ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
The Medical Bulletin of Sisli Etfal Hospital - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 34 (1)
Volume: 34  Issue: 1 - 2000
ORIGINAL RESEARCH
1.Torch
Ahmet Varolan, Ayşin Aras Altın, İnci Davas
Pages 7 - 12
Abstract |Full Text PDF

2.The Effect of Defibrotide in Experimental Superior Mesenteric Artery Trombosis
Mehmet Uludag, Gürkan Yetkin, Abut Kebudi, İsmail Akgün, Mustafa Özbagrıaçık, Adnan İşgör, Gülen Dogusoy
Pages 13 - 19
AMAÇ: Çalışmamızda profibrinolitik, antitrombotik ve sitoprotekti ajan olan defibrotide‘ in süperior mezenter arter trombozundaki etkisi deneysel olarak araştırıldı.
MATERYAL VE METOD: Yedişer denek halinde 3 gruba ayrılan 21 adet Wistar-Albino tipi erkek sıçan kullanıldı. Tüm deneklerde süperior mezenterik arterde trombüs oluşıu­rııldu. Kontrol grubundaki (/.grup), ıerapötik defibrotide grubundaki (2.grup) ve profilaktik-terapöıik defibrotide grubundaki (3.grup) tüm deneklerde, post-op 24. saatte iskemi oluşturan barsak segmeenti, mezenter arter ile birlikte rezeke edilerek histopaıolojik olarak incelendi.
BULGULAR: 1. ve 2. Grup arasında iskemi açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 ). Fakat /.grupta %42.8 oranında transmura/ nekroz tespit edilmesine karşı.n, 2. ve 3. grupta transmural nekroz saptanmadı. Ayrıca 1. ve 3. grup arasında iskemi açısıııdan anlamlı fark bulundu. (p<0.01).
SONUÇ: Defibrotide‘ nin terapötik dozda ağır nekrozu önlerken, profilakıik-terapötik verildiginde sadece ağır nekrozu önlemekle kalmayıp, iskemiyi de önemli ölçüde azalttığı sonucuna varıldı.
OBJECTIVE: in this study profibrinolytic, antithrombotic, cytoprotective properties of defibrotide were investigated experimentally for the recovery of superior nıesenteric artery thrombosis.
STUDY DESIGN: 21 male Wistar-Albino rats were used in this study. There were three groups defined as the first. control group, ıfıe second theurapeutic defibrotide group and the third prophylactic tlıerapeutic defibrotide group. Seven rats were used in each group. in ali of the rats superior mesenteric artery thrombosis was developed. Postoperative/y in 24 hours the ischemic bowel segments with t??eir mesenteric arteries were resected and examined histopathologica/ly.
RESULTS: There was no signifıcaııt difference between the first and the second groups as far as iscfıemia was concerned (p>0.05 ). 42.8 percent of transmural necrosis was deteçted in the first group whereas none was found in the second and the third groups. There was also a significant difference between tlıe first and tlıe third groups (p<0.01 ).
CONCLUSIONS: As a conclucion defibrotide preveııts irreversible necrosis at therapeutic doses and also decreases the /eve/ at ischemia significantly when administered at prophylactic-therapeutic doses.

3.Comparison of vein and nerve grafts in nerve defect repair
Kemal Uğurlu, Zafer Özsoy, Ethem Güneren, Çağrı Sade, Halis Enhoş, Tülay Başak
Pages 13 - 21
Amaç: periferik sinirin geniş ¿efektlerinde sinir greftleriyle onanın yapılır. Sinir greftlerinin¡sağlanı bir sinir segmentiııiıı doııör olarak kullanılması, alındığı yerde duyu kusuru bırakması, yeterli uzunluk ve kalınlıkta greft bulunamaması gibi sorunları vardır. Bu nedenle geniş sinir defekti onarımlarında, sinir greftleriııe alternatif otolog greft arayışları devam etmektedir. Bu çalışmada sinir greftleri yerine otolog ven greftleri kullanılarak sinir greftleri ile karşılaştırılmışım.
