ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 45 (2)
Cilt: 45  Sayı: 2 - 2011
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Kliniğimizde gerçekleştirilen histerektomi olgularının değerlendirilmesi
Evaluation of hysterectomy cases in our clinics
Burcu Dinçgez, Ebru Inci Coşkun, Yavuz Tahsin Ayanoğlu
Sayfalar 35 - 38
Amaç: Kliniğimizde uygulanan histerektomi operasyonlarını, hastaların demografik özellikleri ile birlikte klinik açıdan değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde Ocak 2003-Haziran 2010 tarihleri arasında histerektomi operasyonu uygulanan 949 hastanın demografik ve klinik özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi.
Sonuç: Çalışmaya alınan tüm hastaların yaş ortalaması 50.54±9.5 olup, vaginal yaklaşımla yapılan histerektomilerde yaş ortalaması 60.10±10.20’dir. Tüm histerektomilerin %13.17’si vaginal histerektomi olup, total abdominal histerektomi ise tüm histerektomilerin %86.83’sini oluşturmaktadır. Histerektomi endikasyonları sıralamasında 311 (%32.77) ile myoma uteri ilk sırada yer almakta, bunu 139 (%14.65) hasta sayısı ile adneksiyal kitleler izlemektedir. Jinekolojik maligniteler ise endikasyonların %6.74’ünü oluşturmaktadır. Hem vaginal (%0.8’nde) hem abdominal histerektomi (%0.12’sinde) grubunda 1’er hasta olmak üzere toplam 2 hastada mesane onarımı gerektiren mesane yaralanması gerçekleşmiştir. Barsak yaralanması tüm vakaların %0.52’sinde görülmüştür.
Yorum: Kliniğimizde abdominal histerektomi, vaginal histerektomiden daha sık uygulanmakla birlikte, vaginal histerektomi, prolapsusu olan, özellikle anatomisi uygun vakalarda uygulanmakta ve bu kararı cerrahın deneyimi de etkilemektedir. Bu değerlendirmeler ışığında ülkemizdeki diğer Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinikleri’nin de verileri doğrultusunda hem ülkemiz istatistiklerinin ortaya konulabileceği, hem de klinikler arası bilgi alışverişinin sağlanabileceği kanaatindeyiz
Objective: The aim of the study was to evaluate the hysterectomies carried out in our clinic with demographic characteristics of patients.
Methods: The study retrospectively evaluates the clinical and demographic characteristics of the 949 patients that had hysterectomy procedures with various indications between January 2003-June 2010 in Taksim Training and Research Hospital, Gynecology and Obstetrics Department.
Results: The mean age was 50.54±9.5 in all groups and 60.10±10.20 in vaginal hysterectomy group. The ratio of vaginal hysterectomy was determined as 13.17%, whereas the ratio of abdominal hysterectomy was 86.83%. In our clinic, the most common hysterectomy indication was myoma uteri (311 patients, 32.77%) and the second most common indication was adnexial mass (139 patients, 14.65%). The ratio of hysterectomies performed for gynecological malignancies were 6.74%. We have seen 0.52% bowel injury in all groups and 0.12% bladder injury in abdominal hysterectomy group. Also, in vaginal hysterectomy group, there was 1 patient (0.08%) with bladder injury.
Conclusion: Abdominal hysterectomy has been performed more common than vaginal hysterectomy in our clinic. The vaginal hysterectomy has been performed in patients who have pelvic prolapse and appropriate anatomy fort he procedure. Also the variation of procedure depends on the experience of surgeon. In the light of these assesments, in line with data from other gynecology and obstetrics clinics in our country, both statistics of our country can be revealed and information can be exchanged between clinics.

2.
