| ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
| 1. | Tiroid papiller kanserli hastalarda bilateralitenin prognostik önemi The prognostic importance of bilaterality in patients with papillary thyroid cancer Kinyas Kartal, Evren Besler, Nurcihan Aygün, Ayhan Öz, Emre Bozdağ, Banu Yılmaz Özgüven, Bülent Çıtgez, Gürkan Yetkin, Mehmet Mihmanlı, Mehmet Uludağdoi: 10.5350/SEMB.20170608051635 Sayfalar 91 - 95 Amaç: Papiller tiroid kanserli (PTK) olgularda bilateral hastalık sık görülmesine karşın, bu durumun hastalığın prognozu üstündeki etkileri hakkındaki bilgiler yetersizdir. Bu çalışmada bilateralitenin prognoz üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2011- 2014 yılları arasında hastanemizde total tiroidektomi ile tedavi edilen 113 hasta; Grup 1, tek lobda ve tek odakta tümör saptanan hastalar; Grup 2, tek lobda fakat birden fazla odakta kanser saptanan hastalar; Grup 3, her iki tiroid lobunda birden fazla tümör saptanan hastalar olacak şekilde gruplandırılarak kötü prognostik faktörler açısından incelendi. Bulgular: Bilateral hastalık varlığının lenfovasküler invazyon (p=0.001), tümör çapı (p=0.028), tiroid dışı yayılım (p=0.012), hastalığın T evresi (p=0.042) ve lenf nodu metastazı varlığı (p=0.001) açısından tek taraflı hastalık ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar gösterdiği saptandı. Sonuç: Papiller tiroid kanserli hastalarda bilateral tümör varlığında tümör çapı daha yüksek, tiroid dışı yayılım, ileri T evresi oranı ve lenf bezi metastazı varlığı tek odaklı tümörlere göre daha sık olup, daha agresiv seyirli olabilirler. Bu nedenle bu hastalar ameliyat sonrası dönemde daha yakın ve etkin şekilde takip edilmelidir |
| 2. | İnstabil distal radius kırıklarının el bileğini köprülemeyen eksternal fiksatör ile tedavisi Treatment of unstable distal radius fractures with non-bridginig external fixation Muharrem Kanar, Raffi Armagan, Yunus Oc, Hasan Basri Sezer, Osman Tugrul Erendoi: 10.5350/SEMB.20170613034838 Sayfalar 96 - 101 Amaç: Bu çalışmada instabil radius distal uç kırıklarında el bileğini köprülemeyerek, erken hareket imkanı tanıyan çok amaçlı minitübüler eksternal fiksatör uygulamalarımızın radyolojik ve fonksiyonel sonuçları değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 27 hasta (29 el bileği) dahil edildi. Hastaların 14’ü kadın 13’ü erkek; yaş ortalaması 56.3 (23-83 yıl) yıl idi. AO/ASIF sınıflamasına göre 3 olgu A tipi, 26 olgu da C tipi instabil kırık idi. Kırıkların tümü kapalı redükte edildi, el bileğini köprülemeyen eksternal fiksatör perkutan tatbik edildi. Olguların radyolojik değerlendirmeleri Stewart ve arkadaşlarının değerlendirme sistemine göre; fonksiyonel değerlendirmeleri DASH (Disabilities of the Arm, Shoulder and Hand Questionnaire) anketi, Mayo Modifiye El Bilek Skorlaması ve Stewart’ın modifiye ettiği Gartland-Werley skorlama sistemi ile değerlendirildi. Ortalama izlem 20.7 ay (12-38 ay) idi. Bulgular: Stewart’ın radyolojik–anatomik skorlama sistemine göre, 27 hastanın toplam 29 radius distal uç kırığının 7’sinde (%24.13) mükemmel, 19’inde (%65.51) iyi, 3’ünde (%10.34) orta sonuç elde edildi. Kötü sonuç alınan hasta bulunmamaktaydı. Stewart’ın fonksiyonel skorlamasına göre 29 distal radiusun 6’sında (%20.6) mükemmel sonuç, 14’ünde (%48.2) iyi sonuç ve 7’sinde (%24.1) orta sonuç 2’sinde (%6.8) kötü sonuç elde edildi. Sonuç: Radius distal uç kırıklarında el bileğini köprülemeyen eksternal fiksatör uygulaması; kolay uygulanabilmesi ve erken harekete izin vermesi nedeniyle normale yakın el bileği hareket açıklığı sağlaması nedeniyle kapalı redüksiyonu sağlanabilen kırıklarda iyi bir tedavi yöntemidir |