Materyal ve Metod: ağırlıkları 210-270 gr. Arasında değişen 28 adet Wistar cinsi sıçan rast gele iki gruba ayrıldı. Grup A‘daki 14 sıçanın sağ siyatik sinirinden 1 cm’lik bir segment rezeke edildi ve tekrar yerine greft olarak 1010 Ethilonla siitüre edildi. Grup B’deki 14 sıçanda ise aynı 1. Gruptaki şekilde, sağ siyatik sinirden oluşturulan def ekte Vena Jugularis Externadan alman 1.2 cm uzunluğundaki ven grefti 1010 Etlıilonla süt üre edilerek onarım yapıldı. Bu sıçanlar alt gruplara (4,4,6 Adet sıçan) ayrılarak sırasıyla I., 3. Ve 5. Aylarda Histopatolojik ve Elektrofizyolojjik olarak değerlendirildi. Ven ve sinir greftleri, histopatolojik olarak liflerin organizasyonu, miyeliıı kılıf ve koııjonktif doku açısından, elektrofizyolojik olarak ise lateııs dönem ve amplitiidler açısından karşılaştırıldılar.
Bulgular: her iki gruptaki bütün greftler içerisinde sinir regenerasyonu gözlendi. Ven greftler inde regenerasyon lıızı, erken dönemdeki (1. Ve 3. Ayda) değerlendirmelerde: sinir greftleriııe göre daha geç bulundu. Ancak geç dönemdeki değerlendirmede (5. Ay) sinir greftleriyle, ven greftleri arasında anlamlı bir fark görülmedi.
Sonuç: Sonuç olarak Uzun vadede geniş sinir defektlerinin onarımında ven greftlerinin sinir greftleriııe güvenilir bir alternatif olduğu kanısındayız.
Objective: Wide gaps of nerve injuries are commonly repaired with nerve grafts. Using nerve grafts have significant imperfections like loss of sensation at the donor site and limitations of the donor nerves such as inadequate length thickness. For these reasons, it is wise to search for new alternatives to otologous nerve grafts: and studies on the subject have been carried out worldwide. In this study, results of periferial nerve repair with vein grafts were compared with the results of nerve grafts.
Study Design: Twenty-eight Wistar-Albino rats weighing 210-270 grams divided into two groups as group A and B were included in this experimental study. In 14 rats of group A, a segmental resection of 1 cm was done at the right siatic nerve and this nerve segment sutured to its donor site with 1010 sutures immediately as a nerve graft. In group B, identical nerve gaps were repaired with 1.2 cm long vena jugularis vein grafts by using 1010 microsutures. Both groups A and B were diveded into three subgroups that consist of 4, 4 and 6 rats respectively for histological and electrophysiologic assesments at 1st, 3n> and 5lh months. Both the vein and nerve grafts were evaluated regarding the organization of nerve fibers, nature of myelin sheets and connective tissue formation: while latent periods and amplitudes of each group were compared by electrophysiologic studies.
Results: Nerve regeneration was detected in all of the rats. Although the regeneration rates of the vein graft were lower than the nerve graft group at T‘ and 3ld months, ther were no significant differences between the groups at the 5,h month.
Conclusions: In conclusion, vein grafts were found to be reliable alternatives for the nerve grafts fon repairing wide nerve gaps in the long run.

4.Treatment Results Of Hodgkin Lymphomas in Our Clinic
Birsen Yücel, Didem Karaçetin, Orhan Kızılkaya, Oktay İncekara
Pages 20 - 22
AMAÇ: Hodking Lenfoma tanısı ile Şişili Etfal Eğitim Araşıırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Klinliğinde tedavi vetakip edilen hastaların sağkalım oranlarının incelenmesi amaçlandı.
MATERYAL METOD: bu Çalışmada 1989 -1999 Yılları arasında ŞEH Radyasyon Onkolojisi Klinliğinde takip edilen /86 Hodking Lenfoma Tanılı hasta yaş grubu dağılımı, evreleri, histopatolojik a/tgrupları, uygulanan tedavi yöntem­leri ve tedavi sonuçları yönünden değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların ll2‘ si erkek, 74‘ ü kadın dır. Erkek/ Kadın 1.511 olarak bulunmuştur En sık 20 -40 yaş grubu gözlenmiştir. Histopatolojik olarak mikst hücreli alt grgp en sık ( 82 hasta) ‘tır Hastaların 182‘sinde lenfatik bölge yerleşimi, 2‘sinde kemik yerleşimi, J‘ inde paratis yerleşimi ve J7inde de tonsil yerleşimi gözlenmiştir.
