ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 47 (2)
Cilt: 47  Sayı: 2 - 2013
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Periferik fasiyal paralizi nedeni ile gabapentin kullanımında sinkinezi gelişimi
Development of synkinesis as a sequela of peripheral facial paralysis treated with gabapentin
Lale Gündoğdu Çelebi, Zeynep Tanrıverdi, Nevin Kuloğlu Pazarcı, Hülya Ertaşoğlu Toydemir, Münevver Gökyiğit
doi: 10.5350/SEMB2013470201  Sayfalar 49 - 54
Amaç: Sinkinezi, fasiyal paralizi sonrası görülen en sık komplikasyonlardan biridir. Sinkinetik hareketler fasiyal sinirden innerve olan kasların anormal senkronizasyonu sonucu meydana gelir. Bu çalışmada fasiyal paralizi sonrasında Gabapentin kullanımının klinik sinkinezi gelişimine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 2008- 2010 yılları arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Nöroloji Polikliniği ve Nöroloji Polikliniğinde akut periferik fasiyal paralizi kliniği olan toplam 76 hasta alındı. Kırkiki hastaya standart kortikosteroid tedavisi ve periaurikuler ağrı nedeniyle 800 mg/gün Gabapentin tedavisi başlandı. Kontrol grubu olan 34 hastaya, akut periferik fasiyal paralizide uygulanan standart kortikosteroid tedavisi başlandı. Tüm hastalarda fasiyal paralizinin ağırlık derecesi House-Brackmann skalasına göre derecelendirildi. İki grup sinkinezi gelişimi açısından takibe alındı.
Bulgular: Gabapentin grubuna, ortalama yaşı 43,1±14,9 olan, 16’sı kadın toplam 42 hasta alındı. Kontrol grubuna, ortalama yaşı 45,9±16,5 olan 25’i kadın toplam 34 hasta alındı. Gabapentin başlanan hasta grubundaki 7 hastada (%16,7) ve kontrol grubundaki 13 hastada (%38,2) sinkinezi geliştiği saptandı. İki grup arasında klinik olarak sinkinezi gelişimi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0,034). Gabapentin grubu ile kontrol grubu arasında klinik sinkinezi görülme zamanı arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p: 0.816). İki grubun takip süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (P: 0.303).
Sonuç: Sinkinezi, periferik fasiyal paralizinin bir komplikasyonudur ve önlenmesi ya da tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi önemlidir. Bu çalışma Gabapentinin sinkinezi tedavisinde etkili olduğunu göstermektedir. Bizim sonuçlarımızın yapılacak çift kör plasebo kontrollü randomize planlanmış daha ileri çalışmalara temel oluşturacağına inanıyoruz.
Objective: Facial synkinesis is one of the most complications of facial paralysis. Synkinetic movements are commonly occurs with the abnormal syncronization of the muscles that are innervated from the facial nerve. In this study, we aimed to evaluate the effect of gabapentin usage on the development of synkinesis after peripheral facial paralysis (PFP).
Material and Method: In our study, 76 patients who had acute peripheral facial paralysis between 2008-2010 in the Emergency Neurology Polyclinic and the Neurology Polyclinic of the Neurology Department of Şişli Etfal Research and Education Hospital were included. Forty-two patients were received standard corticosteroid therapy and 800 mg per day gabapentin treatment because of periauricular pain. The control group of 34 patients were received the standard corticosteroid therapy of peripheral facial paralysis. All the patients were graded with the House-Brackmann scale. The groups were followed for the development of synkinesis.
Results: Mean±SD age of the patients who were received gabapenthin treatment was 43,1±14,9 and 16 of 42 were female. Mean±SD age of the control group patients was 45,9±16,5 and 25 of 34 were female. Synkinesis was developed in 7 patients (%16,7) who were received gabapenthin treatment and 13 patients (%38,2) in the control group. The development of clinical synkinesis was statistically different between two groups (p<0,034). No significant difference was noted in the timing of synkinesis development and follow-up period between two groups (p: 0,816)(p: 0,303).