| 3. | Pilon fraktürlerinde ters akımlı sural flep ile yumuşak doku rekonstrüksiyonu Soft tissue reconstruction with reverse flow sural flap in pilon fractures Selami Serhat Sirvan, Kamuran Zeynep Sevim, Mehmet Mesut Sönmez, Işıl Akgün Demir, Daghan Dagdelen, Fatih Irmak, Sevgi Kurt Yazar, Semra Karsidagdoi: 10.5350/SEMB.20170328044424 Sayfalar 102 - 108 Amaç: Pilon fraktürleri yüksek enerjili travmalardan kaynaklanır ve genellikle çevre yumuşak doku hasarı eşlik eder. Hastanın genel durumu ve eşlik eden hastalıkları haricinde, tibial bölgenin damarlanmasının zayıf olması birçok vakada rekonstrüksiyonun zor olmasına sebep olur. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2012 ile Ağustos 2015 tarihleri arasında Ortopedi Kliniği tarafından AO 43A-C pilon fraktürü nedeniyle tedavi edilen 8 hasta çalışmaya alındı. Hastalar kliniğimize operasyon alanında tam kat yumuşak doku defekti nedeniyle danışıldı ve ters akımlı sural flep ile rekonstrüksiyon uygulandı. Hastalar geriye dönük olarak; yaş, etiyoloji, defekt çapı ve komplikasyonlar açısından incelendi. Bulgular: Ocak 2012 ile Ağustos 2015 yılları arasında 8 hastaya (4 kadın, 4 erkek) pilon fraktürü sonrasında gelişen yumuşak doku defekti nedeniyle ters akımlı sural flep ile rekonstrüksiyon uygulandı. Postoperatif dönemde bir hastada parsiyel flep nekrozu izlendi ve sekonder iyileşme ile düzelirken, yara ayrışması, total flep kaybı ve enfeksiyon gibi komplikasyonlar hiçbir hastada izlenmedi. Sonuç: Pilon kırıkları ayak bileğinin komplikasyon oranı yüksek ve tedavisi en zor kırıklarındandır. Sural flep; distal tibial bölgenin rekonstrüksiyonunda tek veya aşamalı olarak uygulanan güvenilir bir fleptir. |
| 4. | Kalp ve damar cerrahisinde perioperatif mortalite ile ilişkili faktörlerin belirlenmesi Determination of factors related to perioperative mortality in cardiovascular surgery Ayşe Lafçıdoi: 10.5350/SEMB.20170301031932 Sayfalar 109 - 114 Amaç: Kalp ve damar cerrahisi prosedürleri dünya üzerinde değişik merkezlerde farklı mortalite oranları gösterir. Perioperatif mortaliteye neden olan risk faktörlerinin belirlenmesi ve buna yönelik protokollerin oluşturulması hastalarda sağkalımı arttırabilir. Biz bu araştırmada kalp ve damar cerrahisi mortalite oranlarını ve risk faktörlerini araştırmayı planladık. Gereç ve Yöntemler: Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’ne yatan ve perioperatif dönemde ölen hastalarda retrospektif kohort çalışması yapıldı. Bulgular: Kalp ve Damar Cerrahi Servisi’ne 1 Ocak 2013 ile 31 Aralık 2016 tarihleri arasında dört yıl süresince toplam 4037 hasta yatırıldı. Yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastalar içerisinde 567 hastaya açık kalp cerrahisi ve 525 hastaya periferik damar hastalığı cerrahisi planlandı. Açık kalp cerrahisi geçirenlerden 30 hasta, periferik damar hastalığı olanlardan 14 hasta perioperatif dönemde yoğun bakım ünitesinde kaybedildi. Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nin dört yıllık toplam mortalite oranı %1.1 olarak bulundu. Açık kalp cerrahisi geçirenlerin mortalite oranı %5.1 iken periferik damar cerrahisinde %2.7 olarak bulundu. Hipertansiyon, kronik böbrek hastalığı, ve diyabetes mellitusun en sık eşlik eden sistemik hastalıklar olduğu tespit edildi. Açık kalp cerrahisi geçirip sonrasında kaybedilen hastalarda ejeksiyon fraksiyonu (EF) %48.4±13.7, Euroscore Additive 10.0±4.2, kros klemp süresi 125.1±51.9 dakika ve kardiyopulmoner bypass (KPB) süresi 192.0±81.1 dakika olarak bulundu. Periferik damar hastalığı için prosedür planlanan ve perioperatif dönemde kaybedilen hastaların APACHE II skorlarının 26.1±8.5 olduğu tespit edildi. Sonuç: Kliniğimizin açık kalp cerrahisi mortalite oranı, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelerin oranları arasındadır. Kalp ve damar cerrahisi hastalarında preoperatif sistemik hastalıkların varlığı mortalite oranıyla doğrudan ilişkilidir. |
| 5. | Akut apandisitli geriatrik hastalarda morbidite varlığının komplikasyon gelişimine etkisi Effect of the presence of morbidity on complication development in geriatric patients with acute appendicitis Tolga Canbak, Aylin Acar, Buket Altun Özdemir, Metin Yücel, Fatih Başak, Esra İlk, Sema Yüksekdağ, Ethem Unal, Gürhan Basdoi: 10.5350/SEMB.20170328044306 Sayfalar 115 - 118 Amaç: Bu çalışmada, 65 yaş ve üzeri akut apandisit nedeniyle ameliyat edilen hastaların değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2011-Aralık 2014 tarihleri arasında 65 yaş ve üzeri akut apandisit nedeniyle ameliyat edilen 33 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik verileri, şikayet süreleri, komorbid hastalıkları, operasyon bulguları, karın ağrısı başlangıcı ile hastaneye başvuru arasındaki süre, yatış süreleri, komplikasyonlar ve mortalite gelişimi değerlendirildi. Komorbidite durumuna göre hastalar, 2 gruba ayrıldı. Bulgular: Hastaların 21’i kadın ve 12’si erkek idi. Ortalama yaşı 73.9 (aralık 65-89) idi. Hastaların 10’unda Diabetes mellitus, 16’sında hipertansiyon, 3 hastada kalp/ kapak hastalığı, 3 hastada KOAH ve 2 hastada serebrovasküler hastalık mevcuttu. Apendektomi, 7 hastada laparoskopik, 14 hastada Mc Burney, 11 hastada median insizyonla yapıldı ve 1 hastada laparoskopik başlanıp Mc Burney insizyonla ameliyat edildi. Ultrasonografik incelemede, 22 hastada akut apandisit saptandı. Bilgisayarlı tomografi, 19 hastaya çekildi. Ortalama hastanede yatış süresi 5.66 (1-33) gündü. Hastaların 8’i postoperatif yoğunbakım ünitesinde takip edildi. Altı hastada yara yeri enfeksiyonu ve 2 hastada batın içi apse gelişti. Tüm komplikasyonlar grup 1’de görüldü. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0.05). Mortalite 1 hastada görüldü. Sonuç: Morbidite varlığında komplikasyon oranı yüksek olduğundan preoperatif değerlendirmeye önem verilmesi, hastanın optimum preop bakımının profilaksinin, tamamlanması, insizyon seçiminin hastaya göre yapılması komplikasyon oranını azaltabilir. |