SONUÇ: Tedavi sonrası sağkalım oranları evre l ve 2 için 5 yıllık %90, lOyıllık %86 olarak bulunmuş, evre 3 4 hastalık için 5 yıllık sağkalım %62 olarak bulunmuştur.
OBJECTİVE: Ouir objective was to study the survial rate of the patients who were treatedforHodking lymphoma at our clinic between the years 1989-1999.
STUDY DESIGN: 186 patierts with Hodking Lenfoma were Studied according to: Stage of disase, age grpup, hystologica/ subgroups, treatment methods, treatment results.
RESULTS: Patient distribution: ll2 male, ifemale ( ratio ma/elfemale: 511 ) Most occurance (82 patients). Loca/ lymph ocourance: 182 patient, in bone occurance placement): 2 patients, l patient: Parotis placment (occur­ance ),/7 Patients: placment in tonsils.
CONCLUSIOIN: Survial rates after treatment: Stage 1 and 2: 90% for 5 years, l 0% for 1 O years, stage 3 and 4: 62% for 5 years.

5.Measurement of Maternal Serum median HCG, afp and UE3 Hormon levels with triple screening test in Zeynep Kamil Hospital to predıct Prenatal risk
Ayşen Özkoral, İlter Güner, Seracettin Günaydın, Bilge Türköver
Pages 29 - 33
AMAÇ: Prenatal riskin belirlenmesi amacıyla yapılan üçlü tarama testinde,anne yaşının getirdiği riske ilave olarak,maternal serumundaki AFP.HCG ve uEJ değerlerinin gebelik haftalarına göre olması gerekn değerlerden farklılığı değerlendirilir.Bu çalışmada amacımız bölgesel farklılık/ar taşıdığına inanılan MSHCG,MSAFP,MSHCG hormonlarının median değerlerinin doğru tespit edilmesi için Zeynep Kamil Hastanesi Hormon Laboratuvarına başvuran 14-20 gebelik haftasındaki gebelerden kendi bölgesel median değerlerimizi belirleyerek üçlü tarama testinde ideal sonuçlara ulaşmayı sağlamaktı.
MATERYAL VE METOD: Bu çalışma 2411011997-27/9/2000 tarihleri arasında Zeynep Kamil Hastanesi Hormon Laboratuvarına başvuran 3012 gebe üzerinde yapıldı.Maternal serumda AFP,HCG,uE3 hormonlarının analizi yapıldı.
BULGULAR: 3012 gebede prenatal risk belirleme amacıyla kul/andığımız MSAFP,MSHCG,MSuE3 ölçümü ile elde ettiğimiz median değerlerinin minimal de olsa typolog software‘ in önerdiği median değerlerine göre MSHCG için 14, 15, 16, 17, /9.haftalarda,MSAFP için 14, 15, 16, 17, 18, 20‘inci haftalarda, MsuEJ için 14, 20.‘inci.haftalarda farklılıklar gösterdiği tespit edildi. 3012 gebeden 149‘ unda prenatal risk bulundu. Prenatal risk tespit edilen gruptan Zeynep Kamil Hastanesi Genetik Laboratuvarına başvuran 28 gebenin amniosentez ile değerlendirilmesi yapıldığında 2 gebede trizomi tespit edildi.
SONUÇ: Prenata/ risk taraması yapılırken.gebelik haftalarına uyan MSHCG; MSAFP, MSuE3 medyan değerlerinin testi uygulayan laboratuvar bazında bilinmesi gerekir.Bu parametrelerin medyan değerlerinin toplumlar, hatta bölgesel fark/ ı l ıklar gösterebileceği düşünü/düğ ünden, laboratuvarımıza başvuran gebelerin oluşturduğu medyan değerlerin belirlenmesi, bu testin sağlıklı bir şekilde uygulanabilmesi iç_in bir önko_fuldur.
OBJECTIVE: in the triple screening test performedfor the purpose of estimating the prenatal risk, tlıt differences displayed hy AFP, HCG and uE3 values in the serum as re/ated to the expected values for gestational week, were determined. in this study, our aim was to make it possible to attain pergect results, by way of estimating our own regional median values far pregnant women between the 14th and 20th gestational weeks who were admitted to the Hormone Laboratory at the Zeynep Kamil Hospita/ in order that the the median values of AFP, HCG and uE3; which were thought to bear regiona/ differences, were determined accurately.