Conclusion: Synkinesis is an important complication of peripheral facial paralysis. Prevention and improvement of treatment modalities of PFP are important. This study shows that gabapentin is effective in the treatment of synkinesis. We conclude that our study will form a basis for advanced double blind randomized controlled trials.

2.
Çocuk suprakondiler femur kırıklarına tedavi yaklaşımı
A treatment approach to pediatric supracondylar femur fracture
Adem Şahin, Avşar Özkut, Engin Eceviz, Esat Uygur
doi: 10.5350/SEMB2013470202  Sayfalar 55 - 58
Çocuk suprakondiler femur kırıkları yaygın olarak görülmemektedir ve literatürde bu konu ile ilgili az sayıda yayın mevcuttur. 1990-2010 yılları arasında retrospektif olarak incelenen 279 çocuk femur kırığı olgusunun 16’sında (%5,7) suprakondiler femur kırığı tespit edilmiştir. Femur kırığı tespit edilen bu 16 hastanın üçünde predispozan muskuloskletal hastalıklar tespit edildi [osteogenesis imperfecta (2), serebral palsi (1)]. Nondeplase kırığı olan altı hastaya direkt alçılama, dört hastaya üç hafta traksiyonu takiben anestezi altında pelvipedal alçılama ve altı hastaya da perkütan çapraz K teli ile tespit ve uzun bacak alçılama yapıldı. Hiçbir hastada kaynamama ve enfeksiyon görülmedi. Ameliyat sonrası takiplerde iki hastada topallama şikayeti tespit edildi. Bu hastalardan birinde serebral palsi ile beraber aynı tarafta yüksekte kalça çıkığı vardı. Eklem hareket açıklıkları serebral palsili hastada 30°, diğer hastada 10° ekstansiyon kaybı dışında kalan 14 hastada tam olarak tespit edildi.
Pediatric supracondylar femur fractures are uncommon and only few publications regarding this subject are available in the current literature. Between 1990 and 2009, 279 pediatric femur fractures were retrospectively analyzed and 16 (5.7%) supracondylar femur fractures were detected. Predisposing musculoskeletal diseases were determined in three of these 16 patients [(osteogenesis imperfecta (2), cerebral palsy (1)]. Six patients who had non-displaced fracture were performed direct casting; after 3 weeks following traction under anesthesia, four patients underwent pelvipedal cast treatment. Percutaneous crossed K-wire fixation and a long-leg cast was applied in six patients. Fusion related problem and infection were not observed in any of the patients. During the postoperative follow-up, claudication was detected in two patients. One of them with cerebral palsy had concomitant high hip dislocation on the same side. Range of motion was normal in all except two patients who had claudication. Of these, one with 30° and the other with 10° extension loss were observed.

3.
Beyin ölümü tespitinde araştırma hastanesi deneyimi
Experience of research hospital in determination of brain death
Muharrem Battal, Aynur Horoz, Oğuzhan Karatepe, Bülent Çitgez
doi: 10.5350/SEMB2013470203  Sayfalar 59 - 62
Amaç: İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi en çok beyin ölümü tespit edilen merkezlerden biridir. Bu yazıda beyin ölümü tespiti, karşılaşılan sorunlar, travmanın bu konudaki yeri ve ekibimizin bu konudaki tecrübesi paylaşılmaktadır.
Yöntem: Eylül 2007- Ocak 2012 tarihleri arasında Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tespit edilen 62 beyin ölümü ve organları nakil merkezlerine dağıtılan 18 kadavranın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cins, hastanede yattığı süre, ölüm sebebi, beyin ölümü tespit yöntemi, kan grupları kaydedildi.
Sonuç: Beyin ölümü tanısı 62 hastaya kondu ve 18 aile, (bağışlama oranı %29) yakınlarının organlarını bağışladı. Beyin ölümü tanısı alan hastaların 45 erkek ve 17 kadındı. Beyin ölümü tespit edilen en küçük yaş 2, en yüksek 84, ortalama 41 bulundu. Beyin ölümü tespit süresi en erken 16 saat, en uzun süre 600 saat, ortalama 106,2 saatti. Hastaların hepsine apne testi uygulandı. Beyin ölümü olan 36 (%58) hasta travma ve 26 (%42) hasta travma dışı nedenler ile takip edilmekteydi. Travmatik subaraknoid kanama en sık tespit edilen problemdi. Travma dışı sebepler spontan subaraknoid kanama ve intraserebral kanamaydı.
