nodes. Following core biopsy, histopathologic examination confirmed the diagnosis. The patient was regarded as unresectable due to extrahepatic disease and underwent to chemotherapy.

10.A case of pneumonia caused by chlamydia pneumoniae with a subacute clinical course
Recep Dodurgali, Levent Dalar, Sezai Öztürk, Kerim Küçükler, Firdevs Atabey, Cemal Bes, Hanife Can, Füsun Şahin, Çiğdem Y. Ersoy, Arman Poluman
Pages 53 - 55
10 yıl önce geçirilmiş pnömoni öyküsü olan 54 yaşında ev hanımı hasta, kliniğimize Uç ayckın heri eforla nefes darlığı, kuru öksürük, halsizlik, kilo kaybı ve yaygın eklem ağrıları şikayetleriyle başvurdu. 20 yıldır muhabbet kuşu ve papağan besleyen hastanın solunum sistemi oskültasyonunda öksürük ve pozisyonla değişmeyen inspiryum sonu railer duyuldu.PA akciğer grafisinde bilateral alt zonlarda bronkovaskuler izlerde belirginleşme, toraks yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografide hıızlıı cam görünümü saptandı. Yapılan bronkoskopide sağ ve sol bronş sistemi mukozasında frajilite artışı dışında patolojik bulguya rastlanmadı. Balgam ve bronkoalveolar Ictvaj sıvısı gram boyaması ve kültürde bakteri görülmedi. BAL immünolojik tetkikinde lenfosit hakimiyeti, CD4ICDB oranın¬da azalma mevcuttu. Hastanın ileri yaşta olması ve olası mal ignite şüphesi nedeniyle, mini torakotomiyle elde edilen acık akciğer biyopsi piyesinde perihronşiyoler lenfosit toplulukları ve orta derecede fibrozis saptandı. Mevcut anamııez ve bakteri kültürü negatifliği nedeniyle yapıları serolojik testlerde chlamydia IgM negatif, IgG pozitif bulundu. Tür ayrımı için yapan MIF tekniği ile C. pneumoniae‘ya karşı IgM negatif, IgG yüksek fitrede pozitif C. trachomatis ve C. psittaci’ye karşı IgM ve IgG negatif bulundu. Olgu. IgM negatif ancak yüksek litrede IgG pozitif saptandığı içiıı subakııt seyirli C. pneumoniae pnömonisi olarak değerlendirildi. Tetrasiklin 2grigiiıı şeklinde haşlanan tedaviye 10 gün sonra in tolerans olması nedeniyle klaritromisin Igr.l giiıı verildi. 3 aydan beri izlenen hastada klinik ve radyolojik olarak parsiyel regresyorı gözlendi.
Our case was referred to our clinic with effort dyspnea, dry cough, malaise, and weight loss and joint pain lasting for three months. In the respiratory auscultation of the patient who had a history of avion pet for 20 years (parakeet and parrot), eougli and rales at terminal inspirium not altering with position were heard. In his chest roentgenogram marked appearance in hronchovaseular traces in bilateral lower zones and an appearance of ground glass in high resolution computerized tomography of thorax were determined. In the bronchoscopy performed, no pathological finding was encountered except increased fragility in the mucosae of the right and left bronchial systems. No bacteria were found in sputum and gram staining of BAL fluid, neither in the culture. There was a preponderance of lymphocytes and a decrease at the ratio of CD4ICDH in the immunological examination carried out. Due to the fact that the ease was an old woman and that malignancy was suspected, peribronchiolar lymphocyte populations and moderate degree of fibrosis were detected at the open lung biopsy piece obtained by mini thoracotomy and malignancy has been ruled out. As the bacterial culture was negative, serological tests have been performed and Chlamydia IgM was found to be negative, and IgG positive. By MIF technique performed for the differentiation of species, IgM was found negative, IgG positive at high titration against C. pneumoniae and IgM and IgG negative against C. trachomatis and C. psittaci. The case was evaluated as C. pneumoniae (possible reinfection) with a subacute course, since IgM was detected to be negative, but IgG positive only at high titration. Treatment with tetracycline at a dose of 2 grand day was intolerated 10 days later: therefore tetracycline treatment has been substituted with Chlarytromycine / gram/day. The patient was followed-up for three months and both clinical and radiological partial regression has been observed.

11.A jejunal stromal tumor which causes symptoms of acute abdominal pain
Mehmet Uludağ, Gürkan Yetkin, İsmail Akgün, Abut Kebudi, Faruk Yener, Bülent Çitgez
Pages 56 - 59
Gastrointestinal stromal tümörler (GİST) normalde harsak duvarında bulunan intestinal pacemaker hücreleri olan Cajal‘ın interstisyel hücreleri veya onların prekürssörlerinin malign transformasyonundan kaynaklandığına inanılan mezenkimal tümörlerdir. GİST en çok mideden gelişirken, ince karsaklardan gelişenler nadir olup daha malign potansiyele sahiptir. En sık semptomlar belirsiz karın ağrısı, gastrointestinal kanama ve batında kitledir. Esas tedavisi tam cerrahi rezeksiyondur. Cerrahi tedavi sonrası rekürrens veya rıüks olasılığı yüksektir. Bu nedenle hastaların cerrahiden sonra özelikle ilk 2 yıl 6 ayda bir, daha sonra yılda bir muayene ve BT ile takibi uygundur. Bizim olgumuz 83 yaşında olup, akut karın bulguları ile başvurdu. BT‘de batın sol alt kadranda kitle saptandı. Laparatomide jejenumda 5 cırı çaplı patolojide yüksek gradeli gastrointestinal stronıa tiimör olduğu belirlenen kitle saptandı. Rezeksiyon yapıldı. Hastanın 2. yıl takibinde nüks görülmedi.
Gastrointestinal stromal tumors are mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract that are believed to originate from neoplastic transformation of the intestinal pacemaker cells (interstitial cells of Cajal) normally found in the bowel! wall, or their precursors. The majority gastrointestinal stromal tumors occurs in the stomach, stromal tumors involving the small intestine are far less common but seem to have greater malignant potential. The most common symptoms are vague abdominal pain, gastrointestinal bleeding, and abdominal mass. The mainstay of treatment continues to be complet surgical resection. GIST surgical patients subsequently have an increased risk of postoperati ve recurrence or metastasis. The refore, we recommend systematic follow-up after surgical resection of a malignant GIST including physical examination and CT scan at 6-month intervals for up to 2 years after surgery with following annual CT scan and physical examinati¬on. Our case was 83 years old and applied to our hospital with symptoms of acute abdominal pain. CT scan demonstrated a mass lesion at left lower quadrant. Laparotomy revealed a 5 cm mass which was diagnosed as a high-grade gastrointestinal stromal tumor by pathological examination. Finally, resection was done and no recurrence or metastasis was detected in following postoperative 2 years.

LookUs & Online Makale