STUDY DESIGN: This study was performed in 3012 pregnant women who were admitted to the Hormone Laboratory at the Zeynep Kamil Hospital between the 24th, October 1997 and the 27th, September 2000. The analyses of AFP, HCG and uE3 hormones in the maternal sera were carried aut.
RESULTS: The median values determined by way of MSAFP, MSHCG and MSuE3 measurement usedfor the purpose of estimating the prenatal risk in 3012 pregnant women, were found minimally different from the median values proposed by typo/og software,in 14, 15, 16, 17, 19th weeksfor MSHCG; in 14, 15, 16, 17, 18, 20th weeksfor MSAFP;in 14,20tn weeks far MsuE3. The prenatal risk,who were admitted admitted to the Genetic Laboratory at the Zeynep Kamil Hospital,an amniosynthesis was performed and two of them were diagnosed trisomic.
CONCLUSIONS: While a prenatal risk scre"e‘ning is being done,the median values of MSHCG,MSAFP and MSuE3 re/ated to the gestational week should be known on the basis of laboratory in which the test is practised.As the median values of these parameters are known to show social,even regional differences,it is a prerequisite that the median values displayed by the pregnant women admitted to our laboratory are estimated foran accurate practise of the test.

6.Testis Tumors in Our Clinic
Didem Karaçetin, Orhan Kızılkaya, Birsen Yücel, Oktay İncekara
Pages 34 - 36
AMAÇ: Bu Çalışmada 96 testis tümörlü hastada tedavi ve takip sürelerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
MATERYAL METOD: 1989 yılından itibaren 10 yıllık sürede toplam 96 testis tümörlü hasta Şişli Etfal Hastanesi Radyasyon onkolojisi Kliniğinde tedavi ve takip edilmiştir.
BULGULAR: Takip edilen 96 testis tümörlü hastanın yaş gruplarına göre dağılımında en çok vaka 2040 yaş grubunda (48 hasta) olup, 3 hastada bilateral dir. Vakaların 43 tanesi pür seminom olup germ hücre dışı histolojik tanılı vaka sayısı 5‘dir.
SONUÇ: Seminoma hastalarında Evre 1 için 5 yıllık sağ kalım % 1 O, Evre 2 ‘de % 65, Evre 3-4 hastalarda Evre 1 için 5 yıllık sağ kalım % 76 olarak bulunmuştur. Nom seminomatöz tümörlü hastalarda Evre 1 için 5 yıllık sağ kalım % 58, Evre 2 için% 43, Evre 3-4 için 2 yıllık sağ kalım% 65 olarak bulunmuştur.
OBJETIVE: in this study, we evaulated the results of treatment and follow up 96 patients with testicular tumors
STUDY DESIGN: At our clinic, 96 patients with testicular tumors had been treated over the 10 years, begining in 1989
RESULTS: Age distribution shows the most occurance in age group of 20- 40 (64,5%) Location of tumor is mostly ( 48 patients ) in left testis and 3 patients are bilateral. 43 of the cases pure seminom type, 5 cases show non germ celi type.
CONCLUSION: Survival rates are as fo/lows; Stage 1 seminoma; 100 % (5 years), Stage 2 seminoma; 65 % (5 years ), Stage 3-4seminoma; 76 % (2 years) and stage 1 nonseminoma; 58 % (5 years); stage 2 non seminoma 43 %(5 years), stage 3-4 nonseminoma 65 % (2 years).

7.L-Carnitene Effects On Anemia And The Response To Erythropoietin Treatment in Hemodialysis Patients
Yalçın Özbahar, Özçelik Okayer, Özlem Harmankaya, Aydoğan Öbek
Pages 37 - 42
AMAÇ: Düzenli hemodiyaliz tedavisi görmekte oları kronik böbrek yetersizlikti hastalarda, anemi etyopatogenezinde sekonder karnitin eksikliğinin de rolü olduğu ve L- karnitin tedavisi ile aneminin olumlu yönde etkilendiği bildirilmektedir. Litelatürde L- karnitinin recombinant human erythropoietin (r-HuEPO) ile kombine kullanımına dair çalışmalar çok yeni ve az sayıdadır. Çalışmamızda kronik regüler hemodializ tedavisi gören ve r-HuEPO kullanmakta olan hasıalarda; L- karnitin tedavisinin hastaların anemisine ve r-HuEPO ihtiyacına olan etkileri araşıırılmıştır.