Tartışma: Beyin ölümü tanısının konulmasında en önemli etken sağlık personelinin konuya yaklaşımıdır. Beyin ölümü tespiti sağlık ekibinin sorumluluğudur. Özellikle kafa travmalı olgularda beyin ölümü gelişebileceği akılda tutulmalıdır. Sağlık ekibi profesyonelce yaklaşmalı, beyin ölümü ve organ bağışı sayısının artması için çaba sarf etmelidir.
Objective: Istanbul Okmeydanı Research and Training Hospital is one of the most common health care centers in where declaration of brain death is documented. In this paper, we would like to share our experience about brain death determination, problems, and the role of trauma in this issue.
Method: Between September 2007 and January 2012, 62 brain death and 18 multiorgan donors were detected in Okmeydanı Research and Training Hospital. All patients record were retrospectively reviewed. The patient’s age, gender, hospitalization time, the cause of death, brain death detection method and the blood groups were recorded.
Results: Totally 62 brain deaths and 18 organ donors were detected. There were 45 males and 17 womens with a mean age of 41 (range: 2-84) years old. The mean time for determination of brain death was 106,2 hours (range: 16- 600 hours). Apnea test was performed in all patients. Trauma cases were found at 36 (%58) patients and non-trauma cases were 26 (%42). Traumatic subarachnoid hemorrhage was the most frequently identified pathogenesis. Other problems were spontaneous
subarachnoid hemorrhage and intracerebral hemorrhage.
Discussion: The approach of health care personnel approach is one of the most important factors for brain death determind This is the responsibility of the health care team. In particular, brain death should be kept in in patients with head injury. The medical team should act in professional way and give attention to increase the number of organ donations.

4.
Yoğun bakım ünitemizdeki intoksikasyon olgularının geriye dönük incelenmesi
Retrospective analysis of intoxicated patients in our intensive care unit
Tolga Totoz, Hacer Şebnem Türk, Pınar Sayın, Surhan Çınar, Çiğdem Yıldırım, Sibel Oba
doi: 10.5350/SEMB2013470204  Sayfalar 63 - 66
Amaç: İntoksikasyonlar intihar amacıyla, kazayla ya da madde bağımlılığı gibi sebeplerle karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada yoğun bakım ünitemizde üç yıl süresince takip ve tedavi edilen inoksikasyon olgularını incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: 2007- 2009 tarihleri arasında yoğun bakım ünitemizde intoksikasyon nedeniyle takip edilen 66 olgunun geriye dönük demografik verileri, etken maddeler, yatış süreleri ve mekanik ventilasyon ihtiyaçları incelendi.
Bulgular: Olguların 43’ü kadın, 23’ü erkek idi. Yaş ortalaması 24,92±10,26 olup 11 tanesi 14 yaş ve altındaydı. Ortalama yatış süreleri 2,48±0,76 gündü. Sekiz olguya ortalama 2,28±1,58 gün yapay solunum uygulanmıştır. Olgulardan bir tanesi yatışının üçüncü gününde kaybedilirken, 65 olgu şifayla taburcu edilmiştir. Mantar ve metil alkol intoksikasyonu olan 2 olguya hemodiyafiltrasyon uygulanmıştır. İntoksikasyonlar 3 yıl içinde yoğun bakım ünitemizde yatan hastaların %15’ini oluşturmaktadır. İntihar amacıyla %45 oranında antidepresan kullanılmış ve antidepresan olarak en sık (%63) amitriptilin
seçilmiştir.
Sonuç: Olguların büyük kısmının genç ve sağlıklı olması, toksik doza ulaşmayan ilaç alımı, şuurlarının açık, solunumlarının yeterli olması prognozun iyi, mortalitenin düşük olmasına sebep olmaktadır. Zamanında yapılan doğru müdahale kadar reçetesiz ulaşılabilen ve en büyük intoksikasyon grubunu oluşturan amitriptilinin de satışının kontrolünün gerektiği düşüncesindeyiz.