Gastrointestinal sistem fitobezoarları
Phytobezoars of gastrointestinal system
Cemal Kaya, Uygar Demir, Tahir Atun, Özgür Bostancı, Mustafa Arısoy, Şener Okul, Gürhan Işıl, Mehmet Mihmanlı
Sayfalar 39 - 43
Amaç: Mide ve/veya ince bağırsak fitobezoarları nadir görülmekte ve zaman zaman akut batın bulguları ile kar- şımıza çıkmaktadır. Çalışmamızda mide ve/veya ince bağırsak fitobezoarlarına yönelik tanı ve tedavi yaklaşımını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Aralık 1999-Kasım 2010 tarihleri arasında fitobezoar nedeniyle ameliyat edilen hastaların kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Bu hastaların yaşları, cinsiyetleri, daha önce geçirmiş oldukları ameliyatlar, ek hastalıkları, başvuru şikayetleri ve uygulanan tedavi yöntemleri incelendi.
Bulgular: Toplam hasta sayısı 6 (4 kadın, 2 erkek) olup, hastaların yaş ortalaması 63,3 yıl idi. Hastalardan 4’ü acil servise, 2’si ise elektif olarak polikliniğe başvurmuşlardı. İki hasta peptik ülser perforasyonu nedeniyle ameliyat edilmiş olup 1 hastada Diyabetes Mellitus (DM) var idi. İki hastaya batın ultrasonografi (USG), 2 hastaya ise bilgisayarlı batın tomografisi (BT) çekildi; ancak hiçbirinde fitobezoar tanısı radyolojik olarak konulamadı. Üç hastaya ameliyat öncesi yapılan gastroskopide mide fitobezoarı görüntülendi. Fitobezoarlar endoskopik tedaviye uygun olmadığından cerrahi tedavi uygulandı. Ameliyatta 2 hastadaki mide fitobeozarları gastrotomi ile, 1 hastadaki mide ve incebarsak fitobezoarları gastrotomi ve enterotomi ile, 2 hastadaki incebarsak fitobezoarları enterotomi ile çıkarıldı. İncebarsak perforasyonu olan hastada segmenter incebarsak rezeksiyonu uygulandı ve fitobezoar çıkarıldı. Ameliyat sonrası komplikasyon gözlenmeyen hastalar ortalama 7. günde taburcu edildiler.
Sonuç: Fitobezoarlar mekanik barsak tıkanıklığının ender nedenlerindendir. Özellikle geçirilmiş mide ve duodenum ameliyatı öyküsü olan ve incebarsak tıkanıklığı bulgularıyla başvuran hastalarda fitobezoarlar da akla gelmelidir.
Purpose: Gastric and/or small intestinal phytobezoar are rare but occasionally apply with acute abdomen findings. In our study, we aimed to determine diagnosis and treatment approach for gastric and/or small intestinal phytobezoar.
Material and Method: Data of the patients operated for phytobezoar between december 1999-november 2010 were evaluated retrospectively. Age, sex, previous operations, comorbid disease, complaintments and treatments of the patients were studied.
Results: Sum of the patients were 6 (4 female and 2 male) and mean age of the patients was 63,3 year. Four of the patients were admitted to emergency service, 2 were admitted to policlinics with elective course. Two of the patients were operated for peptic ulcus perforations, and 1 patients has diabetes mellitus (DM). Abdominal ultrasonography (USG) was performed for 2 patients, and abdominal computed tomography (CT) was performed for 2 patients, but phytobezoars not diagnosed with radiologically in non of the patients. Phytobezoars were diagnosed with endoscopy before the operation in 3 patients. Phytobezoars are not suitable for endoscopic treatment so the patients have gone to operation. In the operation, gastric phytobezoars was removed with gastrotomy in 2 patients, gastric and intestinal phytobezoars removed with gastrotomy and enterotomy 1 patient and intestinal phytobezoar was removed with enterotomy in 2. Segmenter small intestinal resection was performed and phytobezoar was removed in the patient with intestinal perforation. Patient was discarged from
the hospital mean 7 days without postoperatif complication.
Conclusion: Phytobezoars was the rare cause of intestinal obstructions. Phytobezoars should be remembered in the patients with intestinal obtruction findindings and gastric-duodenal operation history.

3.
