ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 36 (2)
Cilt: 36  Sayı: 2 - 2002
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Tanı testlerinde performans değerlendirilmesi: temel kavramlar
Evaluation of the performance of the diagnostic tests: Basic concepts
Muzaffer Başak, Mehmet Ertürk, Alper Özel
Sayfalar 7 - 10
Makale Özeti |Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
2.
Kronik ürtikerli olgularda otolog serum deri testi
Autologous serum skin test of patients with chronic urticaria
Fulya Göksu, Gonca Gökdemir, Adem Köşlü
Sayfalar 11 - 17
Amaç: Kronik ürtiker (KÜ) yaygın bir hastalıktır. Daha önce yapılan klinik çalışmalarda kronik idyopatik ürtikerli hastalarda Fc_RI fonksiyonel otoantikorları tespit edilmiştir.Yakın zamandaki bazı çalışmalarda da KİÜ’ li hastaların 1/3’de IgE’ ye ve/veya IgE Fc_Rl reseptörlerine karşı yüksek afinite gösteren fonksiyonel otoantikorlar gösterilmiştir. Bizim amacımız da, Otolog Serum Deri Testini (OSDT) kronik ürtikerli hastalarda uygulamaktı.
Gereç ve Yöntem: Ekim 2000-Nisan 2001 arasında; 30 KÜ’ li ve 10 sağlıklı kontrol grubu alındı. 0.1 mi‘ li otolog serum ve %0.9fosfatla tamponlarmış serum fizyolojik her iki ön kola uygulandı.
Bulgular: Kronik ürtikerli 30 hastanın 24’ ünde (%80) OSDT pozitif bulundu ve 10 sağlıklı kontrol grubunun da 4’ ünde OSDT pozitif bulundu. Fark istatistiksel olarak anlamlıydı. Sonuç: : Kronik ürtikerde en büyük problem etyoloji, teşhis ve tedavidir.Bundaıı dolayı OSDT’ niıı kronik ürtikerli hastalarda bir pretest olarak kullanılabilirliğinin sonucuna vardık.
Objective: Chronic urticaria (CU) is a common skin disorder Previous studies defining the clinical features of patients with chronic idiopathic urticaria (CIU) were performed before the identification of functional autoantibodies against Fc_Rl.Some recent studies showed that approximately one- third of patients with CIU had circulating functional autoantibodies against the high affinity IgE receptor FcJRI and/or IgE. We aimed to use Autologous Serum Skin Test (ASST) in the patients with CU.
Study design: Between October 2000-April 2001, ASST were performed in 30 CU patients and 10 healty controls. We used 0. 1 ml autologous serum and 0.9% phosphate buffered saline solution on both forearms.
Results: ASST were positive 24 (80%) out of 30 patients with CU and ASST were positive,4 out of 10 healty controls. The difference was significant as statisticall.
Conclusion: Chronic urticaria remains a major problem in terms of etiology, investigation and management. As a result of this study we can use ASST in patients who had chronic urticaria as pretest.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
3.
Genç erişkinlerde osteosarkom
Osteosarcoma in young adults
Mehtap Dalkılıç Çalış, Yusuf Başer, Öznur Aksakal, Bülent Aksoy, Oktay İncekara, İrfan Öztürk
Sayfalar 18 - 23
Amaç: Bu çalışmada 1989-2000 tarihleri arasında kliniğimize müracaat eden genç erişkin dönemi osteosarkom tamlı hastalar retrospektif olarak deaerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Bu hastalar cins, yaş, grade, evre, yerleşim yeri, tümör büyüklüğü, biyopsi ve cerrahi şekli, cerrahi sınırların durumu, uygulanan tedavi nıodalitelerine göre; sağ kalım yönünden araştırılmışlardır.