Objective: Intoxications occurs generally accidentally, due to suicide attempts or related to drug abuse. We aimed to analyze intoxicated patients admitted to our intensive care unit (ICU) during three years period.
Materials and methods: Between 2007 and 2009, 66 ICU patients treated due to intoxication were retrospectively analyzed considering demographic variables, active ingredient associated with intoxication, hospital stay and ventilation time.
Results: There were 43 women and 23 men. The mean age of cases was 24,92±10,26 years and 11 of them were ≤14 years old. The mean hospitalization time of cases was 2,48±0,76 days. The mechanical ventilation was applied to 8 of cases with a mean mechanical ventilation time of 2,28±1,58 days. One of the cases died on the 3rd day of hospitalization and other 65 cases were uneventfully discharged. Hemodiafiltration was applied in two cases intoxicated due of whom one was intoxicated by fungi and the other was intoxicated with methyl alcohol. Intoxication cases were 15% all subjects treated in ICU during three years period. In 45% of patients, an antidepressant medication was found to be associated with suicide attempts and amitriptyline (63%) was the most commonly used.
Conclusion: Good prognosis and the low mortality rate were supposed to be related to young age and healthy condition of the patients in addition to low dosage of the medicine-below the toxic level- being conscious and adequate respiratory functions at fist admission. We concluded that both marketing control necessity of control over, sales of amitriptyline, which is presently available without prescription and in the major intoxication group, is as important as treatment on time.

5.
Üroloji uzmanlık eğitimi alan öğrencilerin perkütan nefrolitotomi uygulama becerileri yeterli mi?
Are the urology residents capable of the ability of performing percutaneous nephrolithotomy?
Mehmet Taşkıran, Mustafa Kadıhasanoğlu, Mustafa Aydın, Umut Sarıoğulları, Hakan Şirin, Orhan Tanrıverdi, Muammer Kendirci, Cengiz Miroğlu
doi: 10.5350/SEMB2013470205  Sayfalar 67 - 73
Amaç: Perkütan nefrolitotomi (PCNL) operasyonu uygulanan bir klinikte üroloji uzmanlık eğitimi alan öğrencilerin PCNL uygulama becerilerinin uzmanlarla karşılaştırılması.
Gereçler ve Yöntem: Kasım 2004 - Ocak 2012 tarihleri arasında kliniğimizde yapılan 533 PCNL olgusu 2 gruba ayrılarak istatistiksel analiz için uygun olan veriler değerlendirildi. Grup-1 (n=431): Kliniğin
uzmanlarınca gerçekleştirilen operasyonlar; Grup-2 (n=102): Eğitimlerini bu klinikte tamamlayan asistanlarca uzman gözetiminde yapılan operasyonlar olarak belirlendi. Her iki grup; yaş, cinsiyet, vücut
kitle indeksi (VKİ), operasyon süreleri, floroskopi süreleri, taş yüzey alanı, taş hacmi, kan transfüzyon
oranları, böbreğe girilen port sayısı, hastanede kalış süreleri, taştan arınma oranları ve major komplikasyonlar göz önünde bulundurularak karşılaştırıldı. İki gruptan elde edilen verilerin istatistiksel olarak karşılaştırılmasında ki-kare, student-t ve Mann-Whitney U testleri kullanıldı ve p<0,05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Her iki grubun verileri değerlendirildiğinde, yapılan gruplar arası istatistiksel karşılaştırmada; cinsiyet, taş alanı, taş hacmi ve nefrostomi kateterlerini alma zamanları açısından istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Ayrıca, her iki grubun komplikasyon oranları ve transfüzyon gereksinimleri arasında da anlamlı fark izlenmedi. Ancak, Grup-2 tarafından uygulanan operasyonların ortalama hastanede kalış süreleri Grup-1’e göre anlamlı derecede daha kısa ve taşsızlık oranları da daha yüksek bulundu (p<0,05). Benzer şekilde, floroskopi kullanım ve operasyon süreleri karşılaştırıldığında ise, Grup-2’nin verileri Grup-1’e göre anlamlı şekilde daha kısa bulundu.