MATERYAL METOD: 12 aydan daha uzun süredir düzenli hemodializ tedavisi gören ve 6 aydan daha uzun süredir r­HuEPO kullanmakta olan 20 hasta ( 11 erkek, 9 kadın) onar kişilik 2 gruba ayrıldı. Birinci gruba altı ay süre ile her hemodieliz seansı sonrası 1 gr. L-karnitin intravenöz olarak plasebo verildi..
BULGULAR: Çalışmanın başında, 3. aJda ve 6. ayda tüm hasıaların hematokrit, hemoglobin ve r-HuEPO ihtiyaçları hedeflenen hematokrit % 30 -32 olaak şekilde belirlenir. L­karnitin tedavisi uygulanan grupta 6. aydaki haftalık r­HuEPO dozuna göre anlamlı düşüş tesbit edildi ( başlangıçta 7000 ± 2372 ülhafta iken 6. ayda 4900 ± 3355 ü/hafta ). 6. ayın sonunda R- HuePO ihtiyacı başlangıçtakine göre% 59 oranında azaldı (p<0,05). Buna karşılık plasebo grubunda r-HuEPO ihtiyacında anlamlı bir değişiklik saptanmadı.
SONUÇ: Bu çalışma bize, L-karnitin tedavisinin regüler hemodializ hasıalarında anemi üzerinde olumlu etkisinin olduğu ve r-HuEPO gereksinimini azalttiği izlenimini vermiştir.
OBJETIVE AND STUDY DESIGN: Although L-cartine administration has been slıown to result in an hematocrit in patients with end-stage renal disease, there is little data to demoııstrate that L-carnitene supplementation to hemodialysis patients under recombinant human erythropoietin (r-HuEPO) nıaintenance treatment could improve the response to-HuEPO treatment.To demonstrate whether L-carnitene treatment could furtlıer improve the anemia in dialyzed patients under r-HuEPO therapy, leading to a reduction in r-HuEPO reguirements, L-carnitene ( 1 g intravenously after every dialysis session) was administered for six months to a group of ten patients; the results were compared with datafrom placebo control group(n±IO).
RESULTS: L-carnitene treatment promoted 59% reduction in r-HuEPO (from 7000±2372 U/ week ıo,4900±3355 U/week;p<0,05 in placebo control group,r-HuEPO reguirements did not change signifıcantly (!rom 6400±2630 U/week ıo 7000±2610 U/ week;p> 0,05).
CONCLUSION: it is concludeddthat L-carnitene defıciency might promote EPO resistance in dialyzed patients which is corrected by L-carnitene supplementation, Ultimately reducing r-HuEPO reguirements.

8.Bacteria İsolatedfrom Urinary Tract Infections ard Their Antibiotic Susceptibility
Engin Seber, Birsen Durmaz, Fatma Korkmaz, Kadir Güneş, Nurdan Okunakol
Pages 43 - 45
AMAÇ: Hastane infeksiyonları içinde birinci sırada yer alan üriner sistem infeksiyonlarında idrar örneklerinden izole edilen etkenleri antibiyotik duyarlılığının saptanması, tedavisinin yönlendirilmesi, direnç gelişiminin önlenmesi ve hastane enfeksiyonlarının kontrolü için önem taşımaktadır. Çalışmamızda hastanemiz için, üriner sistem infeksiyon etkeni olan mikroorganizmaları tanımlayıp, antibiyotik duyarlılıklarını saptayarak ampirik antibiyotik tedavisinin yönlendirilmesi amaçlanmıştır.
MATERYAL METOD: Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kliniklerinden Mart 1998-Mart 1999 tarihleri arasında ürinerenfeksiyonları ö.ntanısı ile laboratuvarımıza gönderilen idrar kültürleri retrospektif olarak değerlendirildi. Bakterilerin antibiyotik duyarlılıkları disk diffüzyon yöntemi ile saptandı.