Ayaktaki aksesuar kemiklerin görülme sıklığı ve dağılımı
The incidence and distribution of accessory ossicles of the foot
Hilal Kır, Sibel Kandemir, Mehmet Olgaç, Onur Yıldırım, Gökhan Şen
Sayfalar 44 - 47
Ayaktaki aksesuar kemikler genellikle asemptomatiktir. Aksesuar kemikler travma varlığında yanlışlıkla avulsiyon kırıkları olarak değerlendirilebilir. Yanlış ön tanıları azaltmak için aksesuar kemiklerin lokalizasyonları ve sıklığı iyi bilinmelidir. Çalışmamızda yaşları 21-83 arasında değişen, kadın ve erkek, 277 olguya ait, ayak bileği-ayak ön-arka ve yan radyografileri, aksesuar kemikler açısından retrospektif olarak incelendi. Aksesuar kemiklerin cinsiyete göre görülme sıklığı, dağılımı, bilateral ve bir arada olma durumları araştırıldı. İncelenen 277 olgunun %45,4’ünde aksesuar kemik saptandı. En sık görülen aksesuar kemikler aksesuar navikular kemik (%65,8), os peroneum (%16,6), os trigonum (%11,9), os vesalianum (%7,1), os subtibiale (%3,9), os talotibiale (%3,9), os intermetatarseum (%2,3) ve os interkuneiforme (%2,3) idi. Aksesuar kemikler, tüm kadın olguların %45,8’inde ve tüm erkek olguların %44,4’ünde görüldü. Kadın ve erkek olgularda en sık görülen aksesuar kemik, aksesuar navikular kemikdi. Aksesuar kemikler olguların %55,5’inde her iki ayakta, %30,9’unda sağ ayakta ve %13,4’ünde sol ayakta görüldü. En sık bilateral olarak görülen aksesuar kemik, aksesuar navikular kemikti. Olguların %10,6’sında iki farklı aksesuar kemiğin ve %2,6’sında üç farklı aksesuar kemiğin bir arada olma durumu saptandı. Böylece bölgemizde ayak aksesuar kemiklerinin görülme sıklığı ve dağılımı hakkında genel bir değerlendirme yapmış olduk.
Accessory ossicles of the foot are generally asymptomatic. Accessory ossicles could be confused with avulsion fractures in the presence of trauma. Locations and frequency of accessory ossicles should be well known to reduce incorrect preliminary diagnosis. In our study, anterior-posterior and lateral radiography of anklefoot of 277 female and male cases with an age range of 21 to 83 years were examined retrospectively with regard to accessoy ossicles. Accessory ossicles were examined according to the sex, frequencies and divisions of the bones, bilaterality and coexistence. Accessory ossicles were determined in %45,4 of 277 cases. The most common accessory ossicles were accessory navicular bone (65,8%), os peroneum (16,6%), os trigonum (11,9%), os vesalianum(7,1%), os subtibiale (3,9%), os talotibiale (3,9%), os intermetatarseum (2,3%) and os intercuneiforme (2,3%). Accessory ossicles were seen in 45,8% of all female cases and 44,4% of all male cases. The most common accessory ossicle in female and male cases was accessory navicular bone. The accessory ossicles were seen in 55,5% of cases in both of the feet, in 30,9% of cases right unilaterally and in 13,4% of cases left unilaterally. The most common seen bilaterally accessory ossicle was accessory navicular bone. We determined the coexistencies of two different accessory ossicles as 10,6% of cases and three different accessory ossicles as 2,6% of cases. Thus, we have made an overall assesment about the incidence of accessory ossicles of the foot and distribution in our region.

4.
Pars plana vitrektomi operasyonu uygulanan hastaların etyolojik dağılımları
Etiologic distributions of the patients undergoing pars plana vitrectomy
Saniye Üke Uzun, Dilek Güven, Çağrı Türker
Sayfalar 48 - 51
Amaç: Kliniğimizde yapılan Pars Plana Vitrektomi (PPV) operasyonlarında etyolojik dağılımın incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde Ekim 2008–Mayıs 2010 tarihleri arasında PPV uygulanan olgular hasta kayıtlarından retrospektif olarak incelendi ve etyolojik nedenler belirlendi.