Sonuç: Bu çalışmanın verileri, rutin olarak PCNL uygulanan bir klinikte tıpta uzmanlık öğrencilerinin de PCNL uygulama becerilerinin yeterli düzeye ulaşabileceğini göstermektedir.
Objective: To compare abilities of urology residents with attending surgeons in performing percutaneous nephrolithotomy (PCNL) in a clinic where PCNL procedures are performed.
Material and Methods: A total of 533 PCNL procedures between November 2004 and January 2012 were divided into two groups: Group 1 (n=431): PCNL procedures performed by experienced urologists and group-2 (n=102): PCNL procedures performed by urology residents under supervision of experienced specialists. Patient’s age, gender, body mass index, fluoroscopy and operation times, stone burden, rate of blood transfusion, number of access, hospital stay, stone free-status and major
complication rates were statistically compared between these two groups. Data were provided as mean +/- SD. Chi-square, student-t and Mann-Whitney U tests were used for statistical analyze and a p-value of ≤0.05 was considered statistically significant.
Results: When compared two groups, there were no significant difference with regards to demographic variables, stone burden, rate of blood transfusion and major complication rates (p>0,05). However, mean hospital stay and stone free rates in group-2 were better than group-1 (p<0,05). Also, mean fluoroscopy and operation time in group-2 were significantly shorter than in group-1.
Conclusions: These data demonstrated that the ability of urology residents for performing PCNL operation was found to be sufficient in a clinic where PCNL procedures are routinely performed.

6.
Selim tiroid hastalıklarının cerrahi tedavisinde subtotal ve total tiroidektominin erken ve geç dönem sonuçlarının karşılaştırılması
Comparison of early and late results of total and subtotal thyroidectomy for benign thyroid disease
Kemal Arslan, Ersin Turan, Mehmet Ali Eryılmaz, Emet Ebru Nazik, Osman Doğru
doi: 10.5350/SEMB2013470206  Sayfalar 74 - 78
Amaç: Son yıllarda benign tiroid hastalıklarında total tiroidektomi (TT) uygulanmakta ve önerilmektedir. Ancak TT’nin komplikasyonlarının bilateral subtotal (BST)’den daha fazla olduğu bildirilmiş ve bu endişe halen devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı selim tiroidektomi hastalıklarının tedavisinde TT ile BST ameliyatlarının erken ve geç dönem komplikasyonlarının karşılaştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğinde 2004-2008 yılları arasında yapılan BST ve TT ameliyatlarının erken ve geç dönem komplikasyonları incelendi.
Bulgular: BST grubunda 96, TT grubunda 110 hasta çalışmaya alındı. Takip süresi BST grubunda 69.4±8.3 ay (60-84), TT grubunda 52.7±5.3 ay (48-60) idi ve BST grubunda daha uzundu. En sık tespit edilen komplikasyon geçici hipokalsemi idi. Hipokalsemi BST grubunda 10 hastada (%9.1), TT grubunda 7 hastada (%7.3) saptandı. Geçici rekürren laringeal sinir paralizisi BST grubunda 5 hastada (%5.2), TT grubunda 7 hastada (%6.4) saptandı. BST grubunda hematom 4 (%4.2), seroma 3 (%3.1), flep ödemi 5 (%5.2) hastada gelişti. TT grubunda hematom 1 (%1.0), seroma 5 (%4.5) ve flep ödemi 4 (%4.5) hastada saptandı. Kalıcı hipokalsemi BST grubunda 2 hastada (%2.1), TT grubunda 3 hastada (%2.7) gelişti. BST grubunda 1, TT grubunda 2 hastada (%1.5) kalıcı rekürrenlaringeal paralizisi gelişti. Demografik özellikler ve komplikasyonlar açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. BST grubunda 6 (%6.3) hastada nüks görüldü.
Tartışma ve Sonuç: Cerrahi gerektiren selim tiroid hastalıklarında TT erken ve geç komplikasyonları arttırmamaktadır. BST sonrası nüks ihtimali vardır ve bu nedenle tekrar ameliyat gerektirebilmektedir. Nüks tiroid ameliyatlarından sonra primer ameliyatlara göre komplikasyonlar belirgin şekilde daha fazladır. Bu nedenle benigntiroid hastalıklarında eğer cerrahi gerekliyse TT uygulanmalıdır.