| 6. | Üçlü tarama testi sonuçları kötü gebelik sonuçlarını öngörür mü? Do triple test results predict the risks for adverse pregnancy outcomes? Hale Göksever Çelik, Engin Çelik, Gökhan Yıldırımdoi: 10.5350/SEMB.20170123114645 Sayfalar 119 - 124 Amaç: İkinci trimestır maternal tarama testlerinden üçlü tarama testi özellikle Down Sendromu olmak üzere bazı fetal kromozomal anormalliklerinin riskini tayin etmek için kullanılır. Bunun yanında pek çok kötü gebelik sonuçları da bu testle öngörülebilmektedir. Çalışmamızda kötü gebelik sonuçları ile üçlü tarama testi sonuçları arasındaki ilişkiyi tespit etmek ve bu kötü obstetrik sonuçlar için serum belirteçlerinde kesim noktası değerleri tanımlamayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Nisan 2014 ve 2015 tarihleri arasında bir yıllık sürede üçlü tarama testini hastanemizde yaptırmış ve doğum yapmış 1372 gebe kadın çalışmaya dahil edildi. Yaş, kilo, obstetrik öykü, komorbid durumların varlığı, yardımcı üreme tekniği kullanımı, sigara içme, üçlü tarama testi ve doğumdaki gestasyonel hafta, doğum şeklini içeren hastaların tüm demografik ve klinik özellikleri kayıtlardan elde edildi. Bulgular: Populasyonun ortalama yaşı 27.9±5.6 olup ortanca yaş 28 idi. Üçlü tarama testinin yapıldığı gebelik haftası ortalama 17.3±1.0 iken doğumun gerçekleştiği hafta ortalama 38.3±2.7 idi. Çoğu hasta multipar olup vajinal yolla doğum gerçekleşmişti. Kötü gebelik sonuçlarına çoğunlukla daha ileri yaş multipar hastalarda ve sezaryen olmuş grupta rastlanıldı. Kötü gebelik sonuçlarına yönelik kesim noktaları AFP için > 0.935 MoM, E3 için < 0.945 MoM, hCG için > 0.945 MoM olarak tespit edildi. Sonuçlar: Düşük maliyeti ve kromozomal anormallikleri öngörmede yüksek etkinliğe sahip olduğu için ikinci trimestır tarama testi kliniğimizde tüm hastalara uygulanmaktadır. Aslında birinci trimestır tarama testi ile kötü gebelik sonuçlarının öngörülmesi yatak istirahati, aspirin kullanımı gibi önleyici yaklaşımların uygulanabilirliği nedeniyle daha anlamlıdır. Yine de hastaları ikinci trimestır tarama testinin kötü gebelik sonuçlarını öngörmedeki faydası konusunda bilgilendirmek ve yapılmasını önermek önemlidir |
| 7. | Deli bal zehirlenmesinde klinik özellikler ve laboratuar bulguları: Retrospektif bir çalışma Clinical features and laboratory findings in mad honey intoxication: a retrospective study Özcan Pişkin, Derya Arslan Arslan, Bengü Gülhan Aydın, Yusuf Cemil Gürsoy, Volkan Hancıdoi: 10.5350/SEMB.20170321093232 Sayfalar 125 - 132 Amaç: Deli bal zehirlenmesi; Rhododendron çiçeklerinden üretilen ve içinde Grayanotoxin (GTX) bulunan balın tüketilmesi sonucunda oluşur. Oldukça nadir görülmesine ragmen hayatı tehdit eden bulgulara sebep olabilir. Bu çalışmada hastanemize başvuran 38 deli bal zehirlenmesi vakasının demografik ve biyokimyasal kan gazı paremetreleri ışığında organlar üzerindeki etkilerinin retrospektif olarak literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2010-2012 yılları arasında acil servise herhangi bir şikayetle başvurmuş ve ‘Deli Bal Zehirlenmesi’ tanısı almış toplam 38 hastanın retrospektif dataları dahil edildi. Bulgular: Olguların 23 (%60.5)’i erkek, 15 (%39.5)’i bayandı. Olgularımız 29 ile 86 yaşları arasındaydı. Olgularımızın yaş ortalamaları 55.42±12.63 yıl olarak belirlendi. Olguların bal alımı sonrası semptomların başlama süresi ortalama 92.82±30.09 dak olarak belirlendi. Olgularda hastaneye başvurudaki kalp atım hız ortalaması 49.74±11.41 atım/dak, ortalama sistolik kan basıncı değeri 72.16±16.92 mmHg ve ortalama diyastolik kan basıncı 43.79±10.58 mmHg olarak bulundu. Hastaların ortalama 0.76±0.55 mg atropin ve 1336.84±935.31 ml kristaloid sıvı ile tedavi edildiği bulundu. Ritm problemleri dışında gastrointestinal, solunum ve kardiyovasküler sistem bulguları normal sınırlardaydı. Olguların bal tüketim miktarları ile, semptomların başlama süresi arasında bir korelasyon ilişkisi belirlenemedi. Sonuç: Deli Bal Zehirlenmesi en sık kardiyovasküler sistemi etkilemektedir. Bu hastalarda en sık hipotansiyon ve bradikardiye rastlanmaktadır. Tedavide sıklıkla yeterli sıvı resüsitasyonu ve 1-2 mg İntravenöz Atropin tedavisi yeterli olmaktadır. |