Bulgular: Hasta grubumuzu, yaş ortalaması 54,45 (4-84 yaş) olan 45’i erkek olmak üzere toplam 85 hastanın 90 gözü oluşturdu. Etyolojilerine göre değerlendirildiğinde; olguların %40’ı (36 göz) proliferatif diyabetik retinopati (PDR) komplikasyonları, %21,1’i (19 göz) yırtıklı retina dekolmanı (RD), %17,8’i (16 göz) makuler yüzey hastalıkları, %8,9’u (8 göz) penetran göz yaralanması (bunların 3’ünde göz içi yabancı cisim mevcuttu), %3,3’ü (3 göz) vitre hemorajisi, %3,3’ü (3 göz) masif submakuler hemoraji, %3,3’ü (3 göz) katarakt cerrahisi sırasında gelişen vitreye nükleus veya göz içi lens (GİL) düşmesi, %2,2’si (2 göz) endoftalmi olarak dağılım gösterdi.
Gözlerin 14’üne ilave 2. operasyon gerekti; %64’ü (9 göz) nüks retina dekolmanı, %29’u (4 göz) geçirilmiş cerrahi sonrası oluşan epiretinal membran, (ERM) %7’si (1 göz) rehemoraji sebebiyle 2. kez opere edildi. Gözlerin 7’si nüks retina dekolmanı (%57-4 göz) ve cerrahiye sekonder epiretinal membran (%43-3 göz) sebebiyle 3. kez opere edildi. İki göz ise nüks dekolman (dev yırtıklı retina dekolman cerrahisi sonrası proliferatif vitreoretinopati gelişimi) sebebiyle 4. kez opere edildi. Ayrıca 12 göze ise önceki ameliyatında verilmiş olan silikonun alınması için mükerrer cerrahi uygulandı.
Sonuç: Kliniğimizde geniş bir spektrumda uygulanan vitreoretinal cerrahi operasyonlarının literatürle benzer dağılımda; proliferatif diyabetik retinopati komplikasyonları, retina dekolmanı ve komplikasyonları nedeniyle daha sık yapıldığı saptanmıştır.
Aim: To evaluate the indications of pars plana vitreoretinal surgery in Şişli Etfal Training and Research Hospital Eye Clinic.
Materials and Methods: The patients who underwent PPV between September 2008 and May 2010 were evaluated retrospectively using their charts and indications were determined in our clinic.
Results: The study included 90 eyes of 85 patients who underwent vitreoretinal surgeries. Demography and indications were analyzed. Mean age was 54,45 and 45 patients were male. According to etiology the distribution was as follows; proliferative diabetic retinopathy (PDR) complications in 36 eyes (40%), retinal detachment (RD) in 19 eyes (22%), macular surface disease in 16 eyes (17,7%), penetrating ocular trauma in 8 eyes (8,8%), vitreus hemorrhage in 3 eyes (3,3%), massive submacular hemorrhage in 3 eyes (3,3 %), nucleus or intraocular lens (IOL) indrop as a complication of previous cataract surgery in 3 eyes (3,3%) and endophthalmitis in 2 eyes (2,2%).
In 14 patients a second operation was required due to retinal redetachment in 64% (9 eyes), secondary epiretinal membrane formation (ERM) in 29% (4 eyes) and rehemorrhage in 7% (1 eye). Retinal redetachment in 4 eyes (57%) and secondary epiretinal membrane in 3 eyes (43%) necessitated third operation in 7 eyes. Two eyes received fourth operation because of retinal redetachment. In addition silicone oil removal as a consequence of primary operation was applied to twelve eyes.
Conclusion: A wide spectrum of vitreoretinal surgery operations were performed in our clinic. In accordance with the literature, vast majority of the indications were proliferative diabetic retinopathy complications, retinal detachment and its complications.

OLGU SUNUMU
5.