Background: Recently, total thyroidectomy (TT) has been performed and suggested in benign thyroid disease. But it was reported that the complications of total thyroidectomy was more than bilateral subtotal thyroidectomy (BST) this is still a topic of debate. Purpose of the present study is comparison of complications of BST and TT operations in treatment of benign thyroid disease.
Materials and Methods: Early and late complications of TT and BST operations were retrospectively evaluated, which were performed in General Surgery Clinic of Konya Training and Research Hospital inbetween 2004-2008.
Results: The study involved 96 patients in BST group and 110 patients in TT group. Follow-up period was 69.4±8.3 months in BST group, 52.7±5.3 months in TT group. Transient hypocalcemia were detected in 10 patients (9.1%) in BST group and 7 patients (7.3%) in TT group. Transient recurrent laryngeal nerve paralysis developed in 12 patients (7.2%); 5 patients (5.2%) in BST group and 7 patients (6.4%) in TT group. Hematoma in 4 patients (4.2%), seroma in 3 patients (3.1%), flap edema in 5 patients (5.2%) occured in BST group. In TT group, there had been; hematoma in 1 patients (1.0%), seroma in 5 patients (4.5%), flap edema in 4 patients (4.5%).
Permanent hypocalcemia occured in 2 patients (2.1%) in BST group and 3 patients (2.7%) in TT group. Permanent recurrent laryngeal nerve paralysis developed in 1 patient (1.0%) in BST group and 2 patients (1.5%) in TT group. There was no statistically significant difference inbetween the groups about complications and demographic characteristics. Recurrence was seen in 6 patients (6.3%) in BST group.
Discussion and Conclusion: TT not increase early and late complications in bengn thyroid diease requiring sugery. BSThas arisk of recurrenceaftersurgeryand thereforemust be carried outagain. Complications in secondary thyroidectomy in patients with prior thyroid surgery are very high.Therefore, if surgery is necessary in benign thyroid diseases should be TT.

7.
Kalça artroskopisi: Haseki deneyimi
Hip arthroscopy: the haseki experience
Ibrahim Kaya, Akın Uğraş, Ibrahim Sungur, Murat Yılmaz, Erhan Bayram, Ahmet Ertürk, Ercan Çetinus
doi: 10.5350/SEMB2013470207  Sayfalar 79 - 82
Amaç: Anatomik olarak derin yerleşimli ve rijit olan kalça eklemi ve çevresinin patolojilerinin tanısı ve tedavisinde kalça artroskopisinin yeri irdelendi ve klinik tecrübelerimiz paylaşıldı.
Gereç ve Yöntem: 2011 ve 2012 yılları arasında kliniğimize aksama ve kasıkta ağrı nedeni ile başvuran kalça artroskopisi yapılan hastalar değerlendirildi. Ortalama yaş 35.8 (alt-üst sınır: 17-58)yıl olan olguların üçü bayan, 12’si erkek 15 olgu değerlendirildi. Olguların ameliyat öncesi ve sonrası Harris kalça skoruna bakıldı.
Bulgular: Olguların ortalama Harris kalça skoru ameliyat öncesi 62.7 (54-86) iken, ameliyat sonrası 92.5 (82-100) olarak saptandı. Üç hastamızda CAM tipi sıkışma saptanıp traşlandı, beş hastada labrum yırtığı saptanıp ikisi dikildi, diğerleri debride edildi. Bir hastada osteokondral lezyon(OCD) saptanıp ters mozaikoplasti yapıldı. Bir hastada lokalize femur başı avasküler nekroz saptanarak anterior mini
açık mozaikoplasti yapıldı. İki hastada eklem içinden serbest cisim, bir hastada eklem içi mermi çıkarıldı. İki hastada eklem içi patoloji saptanmadı.
Sonuçlar: Kalça artroskopisi eklem içi ve çevresindeki patolojilerin tanı ve tedavisinde deneyimli ellerde yapıldığı zaman iyi sonuçlar veren minimal invaziv bir tanı ve tedavi yöntemidir. Tekniğin başarısı yüksek olmakla birlikte nörojenik komplikasyonlar açısından cerrah portal yerleşiminde dikkatli olmalı, traksiyon süresini kısa tutmaya çalışmalıdır.