| 8. | Ventilatör ilişkili pnömoni tanısında klinik pulmoner enfeksiyon skorunun tarama yöntemi olarak kullanımı Clinical pulmonary infection score (CPIS) as a screening tool in ventilatory associated pneumonia (VAP) Selma Başyiğitdoi: 10.5350/SEMB.20170208030528 Sayfalar 133 - 141 Amaç: Ventilatör ilişkili pnömoni (VİP), yoğun bakım ünitelerinde en sık görülen, yüksek mortalite, artmış sağlık bakım maliyetiyle ilişkili nozokomiyal enfeksiyonlardandır. Ventilatör ilişkili pnömonide erken tanı ve tedavinin mortalite ve morbiditeyi azaltacağı bilinmektedir. Çalışmamızda, VİP’i erken tanılamada tarama yöntemi olarak Klinik Pulmoner Enfeksiyon Skoru (KPES) sisteminin etkinliğini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Çalışma, 43 olgu üzerinde yapıldı. Her hastanın KPES parametreleri; vücut ısısı, lökosit sayısı ve morfolojisi, trakeal sekresyon miktarı ve karakteri, arteryel oksijenizasyon, akciğer radyografisinde pulmoner infiltrasyon varlığı, pulmoner infiltrasyonda ilerleme, mikrobiyolojik kültür sonuçları kaydedildi. Hastaların yatışında KPES’ın ilk 5 parametresi kullanılarak bazal KPES değeri, entübasyondan 48 saat sonra kültür sonucu ile 7 parametre kullanılarak KPES değeri hesaplandı. Hastalar 3 gün arayla endotrakeal aspirat (ETA) örnekleri alınarak ve mekanik ventilatör desteğinde kaldığı sürece KPES değerleri hesaplanarak takip edildi. Elde edilen verilerle hastalar, VİP gelişmesine gore VİP (+) ve VİP (-) olarak iki gruba ayrılarak değerlendirildi. Bulgular: Olguların bazal KPES düzeyleri arasında farklılık görülmemekte (p>0.05) iken 48. saat ve 5. gün KPES değerleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık saptanmıştır (p<0.01). VİP (+) ve VIP (-) olguların VİP tanısı almadan önceki KPES düzeyleri arasında farklılık görülmektedir (p<0.01). Sonuç: Tekrarlayan KPES ölçümleri; VİP gelişiminde erken şüpheli durum olduğunda ve erken tedavide klinisyene yardımcı olabilir. |
| 9. | Acil hekimlik perspektifinden hekimlerin hukuki yükümlülüklerinin değerlendirilmesi Assessment of legal obligations of physicians from emergency physician perspective Banu Karakus Yılmaz, Hatice Topcu, Yahya Ayhan Acardoi: 10.5350/SEMB.20170403115602 Sayfalar 142 - 148 Amaç: Acil tıp alanında çalışan hekimlerin; hukuki yükümlülükleri ve sorumlulukları hakkında bilgi sahibi olup olmadıklarını irdelemek ve hukuki yükümlülükleri konusunda bilgi birikimlerini ve bakış açılarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışma, 13-16 Kasım 2014 tarihleri arasında acil tıp alanında düzenlenen 600 katılımcının yer aldığı uluslararası 4. Avrasya Acil Tıp Kongresi’ne Türkiye’nin farklı acil servislerinden katılan acil hekimlerine; sözel olarak bilgi verilerek yüz yüze yapılan anket çalışmasıdır. Soruların tamamı hekimin hukuki yükümlülükleri ile alakalı olarak düzenlenmiştir. Bulgular: Anket çalışmasına 124 tıp doktoru katılmış olup, çalışmaya katılanların ortalama yaşı 29.13±13.10, mesleki