BULGULAR: İncelemeye alınan 996 idrar örneğinden 365‘ inde (%6) etken izole edilmiştir. İzole edilen mikroorganizmaların 230‘ u (%63,2) gram negatif enterik basil, 54‘ü (%14,7) maya, 48‘i (%13,J) non-fermantatif gram negatif basil, 33‘ (%9) gram pozitif kok olarak tanımlanmıştır.
SONUÇ: Çalışmamızda idrar kültürlerinden en sık E.coli‘ nin etken olarak saptandığı, etken bakterileri antibiyotik dirençlerinin daha önceki yıllara göre artış gösterdiği gözlenmiştir.
OBJETIVE: Urinary tract infections are tlıe mosı common among hospital infecıions and that‘s why the aııtibiotic sisceptibility of ıhe causative agents iıolatedfrom urinary tract infections is important for ıreaıment modidifictions, for the prevention of resinstans development and for the control of hospital infections, in this study our goal was to define ılıe the causative agent of urinary tract infections in our hozpital and after the pe,formence of sus??eptility test to direct the empirical treament
MATERIALAND METHOD: During March 1998 -March 1999 urine cultures of patients diagnosed with at Şişli Etfal Hospital clinics urinary tract infections at Şişli Etfal Hospital clinics were evaluated retrospectively. The antibiotic zuzceptibility of bacteria was evaluted witlı disc diffusion test.
RESULTS: 996 urine cultures were evaluated and in 365 of them e causativeagent was isolated. Among the isolated microorganisms 230 (%63.2) were gram negative enteric rods, 54 (%14.7) yeasts, 48 (%/ 3.1) nonformentative gram negative rods, 33 (%9) gram pozitive cocci.
CONCLUSION: in our study wefınded ouı that E. coli was the most common pathogen isolatedfrom urine cultures and that in comparison with previous years there was in increase in antibiotics reistance among the isolated pathogens.

9.External Radiotherapy in Hypophys is Tumors; Our Results
Alpaslan Mayadaglı, Mehtap Dalkılıç Çalış, Oktay İncekara
Pages 46 - 48
AMAÇ: Pitüiter adenoıılar oldukça biiyük boyutlara ulaşırlar ve direkt yayılımları mevcuttuı‘. Kliniğimize 1990-1998 yılları arasında hipofiz adeııomu tanısıyla başvuran hastalan redrospektif olarak irdelenmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimize 1990-1998 yılları arasıda 20 hasta başvurmuştur. Kadml erkek oranı: 3-1 ensık görülen yaş grubu 3 l-40‘tır. Hastaların l 2‘sinde sekretuar (%60) 8‘ inde nonsekretuar (%40) tümör mevcuttur.Tümör çapı adenoma 3 hasta‘ da (%15 ), mikst hormon sekresyonlu adenoma 4 hasta‘ da (%20) vardı. Suprase//ar yayılımına göre dağılımı; Tip A: 14 hasta Tip B: 1 hasta, Tip C: 2 hasta, Tip D: 3 hasta vardı. Hastaların 13‘ üne yapılarak kliniğimize gönderilmiştir. Hastaların tümüne radyoterapi uygulanmıştır.
SONUÇ: Kadınlarında hipofiz tümörleri daha sık görülmektedir. Sekretuar tümörü oalanların takip süresi, nonsekretuar tümörü olanlara göre daha iyi bulunmuştur. En uzun takip süresi prolaktin salgılayan tümörledidir. Cerrahi sonrası radyoterapi uygulanmayan hastalarda nüks oranı yüksektir. Eksius olan hastalar endokrin nedenlere bağlı olarak kaybedilmiştir.
AMAÇ: Pitüiter adenoıılar oldukça biiyük boyutlara ulaşırlar ve direkt yayılımları mevcuttuı‘. Kliniğimize 1990-1998 yılları arasında hipofiz adeııomu tanısıyla başvuran hastalan redrospektif olarak irdelenmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimize 1990-1998 yılları arasıda 20 hasta başvurmuştur. Kadml erkek oranı: 3-1 ensık görülen yaş grubu 3 l-40‘tır. Hastaların l 2‘sinde sekretuar (%60) 8‘ inde nonsekretuar (%40) tümör mevcuttur.Tümör çapı adenoma 3 hasta‘ da (%15 ), mikst hormon sekresyonlu adenoma 4 hasta‘ da (%20) vardı. Suprase//ar yayılımına göre dağılımı; Tip A: 14 hasta Tip B: 1 hasta, Tip C: 2 hasta, Tip D: 3 hasta vardı. Hastaların 13‘ üne yapılarak kliniğimize gönderilmiştir. Hastaların tümüne radyoterapi uygulanmıştır.