Objective: Hip is a relatively rigid and deep located joint. The role of arthroscopy in diagnosis and treatment of hip and surrounding tissue pathologies has been evaluated along with our clinical experience.
Material and Method: Fifteen hip arthroscopy cases who had admitted to our clinic with antalgic limp and groin pain between 2011 and 2012 were evaluated. Mean age was 35.8 (17-58) years. Three of the patients were female and 12 were male. Preoperative and postoperative Harris hip scores were recorded.
Results: Mean preoperative Harris Hip Score of the cases was 62.7 (54-86) and mean postoperative Harris Hip score was 92.5 (82-100). In three patients CAM type femoro-acetabular impingement was diagnosed and excessive portion of the femoral neck was shaved. In five patients, labral tears were detected. Two were repaired and three were debrided. One patient was diagnosed with osteochondral lesion and treated with reverse mosaicoplasty. Localised avascular necrosis of the femoral head was diagnosed in one patient and anterior mini-open mosaicoplasty was performed. Loose bodies were excised in two patients and intraarticular bullet was extracted in one patient. In two patients, no intraarticular pathology was detected.
Conclusion: When performed by experienced surgeons, hip arthroscopy is a minimal invasive diagnostic and treatment method which has successful results in intraarticular and periarticular hip disorders. Despite the high success rate, neurologic compromise must be avoided by paying meticulous attention in portal selection and by keeping the traction time as short as possible.

8.
Travmatik anterior omuz çıkıklarında artroskopik bankart tamiri
Arthroscopic bankart repair in the traumatic anterior shoulder dislocation
Ibrahim Kaya, Ahmet Ertürk, Akın Uğraş, Erhan Bayram, Ibrahim Sungur, Murat Yılmaz, Samed Ordu, Ercan Çetinus
doi: 10.5350/SEMB2013470208  Sayfalar 83 - 86
Amaç: Tekrarlayan anterior omuz çıkığı tedavisinde yapılan artroskopik bankart tamiri sonuçları tartışıldı.
Gereç ve Yöntem: Tekrarlayan omuz çıkığı nedeni ile artroskopik bankart tamiri yapılan 16 hasta değerlendirmeye alındı. Dört hasta bayan, 12 hasta erkekti. Tüm hastalara direkt radyografi ve manyetik rezonans görüntüleme yapıldı. Sonuçlar Rowe ve Constant skoru ile değerlendirildi.
Bulgular: Ortalama çıkma sayısı 10.2, ortalama Rowe skoru 90.6 ve ortalama Constant skoru 94.3 bulundu. İki hastada eşlik eden süperior labral anterior ve posterior tamir yapıldı. Üç hastada Hill Sachs defekti, üç hastada ise glenoid kenarda defekt mevcuttu. Bir hastamızın ameliyattan 15 ay sonra yeni travma sonrası nüks omuz çıkığı görüldü; tekrar opere edildi. Bir hastamıza vida eklem içi penetrasyonu nedeni ile revizyon yapıldı. Ortalama takip süresi 32.6 aydı.
Sonuç: Artroskopik Bankart tamirinin klinik sonuçları iyidir. Ameliyat öncesi çıkık sayısı fazla olan hastalarda revizyon cerrahisine ihtiyaç olabilir; dikkatli olunmalıdır.
Objective: To analyze the results of arthroscopic Bankart repair for recurrent anterior shoulder dislocations.
Material and Method: 16 patients who were performed arthroscopic Bankart repair due to recurrent anterior shoulder dislocation were included in the study. There were four females and 12 males. X ray and Magnetic resonans imaging was admitted for all patients. Results were evaluated according to Rowe and Constant scores.
Results: The mean number of dislocations was 10.2, mean Rowe score was 90.6 and mean Constant score was 94.3. Concomitant superior labral anterior and posterior repair was performed for two patients. Three patients had Hill Sachs defects and three patients had defects on the glenoid rim. One patient was detected with traumatic redislocation 15 months after the operation and was reoperated. One patient was reoperated because of intraarticular penetration of the anchor. Mean follow up time
was 32.6 months.