icra süresi 9.06±5.60, acilde çalışma süresi 7.17±4.90 ve uzmanlık süresi 2.96±4.00 yıldır. Hekimin en önemli yükümlülüğü sorusuna katılımcıların 43’ünün (%34.7) özen yükümlülüğü cevabı dikkat çekicidir. Katılımcıların 116’sı (%93.5) hükümlü ve tutukluların muayenesi esnasında kelepçelerinin çıkarılması gerektiğini, %100’ü ise hasta mahremiyetine saygı gösterilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Sonuç: Hekimlerin sağlık alanını ilgilendiren yasaları öğrenmesi ve meslek yaşamlarında uygulayabilmesi için tıp fakültesi eğitimi boyunca hekimlere hukuki konularda temel düzeyde de olsa eğitim verilmesi ayrıca bu eksikliğin giderilmesi için acil hekimlerine yönelik, meslek içi eğitim çerçevesinde çeşitli kurs ve sempozyumların düzenlenmesi gerektiğini düşünmekteyiz. |
| OLGU SUNUMU | |
| 10. | Brakiyal arterde kateter düğümlenmesi: Ne zaman cerrahiye verelim? Knotted catheter in the brachial artery: when to perform surgery? Kudret Keskin, Ahmet Gürdal, Hakan Kılcı, Gökhan Aksan, Murat Başkurtdoi: 10.5350/SEMB.20161004083029 Sayfalar 149 - 151 Amaç: Kateter düğümlenmesi koroner anjiyografinin nadir bir komplikasyonudur. Tedavi tartışmalı olup bir laboratuvardan diğerine farklılık göstermektedir. Olgu: Yetmiş dokuz yaşında bir hasta diagnostik koroner anjiyografi için kateter laboratuvarına alındı. Subklavian arter ileri derecede kıvrımlı olduğu için sağ koroner arter 5-F JR4 diyagnostik kateter ile kanüle edilemedi. Saat yönünde ve tam tersi istikamette yapılan birçok manevradan sonra brakiyal arter hizasında kateterde düğüm oluştu. Kateteri çıkarmak için yapılan çok sayıda başarısız girişime bağlı olarak hastada ciddi ön kol ağrısı gelişti ve manevraları kesmek zorunda kaldık. Bunun üzerine kateteri cerrahi olarak çıkarmaya karar verdik. Düğüm yapan yer kılıfın ucuna gelecek şekilde kateteri yavaşça geri çektik. Düğüm radial arter hizasında iken lokal anestezi altında arteriotomi yapılarak kateter rahatça çıkarıldı. Sonuç: Hiçbir girişim işe yaramadığında, cerrahi müdahale hala güvenli bir şekilde yapılabilir. Bu durumda ise düğümün radial artere geri çekilmesi için yoğun çaba sarf edilmelidir. |
| 11. | Appendikste yer alan müsinöz kistadenomaya bağlı ince bağırsak volvulus vakası Small bowel volvulus secondary to mucinous cystadenoma of the appendix: a case report Memduh Şahin, Bahattin Özlü, Kıvılcım Eren Erdoğan, Tahsin Çolakdoi: 10.5350/SEMB.20161124071606 Sayfalar 152 - 155 Amaç: Appendikste oluşan kistadenoma appendektomi ameliyatlarının %0.6’sında tespit edilen nadir bir patolojik durumdur. Bu yayının amacı, apendiks kistadenomuna bağlı gelişen ve cerrahi ile başarılı bir şekilde tedavi edilen, nadir görülen ileal volvulus olgusunu sunmaktır. Olgu: Yetmiş altı yaşındaki kadın hasta acil servisimize şiddetli sağ kadran ağrısı ile kabul edildi. Yapılan abdominal bilgisayarlı tomografide (Abdominal BT) ve abdominal direkt grafide bağırsak segmentlerinde yaygın dilatasyon ve periluminal sıvı koleksiyonları izlendi. Yapılan cerrahi operasyonda ince bağırsak bölgesinde volvulus ve appendiks bölgesinde 2 cm’lik kitle lezyonu nedeni ile apendektomi uygulandı. Volvüle olarak izlenen ileal segment parsiyel olarak uç-uca anastamoz yapılarak rezeke edildi. Alınan kitle histopatolojik olarak müsinöz kistadenoma ile uyumlu olarak geldi. Hastamız genel durumu düzeldikten sonra bir haftalık yatış periodu sonrası taburcu edildi. Sonuç: Appendiks lümeninde müsinöz neoplazi ile oluşan obstrüksüyon gastrointestinal sistemin değişik yerlerinden volvulus ile komplike olabilir. Vakamız ileal volvulus ile komplike olan ileri derecede nadir vaka presentasyonu özelliğini göstermektedir |
| 12. | Malign asit tedavisinde intraperitoneal catumaxomab kullanımı: 4 olgu Intraperitoneal catumaxomab for the treatment of malignant ascites: 4 cases Esat Namal, Özgül Pamukçu Cerciz, Emel Gökmen, Burcu Kurt, Yağız Meriç Altundoi: 10.5350/SEMB.20160614024210 Sayfalar 156 - 160 Amaç: Malign asit tedavisinde catumaksomab tedavisinin etkinliğinin gösterilmesi Olgular: Malign asit nedeniyle haftada 1 ve daha sık parasentez ihtiyacı olup catumaksomab tedavisi planlanan mide kanserli 4 olguda terapötik parasentezi takiben intraperitoneal port kateteri yoluyla 0., 3., 7. ve 10. günlerde catumaksomab uygulandı. Tedavi sonrası ve öncesi parasentez ihtiyaçları karşılaştırılan hastaların herbirinde bu sıklığın azaldığı görüldü. Sonuç: Malign asiti olan hastaların tedavisinde catumaksomab iyi bir seçenek olabilmektedir ve özellikle bu hastaların yaşam kalitelerinin arttırılması için göz önünde bulundurulması gerekmektedir. |
| 13. | Postmenopozal kadın hastada overde sklerozan stromal tümör: Olgu sunumu Sclerosing stromal tumor of the ovary in a postmenopausal woman: case report Seyhan Özakkoyunlu Hasçiçek, Ahu Gülçin Sarı, Fevziye Kabukcuoğludoi: 10.5350/SEMB.20160607065939 Sayfalar 161 - 164 Amaç: Overin sklerozan stromal tümörü, over tümörleri içinde oldukça nadir, benign karakterli en sık 2.- 3. dekatta görülen bir tümördür. 54 yaşında karında şişlik şikayetiyle ile başvuran, uni-lateral overin sklerozan tümörü tanısı alan olguya ait klinik, histopatolojik ve immunohistokimyasal bulgular literatür eşliğinde sunulmuştur. Olgu: Histopatolojik olarak fokal skleroz alanları içeren ödemli stromanın oluşturduğu psödolobüler görünüm, heterojen hücre populasyonu ve belirgin vaskülarizasyon ile karakterize lezyon izlendi. Sonuç: Overin sklerozan stromal tümörü, en sık 2.- 3. dekatta görülür ancak postmenopozal hastalarda da rastlanılabileceği akılda tutulmalıdır |
| 14. | Bir sırt ağrısı sebebi olarak elastofibroma dorsi: Olgu sunumu Elastofibroma dorsi as a cause of back pain: a case report Bahadır Elitez, Ayhan Aşkın, Fethi İsnaç, Ümit Seçil Demirdal, Ece Güvendidoi: 10.5350/SEMB.20170202054739 Sayfalar 165 - 168 Amaç: Elastofibroma dorsi (EFD) nadir görülen iyi huylu bir psödotümördür. Tipik olarak subskapular bölgede lokalizedir. Genellikle asemptomatik olduğu halde, subskapular bölgede şişkinlik, sırt ağrısı ve omuz hareketiyle meydana gelen ses semptomlarıyla da başlayabilir. Bu olgu sunumunda bilateral elastofibroma dorsi tanısı olan bir kadın hasta sunulmuştur. Olgu Sunumu: 69 yaşında kadın hasta polikliniğimize sırt ağrısı ile başvurdu. Şikayetleri 15 ay önce başlamıştı. Yapılan bilgisayarlı tomografi tetkiki sonrası bilateral subskapular bölgede sınırları net olmayan kitle tespit edildi. Bu kitleler EFD ile uyumlu bulundu. Hasta cerrahi operasyona rıza göstermediği için konservatif tedavi uygulandı. Sonuç: Klinik pratikte tanı dikkatli bir fizik muayene ile konulabilir ve hastaların şikayetleri medikal tedavi veya fizik tedavi modaliteleri ile tedavi edilebilir |