Onyedi yaşındaki erkek hastada iktersiz primer sklerozan kolanjit-olgu sunumu
Primary sclerosing cholangitis without jaundice in a seventeen years old male-case report
Binnur Tağtekin Sezer, Önder Sezer, Şuayip Oygen, Can K. Çalışkan, Fatih Borlu
Sayfalar 52 - 55
Primer sklerozan kolanjit (PSK), karaciğer içi ve dışı safra yollarında inflamasyon, fibrozis ve bunların sonucu geli- şen darlıklarla ortaya çıkan, idiopatik, kronik ve ilerleyici özellikte bir kolestatik karaciğer hastalığıdır. Genellikle erkeklerde ve 40’lı yaşlarda ortaya çıkar. PSK’le birlikte en sık görülen hastalık inflamatuar barsak hastalıkları (İBH)’dır. PSK ve İBH birlikteliği erkeklerde 2 kat daha sık iken, tek başına PSK kadınlarda daha sıktır. Genellikle sarılık ve kaşıntı ilk bulgularıdır. Bu makalede, normalden farklı olarak, nadir görülen örneğiyle hafif şiddette karın ağrısıyla kliniğe başvuran, 17 yaşında, beraberinde ek hastalık bulunmayan erkek bir primer sklerozan kolanjit vakasını sunmayı amaçladık.
Primary sclerosing cholangitis is an idiopathic, chronic and progressive liver disease which takes place as the inflamation, fibrosis and obliteration of the intrahepatic and extrahepatic bile ducts. It most commonly occurs in young men about forties. Primary sclerosing cholangitis is usually associated with inflamatory bowel disease. Inflamatory bowel disease and primary sclerosing cholangitis are seen together in men twice as in women. But primary sclerosing cholangitis especially seens in women without another disease. Usually first symptoms are jaundice and pruritus. In this case, our subject is an 17 years old male who has abdominal pain but no other diseases.

6.
Fetal over kist torsiyonu tanısında perinatal ultrason ve manyetik rezonans görüntülemenin rolü
The role of perinatal ultrasound and magnetic resonance imaging in the diagnosis of fetal ovarian cyst torsion
Alper Özel, Recai Duymuş, Aysel Bayram, Emin Çakmakçı, Nihat Sever, Zeki Karpat
Sayfalar 56 - 59
Fetal over kistleri dişi cinsiyetli fetüslerde abdominal lezyonların önemli bir kısmını oluşturmakta olup, çoğunlukla unilateraldir. Bu kistlerin büyük kısmı küçük ve asemptomatik olup spontan olarak rezorbe olabildikleri için klinik önem taşımazlar. Bununla birlikte büyük kistlerde torsiyon, kanama ve rüptür gibi olası komplikasyonlar cerrahi girişim gerektirebildiğinden tanı almaları önem taşımaktadır. 30 yaşında diyabeti ve hipertansiyonu olan gebede, ultrason ile fetal pelvik bölgede kistik lezyonu saptanan ve postnatal cerrahi sonrası hemorajik torsiyone over kisti kesin tanısı alan olgunun ultrason ve manyetik rezonans görüntüleme bulgularını sunmaktayız.
Fetal ovarian cysts constitute an important part of the abdominal pathologies in female fetuses and are usually unilateral. The majority of these cysts are small and asymptomatic, and because they mostly could resolve spontaneously they pose no clinical threat. However, the diagnosis of large cysts is important because they may need surgical intervention due to the complications such as torsion, bleeding and rupture. Here, we present the ultrasound and magnetic resonance imaging findings of hemorrhagic torsion of an ovaian cyst in an infant that was firstly detected by antenatal ultrasound of an 30 year-old pregnant woman.

7.