Conclusion: Arthroscopic bancart repair has good clinical outcome. Increased number of preoperative dislocations may increase the frequency of redo surgery; this should be kept in mind for these patients.

OLGU SUNUMU
9.
Dengeli ROB translokasyonu (14;21) olan bir kadın: Olgu sunumu
A woman with balanced ROB translocation (14;21): case report
Ali Karaman, Paşa Uluğ
doi: 10.5350/SEMB2013470209  Sayfalar 87 - 90
Sitogenetik çalışmalar, spontan abortusda çok sayıda kadında açıklayıcı özelliğe sahiptir. Aile hikayesi, pedigri analizi ve parental karyotipler risk tahmininde temel faktörlerdir. Bu çalışmada, rob(14;21) (q10;q10) olan bir annenin klinik özeliği literatür bilgileri ışığında sunulmuştur. Habituel abortus sebebiyle laboratuarımıza gönderilen bir ailenin, konvansiyonel sitogenetik tekniklerle incelemeleri yapıldı. Sitogenetik analiz sonucunda annenin karyotipi 45,XX, rob(14;21)(q10;q10) olarak tespit edildi. Babanın karyotipi normal idi (46,XY).
Cytogenetic studies have revealed more number of females in spontaneous abortion. Family history, analysis of pedigree, and karyotypes of the parents are the basic factors at estimating the risks. In this study, the clinical feature of the rob(14;21)(q10;q10) with mother is presented based on the literature. Family members were sent to laboratory of medical genetics because of habitual abortus. Conventional cytogenetic techniques were performed for these patients. The karyotype of the mother was found as 45,XX, rob(14;21)(q10q10). The karyotypes of the father was normal (46,XY).

10.
Hızlı progresif görme kaybı ile giden ve puls steroid tedavisinden yararlanan bir idiyopatik intrakraniyal hipertansiyon olgusu
A case of idiopatic intracranial hypertension with rapidly progressive vision loss and that benefits from pulse steroid therapy
Zahide Mail Gürkan, Ülgen Yalaz Tekan, Ayşe Destina Yalçın, Lale Gündoğdu Çelebi, Gülay Kenangil, Zeynep Tanrıverdi, Hulki Forta
doi: 10.5350/SEMB2013470210  Sayfalar 91 - 94
Bu çalışmada 28 yaşında hızlı yerleşen görme kaybı ile başvuran bir idyopatik intrakraniyal hipertansiyon olgusu sunulmuştur. Etiyolojik faktör olarak polikistik over hastalığı, kısa süreli oral kontraseptif kullanımı ve demir eksikliği saptandı. Hastaya oral asetozolamid tedavisinin yanında 3 gün süre ile IV 1 gr/gün metilpednizolon tedavisi verildi. Ayrıca hastaya boşaltıcı lomber ponksiyonlar ve lumboperitoneal şant uygulandı. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyonun seyri sırasında nadir de olsa görme kaybı hızla gelişebilir. Bu olguda yüksek doz intravenöz kortikosteroid tedavisi zaman kazanmak ve görmenin düzelmesi açısından yararlı olabilmektedir.
In this report, a 28-year-old patient who had idiopathic intracranial hypertension with rapidly progressive visual loss was reported. Etiological factors were polycystic ovarian disease, short-term oral contraceptive use and iron deficiency. She was administrated oral acetozolamid and metilprednizolon IV 1g/day. In addition to drug therapy, the patient underwent repeat lumbar punctures and lumboperitoneal shunt. In idiopathic intracranial hypertension, it is very rare but loss of vision may rapidly develop. In this case, high-dose intravenous corticosteroid therapy might be a god option in terms of save time to improve vision.

EDITÖRE MEKTUP
11.
Çocuk hastada nadir görülen katater komplikasyonu (Editöre mektup)
Çocuk hastada nadir görülen katater komplikasyonu (Editöre mektup)
Nurullah Doğan
doi: 10.5350/SEMB2013470211  Sayfalar 95 - 96
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale