ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 42 (1)
Cilt: 42  Sayı: 1 - 2008
DERLEME
1.
Yenidoğanda sık kullanılan invazif girişimler
Common invasive procedures in neonatology
Ali Bülbül, Füsün Okan
Sayfalar 1 - 9
Son 20 yılda yenidoğan ünitelerindeki teknolojik ilerlemeler ve bilgi birikimi sayesinde düşük doğum ağırlıklı bebeklerin yaşama oranları giderek artmaktadır. Bu bebeklerin yaşam oranlarının artmasında uygun şekilde uygulanan invazif girişimlerin rolü büyüktür. Özellikle 1500 g’ın altındaki bebekleri yaşatma çabası içerisinde entübasyon, göbek arter ve ven kateteri takılması gibi bir çok invazif girişimler uygulanmaktadır. Diğer yandan hasta bebeklerin bakımında da invazif girişimlerin uygulanması kaçınılmazdır. Uygun şekilde yapılan invazif girişimler hayat kurtarıcı olurken, bazı girişimler sayesinde bebeğin uzun süreli ağrılı uyaranlara maruz kalması da azaltılır, böylece bebeğin bakım konforu artırılır. Ancak invazif girişimleri yapacak olan kişinin konu ile ilgili yeterli bilgiye, beceriye ve deneyime sahip olması gerekmektedir. İnvazif girişimler esnasında katı steril şartların sağlanması, bebeğin uygun monitorizasyonu ve temel sağlık bakımının (ısı, nem ve sıvı desteği gibi) verilmesi gerektiği bilinmelidir. Bu amaçla günümüzde yenidoğan döneminde sık uygulanan invazif girişimler; yapılma nedenleri, yapılmaması gereken durumlar, işlem esnasında gerekli malzemeler, işlemde dikkat edilmesi gereken durumlar, teknik, bakım ve sık görülen komplikasyonlar açısından değerlendirildi.
Son 20 yılda yenidoğan ünitelerindeki teknolojik ilerlemeler ve bilgi birikimi sayesinde düşük doğum ağırlıklı bebeklerin yaşama oranları giderek artmaktadır. Bu bebeklerin yaşam oranlarının artmasında uygun şekilde uygulanan invazif girişimlerin rolü büyüktür. Özellikle 1500 g’ın altındaki bebekleri yaşatma çabası içerisinde entübasyon, göbek arter ve ven kateteri takılması gibi bir çok invazif girişimler uygulanmaktadır. Diğer yandan hasta bebeklerin bakımında da invazif girişimlerin uygulanması kaçınılmazdır. Uygun şekilde yapılan invazif girişimler hayat kurtarıcı olurken, bazı girişimler sayesinde bebeğin uzun süreli ağrılı uyaranlara maruz kalması da azaltılır, böylece bebeğin bakım konforu artırılır. Ancak invazif girişimleri yapacak olan kişinin konu ile ilgili yeterli bilgiye, beceriye ve deneyime sahip olması gerekmektedir. İnvazif girişimler esnasında katı steril şartların sağlanması, bebeğin uygun monitorizasyonu ve temel sağlık bakımının (ısı, nem ve sıvı desteği gibi) verilmesi gerektiği bilinmelidir. Bu amaçla günümüzde yenidoğan döneminde sık uygulanan invazif girişimler; yapılma nedenleri, yapılmaması gereken durumlar, işlem esnasında gerekli malzemeler, işlemde dikkat edilmesi gereken durumlar, teknik, bakım ve sık görülen komplikasyonlar açısından değerlendirildi.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.
Kliniğimizde izlenen kabakulak meningoensefalitli olguların değerlendirilmesi
The evaluation of patients diagnosed with mumps meningoencephalitis
Metin Uyasalol, Ezgi Paslı, Semra Kayaoğlu, Leyla Telhan, Günsel Kutluk
Sayfalar 10 - 16
Amaç: Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Servisinde kabakulak meningoensefaliti tanısı ile izlenen
hastaların demografik ve klinik özelliklerini inceledik.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2004- Aralık 2007 tarihleri arasında kabakulak meningoensefaliti tanısı ile yatırılarak izlenen 121
hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: 2004-2007 yılları arasında yatırılan hasta sayısı sıra ile 11, 12, 48 ve 50 olarak bulundu. 2006 yılının Haziran
ayında Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak aşısı ile aşılama tüm ülkede başladı. 2006 yılının sonuna dek hastaların hiçbiri aşılanmamış
iken 2007 yılında hastaların %38’i iki kez, %32’si ise bir kez aşılanmıştı. Hastalarda sıklık sırasına göre %100 ateş,%90 kusma,%57.8 baş ağrısı ve %9.9 karın ağrısı şikâyetleri gözlendi. Yapılan fizik muayenelerinde hastaların %70.2’sinde ense sertliği,%44.6’sında Kerning ve Brudzinsky pozitifliği,%5.7’sinde ise konvülziyon vardı.