SONUÇ: Kadınlarında hipofiz tümörleri daha sık görülmektedir. Sekretuar tümörü oalanların takip süresi, nonsekretuar tümörü olanlara göre daha iyi bulunmuştur. En uzun takip süresi prolaktin salgılayan tümörledidir. Cerrahi sonrası radyoterapi uygulanmayan hastalarda nüks oranı yüksektir. Eksius olan hastalar endokrin nedenlere bağlı olarak kaybedilmiştir.

10.Effect Of Hormone Replacement Therapy On Internal Carotid Artery Pulsatility Index
Melahat Dönmez, Buğra Yücesan, Savaş Özdemir, Gül Mandıracı, Akın Aydemir
Pages 49 - 52
AMAÇ: Amacımız, postmenopaıal hormon replasman tedavisinin internal karotis arter kan akımı üzerine olan etkisi araştırmaktı.
MATERYAL VE METOD: 33 postmenopoıal erken dönemdeki olguya, oral kesintisiz konjuge östrojen (0.625mglgün) ve her 4 haftalık peryodun son 12 gününde siklik medroksiprogesteronasetat (5mglgün) verildi. Kontrole gelen I 5 olgu değerlendirmeye alındı. Doppler ultrasonografi ile, tedavi öncesi ve tedaviden 3 ay sonra, internal karatis art el pulsatilite indeksi ( Pİ) ölçüldü.
BULGULAR: Tedevi öncesi ortalama Pİ değeri 1.2 + 0,4 tedavi sonrası ise 0,8 + 0,4 olarak belirlendi. Tedavi sorırası ortalama Pi değerindeki düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulundu.
SONUÇ: Postmenpozal kadınlarda hormon replasman tedavisinin,karotis arter Pİ değerlerinde hızlı ve istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş sağladığı görüldü. i3‘u, postmenopozal hormon rep/asmanının kardiyoprotektif etkisinin, kısmen östörojenin periferik vasküler resistansı azaltmasına bağlı olabilceğini göstermektedir.
AMAÇ: Amacımız, postmenopaıal hormon replasman tedavisinin internal karotis arter kan akımı üzerine olan etkisi araştırmaktı.
MATERYAL VE METOD: 33 postmenopoıal erken dönemdeki olguya, oral kesintisiz konjuge östrojen (0.625mglgün) ve her 4 haftalık peryodun son 12 gününde siklik medroksiprogesteronasetat (5mglgün) verildi. Kontrole gelen I 5 olgu değerlendirmeye alındı. Doppler ultrasonografi ile, tedavi öncesi ve tedaviden 3 ay sonra, internal karatis art el pulsatilite indeksi ( Pİ) ölçüldü.
BULGULAR: Tedevi öncesi ortalama Pİ değeri 1.2 + 0,4 tedavi sonrası ise 0,8 + 0,4 olarak belirlendi. Tedavi sorırası ortalama Pi değerindeki düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulundu.
SONUÇ: Postmenpozal kadınlarda hormon replasman tedavisinin,karotis arter Pİ değerlerinde hızlı ve istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş sağladığı görüldü. i3‘u, postmenopozal hormon rep/asmanının kardiyoprotektif etkisinin, kısmen östörojenin periferik vasküler resistansı azaltmasına bağlı olabilceğini göstermektedir.

11.Summaries Of Treatment Of Breast Cancer in Our Clinic
Didem Kara Çeten, Orhan Kızılkaya, Alpaslan Mayadaglı, Oktay İncekara
Pages 53 - 56
AMAÇ: Bu çalışmada kliniğimizde takip ve tedavileri yapılan Meme Ca tanısı almış 327 hastanın tedavi sonuçları retrospektif olarak değerlendirilerek tartışılmıştır.
MATERYAL VE METOD: 1987-1995 yılları arasında Şişli Etfal eğitim ve araştırma hastanesi radyasyon onkolojisi kliniğine müracaat eden patolojik olarak Meme Ca tanısı almış 327 hastanın tedavi ( radyo terapi, sistemik kemoterapi, hormona terapi, kombine tedavi) sonuçları prognostik faktörler eşliğinde sağkalım ve /okorejyonel nüks ve uzak metastas oluş süreleri açısından değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Hastaların 245 tanesine adjuvan externa/ radyoterapi (4600 6000 cGY) uygulanmış 72 hastaya radyoterapi yapılmamıştır. Toplam 10 hasta radyoterapi uygulamasına yarım bırakmıştır. 208 hastaya adjuvan sistemlik kemoterapi (CMF veya FEC)uygulanmıştır. 263 hastaya adjuvan hormonoterapi 22‘sine j%6.7) tek başına kemoterapi, l 62‘sine (%49.5) radyoterapi+kemoterapi, 24‘ iine (%7.3) kemoterapi+hormonoterapi, 28‘ ine (%8.2) radyoterapi+Jıormonoterapi uygulanmıştır,.
SONUÇ: Uzat metastaz görülme sıklığı cerrahi+radyoterapi+kemoterapi grubunda en az tespit edilmiştir. Kombine tedavi metodu uygulanan hastalarda genel sağkalım % 70 olarak bulunmuştur.
OBJECTIVE: in this study, we have evaulate, retrospectively, the treatment of 327 patients who had been diagnosed with Breast Cancer.
STUDY DESIGN: 327 patients who reciev·e: d treatments ( Radiotherapy, systematic chemotheraphy, horomonetheraphy and combined therapies) had been stuided under prognostic factors and /oca/-regional reoccurance but also in distant metastatic occurance periods.
RESULTS: 245 patients recieved adjacent-external­radiotherapy (4600 6000 cGy), 72 patient recieved no radiotheraphy and 10 patients stopped radiotherapy, before comp/etion. 208 patients received adjuvan systematic chemotheraphy (CMF or FFEC), 263 patients received adjuvan hormonotherahpy (Tamoksifen 20 mglday.). 20.1 %of the patient (65 people) received only radiotherahpy, 6.7 % (22 people) only chemothrepahy, 49.5 % (162 people) radiotheraphy+chemotheraphy, 7.3% (24 people) chemotheraphy+hormonotheraphy and 8.2% (28 people) received radio theraphy+hormonotheraphy.
CONCULSION: Distant metastases had been /east observed in patients who received: Surgury+radiotherapy+chemotherapy, patiens receivinğ combined treatment methods approximaıely 70% survial rates.

CASE REPORT
12.Anestliesia and Larsen Sylidrome
Ayda Başgül, Ayşe Hancı
Pages 57 - 58
Larsen Sendromu bağ dokusunun generalize mezenkimal de/ekti olan nadir bir vakadır. Vakayı, cerrahi planlanan Larsen Sendromu bir hastada ayrıntılı bir preanestezik vizit, deneyimli bir ekipte anestezi uygulaması ve dikkatli bir postoperatif izlem gereğini vurgulamak için sunduk.
Larsen Syndrome is a rare case which general mesenchymal defect of connective tissue. We are presenting case to emphasize the need of a detailed preanesthetic visit, management of anesthesia with an experienced team and a careful postoperative fellow up in a surgery p/anned patient with larsen Syndrome.

13.A case of Behçet with Cardiac lnvolvement
Ebru Em, Hülya Tanes Açıkel, Fatih Borlu, Ali Özgür Öztürk, Gülçağrı Erol
Pages 59 - 60
Behçet hastalığı aftöz stomatit, genital ülserasyon ve üveit triadı ile karakterize idiopatik,tekrarlayan, kronik, multisitemik bir hastalıktır. Vakamızı klasik behçet hastalığı bulgularının yanında çok nadir görülen kardiyak tutulum göstermasi nedeniyle yayınladık.
Behcet‘s disease in an idiopatic, multisystem syndrome characterized by aphthhous stomatilis, genital ucers arıd uveitis. We report this case, demonstrating unusual, cardiac involvement in behcet‘s disease besides the classical signs.

LookUs & Online Makale