Bulgular: 14-30 yaş arası osteosarkom tamlı 23 hasta kliniğimize başvurmuştur. Erkek hasta sayısı 17, kadın hasta sayısı 6’dır. (Erkek / Kadm: 2.8). Tümörün en sık yerleşim yeri; 13 hastada (%57) alt ekstremdedir. 5 hasta stage lb (%22), 8 hasta stage 2b (%35), 6 hasta stage 4a (%26), 4 hasta stage 4b (%17)’dir. En sık akciğer metastazı görülmüştür (7 hasta, %70). Hastaların 19’una (%83) sistemik kemoterapi, 9’una (%40) radyoterapi uygulanmıştır. Ortalama saa kalım süresi 13 ay, nıedian sağ kalım süresi 10 aydır (2-36 ay).
Sonuç: Sağ kalım üzerine etkili faktörler olarak; tümör büyüklüğü, evre, metastazın bulunması ve metastazektomi uygulanması bulunmuştur.
Objective: This study evaluates retrospectively those patients diagnosed with osteosarcoma in young adult whose applied to our clinic between 1989-2000.
Study design: These patients have been investigated regarding sex, age, grade, stage, localization, tumor diameter, biopsy and surgery status, surgery limit status, therapy modalities and total survival.
Conclusion: 23 patients, aged between 14-30, applied to our clinic. 17 were male and 6 were female. MenlWomen: 2.8. The most frequent tumor localization was the lower extremity (13 patients, 57%). 5 patients were at stage lb (22%), 8 patients were at stage 2b (35%), 6 were at stage 4a (26%), and 4 patients were at stage 4b (17%). Lung metastasis was the most frequent one. 19 patients (83%) received systemic chemotherapy and 9 patients (40%) received radiotherapy. The medial survival period was 13 months, median suiyival period was 10 months (Range 2-36 months).
Results: The factors effecting survival were found as tumor size, stage, presence of metastasis and application of metastasectomy.

4.
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi süt çocuğu servisinde yatan çocukların rutin aşılarının yapılma oranları
Administiratiorı rates of routine vaccines for the infant inpatients in Sisli Etfal research and education hospital
Feyzullah Çetinkaya, Metin Uysalol, Özgür Beceren, Günsel Kutluk, Merih Evrüke
Sayfalar 24 - 28
Amaç: Bu çalışmada İstanbul’un merkezi bir yerinde bulunan ve toplumun düşük ve çok düşük sosyo-ekonomik gruplarının başvurduğu Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi süt çocuğu servisine tedavi için yarmakta olan 1 - 24 aylık çocuklarda rutin aşılar olan BCG, Difteri-Boğmaca-Tetanoz karma aşısı ( DBT), Kızamık, Polio ve Hepatit B aşıları ile aşılanma oranlan ve bunu etkileyen çeşitli faktörler araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Şişli Etfal Eğitim ve araştırma Hastanesi Üçüncü Çocuk Hastalıkları Kliniğinde yatarak tedavi gören 1-24 ay çocuklar alınmıştır. Bu amaçta 2001 yılının ilk üç ayında ilgili servise yatan her vaka çalışmaya alınmış ve BCG, DBT, Oral Polio, Kızamık ve Hepatit B aşılarının yapılma oranları öğrenilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan 250 çocuğun ortalama yaşları 7.6±5.4 ay ve erkek kız oranı 1.63 olarak bulunmuştur. BCG, Kızamık, Difteri-Boğmaca- Tetanoz karma aşısı, Polio ve Hepatit B aşıları ile tam aşılanma oranları sırasıyla %70.5, %47.5, %35.9, %35 ve %22.4 olarak bulunmuştur. İncelenen 250 çocuktan %50‘ sinin dört veya beş aşısının eksik olduğu, yalnızca bir çocuğun bütün aşılarının tam olarak yapıldığı görülmüştür. Dört çocuk (%2) ise hiç aşılanmamıştır. Aşıların eksik veya hiç yapılmamasının sebepleri olarak %56.6 oranında aşılama döneminde hastalık, %42.1 oranında ailenin bu konudaki bilgisizliği ve %1.3 oranında ihmal ve ilgisizlik saptanmıştır, incelediğimiz 250 çocuğun % 30.6’sının daha önceden de en az bir kere herhangi bir sebeple bir sağlık kuruluşuna başvurduğu saptanmıştır.

Sonuç: Sonuç olarak bu sosyal grupta rutin aşılamanın ciddi oranda eksik yapıldığı ve kaçırılan aşı fırsatlarının değerlendirilmesi durumunda aşılama oranlarının önemli ölçüde artacağı sonucuna varılmıştır.
Objective: The aim of this study is to evaluate the administration rates of BCG, diphteria- pertussis- tetanus (DPT), measles, polio and hepatitis B and the factors affecting these rates in 1-24 months old inpatients of the 3rd Pediatric Clinic ofSisli Etfal Research and Education Hospital which is located in downtown (central) Istanbul and has a patient profile largely composed of patients from low and very low socio-economic background.
Study Design: All of the 1-24 months old inpatients admitted in the first three months of2001to the 3rd pediatric clinic of the Sisli Etfal Research and Education Hospital were included in the study. Vaccination history for BCG, DPT, polio, measles and hepatitis B is investigated.
Results: The average age of the 250 patients included in the study was 7.6±5.4 months and the male: female ratio was 1.63. Proper vaccination rates for BCG, measles, DPT, polio, and hepatitis B were 70.5%, 47.5%, 35.9%, 35.0% and 22.4%, respectively. Four of five vaccines were found to be missed in 50% of the 250 patients and full vaccination schedule was completed by only one patient. Four (2%) infants in the study group were not administered any vaccines. The reasons for missing or absent vaccination were sickness in the vaccination time for 56.6% of cases, lack of information of the family in 42.1% of the cases and ignorance and lack of interest for 1.3% of the cases. It was also found that 30.6% of the 250 patients had at least one admission to a health care center in the past.
Conclusion: Administration rates of the routine vaccines is very low for the study group in question. It is believed that taking advantage of the chances to initiate the vaccination schedule might significantly increase the vaccination rates.

5.
Laringeal maske kullanımında sevoflurane inhalasyonu veya propofol infüzyonu esnasındaki arter kan gazı değişiklikleri
Changes in arterial blood gases during laryngeal mask airway ion with sevoflurane inhalational or propofol infusion anesthesia
Ayda Başgül, G. Ulufer Sivrikaya, Birsen Ekşioğlu, Ayşe Hancı
Sayfalar 29 - 32
Giriş: Lariııgeal maske kullanılan kısa süreli girişimlerde propofol infiizyonu veya sevoflurane inhalasyonu kullanımının arter kan gazı üzerindeki etkileri karşılaştırıldı.
Materyal ve Metod: Etik kurul izniyle,ürolojik girişim planlanan ASA l-I II, 30 olgu rast gel e iki gruba ayrıldı.Her iki grubada intravenöz(IV) l.5pg!kg fentanil verildi.Grup I‘de IV 3mg/kg propofol,grup 2 de%30 O2 + %70 N20 ve %6-2 sevoflurane inhalasyonııyla hipofaringeal refleksler baskılandıktan sonra laringeal maske takıldı. İdame 3mg/kg propofol veya %2 sevoflurane ile sağlandı. Indiiksiyondan önce ve 15. dakikada arter kan gazı örneği alındı, istatistiksel analizde student t testi, ANOVA kullanıldı.
Bulgular: Demografik veriler benzerdi. PH, paC02, EtC02, sa02, HCOj, BE değerlerine bakıldığında gerek grup içi gerekse 1. ve 15.dakika değerleri arasında anlamlı fark yoktu. Pa02 değerinde grup içi 1. ve 15. dakika değerleri arasında(p<0.001) fark var ancak gruplar arası anlamlı fark yoktu.
Sonuçlar: Olgularımızda genel anestezi uygulamasında propofol infüzyonu veya sevoflurane inhalasyonu seçimi arter kan gazı değerleri üzerinde anlamlı bir fark yaratmanııştır.Grup içi I. ve 15. dakika pa02 değerleri arasındaki anlamlı farklılık fi02 değerlerinin %19‘dan %30‘a çıkarılmasına bağlı olması kuvvetle muhtemeldir. Laringeal maske hava yolu temininde kullanılan anesteziğe bağlı olmaksızın trakeal entubasyona güvenilir bir alternatiftir.
Objective: The effects of propofol infusion or administration of sevoflurane inhalation on arterial blood gases(ABG) during laryngeal mask airway(LMA) ion in short duration procedures were compared.
Material-Methods: After the approval of ethic committee,30 ASA 1-11 patients scheduled for urological surgery were randomly stratified into two groups.Fentanil( 1.5mcg/kg,IV) was administered to the both groups.LMA was ed after suppression of hipopharingeal reflexes with propofol(3mg/kg) in group 1, 30% 02, 70% N20 and sevoflurane(2-6%) inhalational anesthesia in group 2.Arterial blood gases (ABG) samples were taken before induction and thereafter at J5thmin.Statistical analysis was performed with student‘s t test and ANOVA.
Results: Demographic data were similar.There was no significant difference in pH, paC02, EtC02, sa02, HC03, BE values either within groups or between the values at 1st and 15th min.There was a significant difference between the values at the 1st and 15th min within the groups considering pa02 however there was no significant difference between groups.
Conclusions: Administration of propofol infusion or sevoflurane inhalational anesthesia didn‘t cause any significant difference in ABG.The significant difference between 1st and 15th min pa02 values may be strongly related to the increment offi02 from 19% to 30%.LMA is a safe alternative to trakeal intubation independent of applied anesthetic agent.

6.
Neonatallerde serebral kan akım hız ölçümlerinin transkranial renkli doppler ultrasonografi ile değerlendirilmesi
Cerebral blood flow velocity measurements using by colour doppler ultrasonography in neonatals
Muzaffer Başak, Hülya Değirmenci, Hüseyin Özkurt, Mehmet Ertürk, Füsun Okan
Sayfalar 33 - 36
Amaç: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan beyin hasarı açısından yüksek riskli temi ve preterm bebeklerde gestasyonel yaş ve ağırlığın serebral kan akını hızlarına etkisi
Gereç ve Yöntem: 24 preterm ve 13 temi yenidoğaııın, anterior fontanelinden yapılan Renkli doppler ultrasonografi (RDU) ile anterior serebral arter (ACA ) ve orta serebral arter (MCA) arterlerinin pik sistolik hızları (PSH) ve Pourcelot‘s resistans indeks (RI) ölçümlerinin gestayonel yaş ve ağırlıkla olan ilişkisi değerlendirildi.
Bulgular: 1500 gr ve 37. gestasyonel hafta kriter alınmış olup bu sınır değerlerin üstünde Student‘s t test ile kan akım hızlarında artış saptanırken, rezistif indeks değerlerinde belirgin fark izlenmektedir.
Sonuç: Neonatallerde serebral kan akım hızlarının gesatasyonel yaş ve ağırlıkla yakuı ilişkilidir. Normal serebrovaskiiler otoregülasyon bir çok parametre tarafından etkilenmekte olup bu değişiklikler (RDU) ile nominvaziv ve indirekt yolla değerlendirilebilnıektedir.
Objective: To Investigate the effect of gestational age and birth weight to cerebral blood flow velocities in terms and preterms, who are at high risk for brain damage in neonatal intensive care unit.
Study design: 24 preterm and 13 term newborns were studied by transcranial doppler USG via anterior fontanel to evaluate the relation between gestational age and birth weight by using anterior cerebral artery and middle cerebral artery‘s peak sistolic velocities and Pourcelot‘s resistive index measurements
Results: We took in 1500 gram and 37. gestational age for the borderline and above this criters there was a significant increase of arterial blood flow velocity but not for the resistive index as assesed by unpaired Student‘s t test
Conclusions. There is a close relation between cerebral blood flow measurements and gestational age or birth weight. As a great number of parameters can influence normal cerebrovascular otoregulation and we can evaluate the early flow profile changes by using transcranial doppler USG which is non-invasif and indirect way.

7.
Kronik anovulatuar olgularda rekombinant FSH ve ileri derecede saflaştırılmış FSH preparatlarınm karşılaştırılması
The comparison of recombinant fsh and highly purified FSH regimens in chronic anovulatory cases
Ayşe Aydın, Ahmet Varolan, Asuman Sevük, Inci Davas
Sayfalar 37 - 45
Amaç: Polikistik över sendromlu kronik anovulasyonu mevcut, klomifen sitrata dirençli olgularda lıpFSH ile rFSH’ın etkilerini karşılaştırıldı.
Gereç ve Yöntem: PCO tanısı konmuş 20 olgudan 10’ una rFSH, diğer 10’una da lıpFSH ile ovulasyon inclüksiyonu ve inseminasyonla infertilité tedavisi uygulandı. Ovulasyon traıısvajinal ultrasonografi ile günaşırı takip edildi. Tedavi süresince siklusun 3. ve ovulasyon günü serum hormon değerleri karşılaştırıldı.
Sonuç: Her iki grubun karşılaştırılması sonunda kronik anovulasyonu mevcut, klomifen sitrata dirençli PCO olgularında rekombinant teknoloji ürünü ya da ileri derecede saflaştırılmış FSH preparatlarınm tedavide etkin bir alternatif oluşturduğu gözlenmekle beraber iki grup arasında anlamlı istatiksel fark serum hormonları açısından anlamlı ovulasyon açısından anlamsız olarak bulundu.
Objective: In the cases of chronic anovulation with policystic ovary disease who had been resistant to clomiphene citrate treatment, the effectiveness of hpFSH and rFSH were compared.
Study Design: Among the 20 patients diagnosed as PCOS, infertility treatment scheduled with rFSH and hpFSH foi- induction of ovulation and insemination in two groups (n-10). Ovulation monitorised by transvaginal ultrasonography in the day after intervals. At the period of treatment 3rd day of the cycle and ovulation day serum hormon prophiles compared.
Results and conclusion: When two groups were compared, for clomiphene citrate resistant chronic anovulatory PCOS patients both the recombinant technology products and highly purified FSH preparations were good alternatives in the ovulation induction. However statistical significance were present for serum hormon values but not for the occurance of ovulation.

8.
1995-2001 yılları arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi* 2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde adolesan ve erişkin yaş gruplarında sezaryen oranlarının karşılaştırılması
A comperative study of cesarean deliveries among the age groups of adolescence and adulthood in Sisli Etfal research and training hospital between 1995 - 2001
Ahmet Varolan, Tevfik Yoldemir, Ali Yazgan, Atıf Akyol, Aslıhan Arıöz, İnci Davas
Sayfalar 46 - 49
Amaç: Günümüzde adolesan gebelikler ve bıına bağlı sezaryen oranlan hızla artmaktadır. Çalışmamızda adolesan ve erişkin yaş grubunda sezaryen oranları arasındaki farkı ve sebepleri araştırdık.
Gereç ve Yöntem: 01/01/1996 vel3/08/2001 tarihleri arasında, 19 yaşın altında 522 gebe çalışma kapsamına alındı.
Bulgular: 01/01/1996 ve 1310812001 arasında 6314‘ii normal doğum, 1358‘i sezaryen olmak üzere toplam 7672 doğum olmuş olup adolesan doğumlar tüm doğumların % 7,5’unu oluşturmaktaydı. Adolesan sezaryenlerin tüm doğumlara oranı ise % 4 idi. Total adolesan doğumların %10’ a sezaryen ile sonuçlanırken erişkin yaş grubundaki sezaryenler tüm doğumların % 18’ini oluşturmaktaydı.
Sonuç: Sezaryen oranları erişkinlerde olduğu gibi adolesanlarda da artmaktadır. Ancak bu oran halen erişkin gruba göre daha düşüktür.
Objective: Today the number of adolescent pregnancies and the rate of cesarean deliveries are increasing. In this study we searched this rate among adolescent and adulthood pregnancies and the possible reasons.