Sonuç: Aşılamanın tüm topluma yayılması ile kabakulak oranlarında önemli bir azalma sağlanabilir. Bununla birlikte en
önemli komplikasyonu olan meningoensefalitin aşılanmış çocuklarda da görülebileceği düşünülmelidir. Aşının kabakulak
meningoensefalitini önlemedeki etkinliği hakkında daha geniş çaplı araştırmalara ihtiyaç vardır.
Objective: We investigated the demographic and clinical characteristics of the patients diagnosed with mumps meningoencephalitis
in the clinic of Pediatric Infectious Diseases at Şişli Etfal Training and Research Hospital.
Methods and Material: 121 patients diagnosed with mumps meningoencephalitis at our hospital have been evaluated retrospectively
between Jan 2004-Dec 2007.
Results: The number of patients hospitalized was 11 in 2004, 12 in 2005 versus 48 in 2006 and 50 in 2007. In June 2006, national immunization had started with inclusion Measles-MumpsRubella (MMR) vaccine to the National Immunization Schedule. This year’s data based on immunization records of diagnosed patients revealed the fact that, while patients till 2007 were nonimmunized, 38% of diagnosed patients was immunized twice, 32% of diagnosed patients was immunized once and that 22% of patients was nonimmunized. The complaints in order of frequency were fever in 100%, vomiting in 90%, headache in 57.8% and abdominal pain in 9.9% of
patients. 70% of patients have had stiffness, 44.6% positive Kerning-Brudzinsky and 5.7% convulsion.
Conclusion: The immunization should be realized all over the country. The incidence of meningoencephalitis which is the most important complication of mumps, should be of consideration even among children immunized with mumps.

3.
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk sağlığı ve hastalıkları kliniğinde izlenen Tip 1 diyabetes mellituslu çocukların epidemiyolojik özellikleri
Epidemiologic features of children with type 1 diabetes mellitus followed up in child health and diseases clinic of Bakırköy Dr. Sadi Konuk Education and Research Hospital
Aysun Karadağ, Yalçın Çelik, Özgür Toklucu, Canan Hasbal, Sami Hatipoğlu
Sayfalar 17 - 21
Amaç: Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniğinde Tip 1 Diabetes Mellitus tanısı ile izlenen çocukların epidemiyolojik özelliklerinin incelenmesi.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 2002 ve 2006 yılları arasında kliniğimizde izlenen, yaşları 2 ile 14 arasında değişen 51 (30 kız, 21 erkek) hastanın epidemiyolojik özellikleri incelendi. Hastaların cinsiyet, tanı yaşları ve başvuru mevsimsel dağılımına bakıldı. Şikâyetlerine göre; Bulantı-Kusma-Karın ağrısı-Baş ağrısı-Bayılma (Grup1), Poliüri-Polidipsi-PolifajiKilo Kaybı (Grup2) ve yakınması olmayanlar (Grup3) olmak
üzere üç gruba ayrıldı. Biyokimya ve fizik muayene bulgularına göre Hiperglisemi-Glikozüri, Ketonemi- Ketonüri, Diabetik ketoasidoz ve Koma olmak üzere dört gruba ayrıldı. Aile öyküleri ve HbA1c düzeyleri değerlendirildi.
Bulgular: Tanı anındaki yaşları 4-6 yıl (n=16, %31,37) arasında pik gösterdi ve en fazla ilkbahar mevsiminde (n=15, %29,4) başvuru olduğu belirlendi. En sık şikâyetin Bulantı-Kusma-Karın ağrısı-Baş ağrısı-Bayılma (n=25, %49) olduğu görüldü. On hastanın, yakınması yoktu. Tanı, rutin incelemeler sırasında konulmuştu (%19,6). Biyokimya ve fizik muayene bulgularına göre en sık Hiperglisemi-Glikozüri (n=21, %41,2) tespit edildi. Altı hastanın birinci derece akrabalarında diyabet saptandı (%11,76). 27 hastanın HbA1c düzeyleri referans
aralığının üzerindeydi (%52,9).