Primer böbrek kaynaklı küçük hücreli karsinom: Olgu sunumu
Primary renal small cell carcinoma: case report
Orhan Tanrıverdi, Mustafa Kadıhasanoğlu, Mustafa Aydın, Müveddet Banu Yılmaz, Cengiz Miroğlu
Sayfalar 60 - 64
Renal küçük hücreli karsinom, ultrastrüktürel ve immunohistokimyasal olarak nöroendokrin ve epitelyal neoplazm karakteristikleri gösteren oldukça agresif ve uzak metastaz potansiyeli taşıyan, nadir bir malign tümördür. Küçük hücreli karsinomların yaklaşık %5’i ekstrapulmoner yerleşimlidir ve böbrek yerleşimine de oldukça az rastlanmaktadır. Tedavi olarak, nefrektomi ve sonrasında kemoterapi önerilse de yaşam süreleri oldukça kısadır. Vakamız, 75 yaşında, sağ renal pelvis yerleşimli, primer renal küçük hücreli karsinomu olan bir kadın hastaydı. Hastaya nefrektomi gerçekleştirildi ve patolojik değerlendirme sonrası, yüksek dereceli değişici epitel hücreli karsinom alanları da içeren küçük hücreli karsinom olarak rapor edildi. Kontrollerinde karaciğer metastazı saptanan ve 5 kür kemoterapi (sisplatin, etoposid) uygulanan hasta, tanı konulduktan 20 ay sonra yaşamını kaybetti.
Renal small cell carcinoma is a highly aggressive malignant tumor that has the potential of distant metastasis and it shows neuroendocrine and epithelial neoplasm features which are ultrastructural and immunohistochemical. Approximately 5% of small cell carcinomas are localized in extrapulmonary and renal localization is rarely seen. Although nephrectomy and chemotherapy are recommended for treatment, life expectancies are quite short. A 75-year-old woman, who had a primary small cell carcinoma of the right renal pelvis, was the subject of our case. Nephrectomy was performed on the patient and small cell carcinoma -containing areas of high grade transitional epithelium cell was reported after pathological evaluation. The patient, who had liver metastasis and thus received 5 cures of chemotheraphy (cisplatinum, etoposide), died 20 months after the diagnosis.

DERLEME
8.
Depresyon ve anksiyete bozuklukları
Depression and anxiety disorders
Oğuz Karamustafalıoğlu, Hüseyin Yumrukçal
Sayfalar 65 - 74
Depresyon ve anksiyete bozuklukları tıbbi hastalıkların en sık görülenlerindendir. Depresyon ve anksiyete sıklıkla birlikte görülür ve de diğer tıbbi hastalıklara da çok sık eşlik ederek onların seyrini ve tedavi yanıtını olumsuz olarak etkilerler. Depresyonun klinik olarak farklı ve bazen tanısı zor olan birkaç alt tipi bulunur. Genel tıbbi durum bağlı anksiyete bozukluklarının yanı sıra, panik bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu, özgül fobi ve travma sonrası stres bozukluğu olarak bilinen beş ana anksiyete bozukluğu ve bunlarla ilişkili bozukluklar anksiyete bozuklukları ailesini oluşturur. Bu bozuklukların tanı ve tedavileri, psikiyatristler dışındaki hekimleri de, bu bozuklukların genel tıbbi hastalıkların seyrini ve prognozunu etkilemesi bakımından, ilgilendirmektedir. Bu yazıda depresyon ve anksiyete bozukluklarının, epidemiyoloji, fizyopatoloji, komorbidite, tanı ve tedavilerinin kısa ve güncel bir özeti yer almaktadır.
Depression and anxiety disorders are among the most commonly encountered medical conditions. Depression and anxiety disorders are commonly found together and frequently accompany general medical disease, adversely affecting their course and treatment. Depression has several clinically distinct subtypes which are sometimes difficult to diagnose. Five main anxiety disorders known as panic disorder, generalized anxiety disorder, social anxiety disorder, spesific phobia and post traumatic stres disorder and several related disorders, as well as anxiety disorders due to a medical condition, constitute the anxiety disorders family. Diagnosis and treatment of these disorders are of concern to physicians other than psychiatrists, because of their effect on course and prognosis of general medical diseases. This is a concise and up to date overview of the epidemiology, physiopathology, comorbidity, diagnosis and treatment of depression and anxiety disorders.

LookUs & Online Makale