Sonuç: Olgularımızın tanı anındaki yaşlarının 4-6 yıl arasında pik yaptığı görülmektedir. Bu sonuca ilgili yaş grubunda sıklığı artan viral enfeksiyonların ya da katkı maddesi içeren besinlerin erken yaşlarda verilmesinin hastalığa neden olduğu düşünülebilir. On hastanın tanı sırasında yakınması yoktu. Bu nedenle başka amaçla istenen tetkikleri incelerken diyabet de tanıda düşünülmelidir.
Purpose: To evaluate the epidemiologic features of the children diagnosed with type 1 diabetes mellitus followed up in Child Health and Diseases Clinic of Bakırköy Dr. Sadi Konuk Education and Research Hospital.
Material and methods: We investigated epidemiologic features of 51 patients (30 girls and 21 boys) between 2 - 14 years of age followed up in our clinic between 2002 and 2006. The distribution of gender, diagnose age, and application seasons of the patients were examined. According to their complaints, they were divided into three groups such as nausea-vomitingheadache- abdominal pain- fainting, polyuria- polydypsiapolyphagia- weight loss and those who don’t have any complaints. According to biochemical and physical findings, they were divided into four groups: hyperglycemia-glucosuria, ketonuria- ketonemia, diabetic ketoacidosis and coma. The
family history and levels of HbA1c were evaluated.
Data: The age of diagnosis reached the peak level between 4 and 6 (n=16, %31.37). Admissions to hospital were mostly during spring season (n=15, %29.4). It was determined that the most frequent complaints were nausea, vomiting, abdominal pain, headache and fainting (n=25, %49). 10 patients did not have any complaints. Their diagnosis was made by routine investigation (%19.6). According to biochemical and physical examination, hyperglycemia- glucosuria were the most frequent findings (n=21, %41.2). Diabetes mellitus was detected in the
first grade relatives of 6 patients (%11.76). HbA1c levels of 27 patients were above the reference interval (%52.9).
Conclusion: It was seen that the ages during the diagnosis of our cases made peak between 4 and 6 years. It may be thought that this result is related to the increased frequency of viral infections and consumption of nonorganic foods in this age group. It was seen that ten patients had no complaints during the diagnose time. Therefore diabetes mellitus must be considered while examining the tests that are taken for other purposes.

4.
Androgenetik alopesili kadınlarda hairdeks ile yaşam kalitesinin değerlendirilmesi
The evaluation of the quality of life in women with androgenetic alopecia using hairdex
Eylem Ceren, Tuğba Rezan Ekmekçi, Adem Köşlü
Sayfalar 22 - 26
Amaç: Saç hastalıklarına özgü bir yaşam kalite ölçeği olan hairdeks ile androgenetik alopesinin Türk kadınlarında hayat kalitesine etkisini ve ölçeğin kabul görüp görmeyeceğini araştırmaktı.
Gereç ve Yöntem: Androgenetik alopesili 100 kadın çalışmaya alındı. Yaş, eğitim durumu, saç dökülme süresi, evresi kaydedildi. Hastalardan 48 soruluk “hairdeks” ve hairdeksi değerlendirmelerini sağlayacak “Hasta Değerlendirme Formu”nu doldurmaları istendi.
Bulgular: Duygu skorları diğerlerine kıyasla fark edilebilir derecede yüksekti. Yaş artarken hairdeks (r=-0.20 p<0.05) ve semptom skorları azalmaktaydı (r=-0.23 p<0.05). Eğitim düzeyi ve dökülme evresiyle ölçek skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Dökülme süresiyle stigmatizasyon skoru arasında zayıf derecede anlamlı negatif korelasyon vardı (r=-0.20 p<0.05). Emeklilerde hairdeks ve duygu skorları diğerlerine oranla anlamlı derecede düşüktü (p<0.05). Değerlendirme form skorları ortalaması 4.76’ydı. Hastaların %98’i hairdeksi doldurmaya değer bulmuşlardı.
Sonuç: Androgenetik alopesi kadınlarda yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Hairdeks hastalar tarafından kabul görmüş-
tür, ancak geçerlilik çalışmaları ile Türk toplumuna uyarlanmalıdır.
Objective: It was to evaluate the impact of androgenetic alopecia on the quality of life of Turkish women using hairdex which is a specific questionnaire for hair diseases and whether the questionnaire was accepted or not.
Study Design: A total of 100 female patients with androgenetic alopecia were included in this study. Patients’ age, education level, the duration of hair loss and the severity of alopecia were noted. The patients were asked to fill in “hairdex” which contains 48 questions and a “Patient Assessment Form”.
Results: Emotional scores were significantly higher than the others. Age had a negative correlation with hairdex (r=-0.20 p<0.05) and symptom scores (r=-0.23 p<0.05). There were no statistically difference between the questionnare scores and the duration of alopecia and the severity of alopecia. There was a statistically weak negative corelation between the duration of alopecia and the stigmatisation scores (r=-0.20 p<0.05). Hairdex and emotion scores were in the retired group statistically lower (p<0.05). Patient assessment form median score
was 4.76. Ninety eight percent of patients thought that the test was worth the time.
Conclusions: Androgenetic alopecia has a negative impact on quality of life of women. Hairdex was accepted by the patients. However, the test should be adapted to Turkish society by validation studies.

OLGU SUNUMU
5.
Hairy cell lösemiye bağlı dev dalak olgusunda splenektomi (Olgu sunumu)
Splenectomy in a giant spleen caused by hairy cell leukemıa (Case presentation)
Cemal Kaya, Uygar Demir, Önder Karabay, Kadir Özer, Özgür Bostancı, Halil Çoşkun, Ece Dilege, Mehmet Mihmanlı
Sayfalar 27 - 29
Hairy cell lösemi, splenomegali ile seyreden nadir görülen kronik bir lenfopoliferatif hastalıktır. Dört yıldır hairy cell lösemi sebebiyle tedavi gören 67 yaşındaki erkek hastada spleneomegali saptandı. Komplikasyonların önlenmesi amacıyla splenektomi uygulandı. Hairy cell lösemi ile uyumlu olarak immunohistokimyasal çalışma ile CD3, CD20, TRAP pozitif bulundu. Hairy cell lösemiye bağlı dalağın dev boyutlara ulaştığı vakalarda komplikasyonların oluşumunun engellenmesi ve hastalığın kemoterapiye cevabının olumlu olması için splenektomi etkili bir tedavi yöntemidir
Hairy cell leukemia is a rare chronic lymphoproliferative disease which goes with splenomegaly. Splenomegaly was determined in the 67 years old male patient have been treated for hairy cell leukemia for four years. Splenectomy was performed for preventing complications of splenomegaly. CD3, CD20, TRAP were determined as positive with the immunohistochemical studies which was suitable for hairy cell leukemia. For the patients with giant size of spleen due to hairy cell leukemia, splenectomy is an effective theraphy method, to prevent the
complications and for favourable response to chemoterapy.

6.
Memenin apokrin ter bezi karsinomu: Olgu sunumu
Apocrıne sweat gland carcınoma of breast: Case report
M. Arslan, O. Kızılkaya, Ö. Maral, T. Mamati, S. Öztürk, M. Çalış, A. Doğan
Sayfalar 30 - 32
Ter bezi karsinomları nadir rastlanan tümörlerdir. Apokrin ter bezinden kaynaklananları ise daha da nadirdir. Ter bezi karsinomu tedavileri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Olgu 47 yaşında postmenapoze bayan hastadır. Meme kanseri teşhisi ile modifiye radikal mastektomi sonrası onkolojik tedavi amaçlı olarak kliniğimize sevkedilmiştir. Patolojik değerlendirme ‘memenin maliğn apokrin ter bezi karsinomu’ şeklindedir. Hastanın patoloji raporuna göre tümör çapı 4x3x2 cm idi ve aksillada 2/32 pozitif lenf adenopati saptandı. ER ve PR si (-),
c-erb B2 (+++), HG II, NG II bulundu. Tümör markırları normal idi. Hastaya 6 kür kemoterapi (total olarak metotraksat 50 mgr, 5fleurourasil 1 gr, endoksan 1 gr) uygulanmıştır. Hastaya tanjansiyel iç ve dış iki alana 25 fraksiyonda toplam 50 Gy external radioterapi toraks cidarına uygulanmıştır. Hasta üç yıldır hastalıksız takip edilmektedir.
Sweat gland carcinomas are rare tumors. Apocrine sweat gland carcinomas are also very rare. Treatment of these carsinomas are not well known. The case was 47 years old, post-menapause female. Modified radical mastectomy was performed and applied to our clinic for
oncologic treatment. The pathologic identification was malign apocrine sweat gland carcinoma of breast. According to pathological report lesion was 4x3x2 cm, 2/32 positive lymadenopathy was detected at axilla, ER and PR (-), c-erb B2 (+++), HG II, NG II and tumour markers were normal levels. After surgery six cycles chemotherapy (50 mgr methotraxate, 1 gr 5fleurouracyl and 1 gr endoxan totally) was applied. Totally
50Gy at 25 fraction radiotherapy applied to thorax wall, to the medial and lateral two fields. The patient is under control without disease for three years

LookUs & Online Makale