Study design: 552 pregnant women under 19 years of age were taken into the study.
Results: Between 01/01/1996 and 13/08/2001 there have been 7672 deliveries. 634 of them were vaginal deliveries, 1358 were cesarean deliveries. Adolescent deliveries were % 7,5 of all deliveries whereas %4 of all deliveries were adolescent cesarean deliveries. % 10 of total adult deliveries were through the abdominal way. On the other hand the abdominal way made up % 18 of all deliveries.
Conclusion: The rate of cesarean deliveries is increasing in adolescent age group as it is in adulthood, but the rate is still lower than that in adulthood.

9.
1995-2001 Yılları Arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi* 2. Kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde adneksiyal kitle tanısıyla ameliyat edilen olguların adolesan ve erişkin yaş gruplarına göre karşılaştırılması
A comperative study of the cases operated for adnexial mass at the age of adolescence and adulthood between 1995 - 2001 in Sisli Etfal research and Training Hospital
Atıf Akyol, Ahmet Varolan, Ali Yazgan, Tevfik Yoldemir, Aslıhan Arıöz, İnci Davas
Sayfalar 50 - 52
Amaç: 1995 - 2001 Yıllan arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde adneksiyal kitle ön tanısı ile ameliyat edilen olguların adolesan ve erişkin yaş gruplarına göre karşılaştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: 1995 - 2001 yılları arasında 2707 jinekolojik ameliyat retrospektif olarak değerlendirildi. Bunlardan 155 tanesi adneksiyal kitle iken 83 tanesi ektopik gebelikti. Tüm olgular kendi içinde adolesan ve erişkin yaş gruplarına göre ayrıldı.
Bulgular: Adneksiyal kitle tanısıyla ameliyat edilen olguların 9’u (%0,33) adolesan dönemde, 146’sı (%5,4) erişkin dönemdeydi.
Sonuç: Adolesan yaş gruplarında adneksiyal kitle ve ektopik gebelik sıklığı erişkin yaş gruplarına göre daha düşük bulunmuştur.
Objective: We aimed to compare the distribution of cases operated for adnexial mass between 1995-2001 according to the age groups in Sisli Etfal Research and Training Hospital, 2. Gynecology and Obstetric Department.
Study design: We examined 2707 gynecologic operations retrospectively. 155 of them were adnexial mass whereas 83 were ectopic pregnancies. All the cases were grouped into adolescent and adult ages.
Results: The number of cases operated for adnexial mass in adolescent age group was 9 (%0,33). It was 146 (%5,4) in adulthood.
Conclusion: We concluded that the incidence of adnexial mass and ectopic pregnancy is higher in adulthood than in adolescence.

10.
Multiple sklerozda serebral atrofi ve mini mental durum
Cerebral atrophy and mini mental state in multipl sclerosis
Kemal Barkut, Şerefnur Öztürk, Şenay Özbakır
Sayfalar 53 - 61
Amaç: Bu çalışmada MS tanısı almış hastalarda kraniel MR da hifrontal indeks ve bikaudat indeksi normal bireylerdeki değerlerle karşılaştırarak öncelikle MS de serebral atrofi olup olmadığını, bu değişikliklerin hastanın yaş ve cinsiyeti, hastalığın süresi, klinik ve fonksionel durum (EDSS Skoru), MMS ile ilişkisi olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç-Yöntem: 34 MS hastası çalışmaya dahil edildi. Poser sınıflaması ve klinik tiplendirme yapıldı. Kraniel MRI da bifrontal ve bikaudat indeksler hesaplandı. Hastaların demografik özellikleri, EDSS skorları, MMS skoru kaydedildi.
Bulgular: Hasta grubu 18 kadın (yaş ort. 31,722±9,266), 16 erkek (yaş ort.33,750+10f 16) hastadan oluştu. Normal değerle karşılaştırıldığında bikaudat indeks hastalarda (165378±3,482) normal kontrol değerlerinde (ort. 15,9±2,8) belirgin farklılık göstermedi. Bifrontal indeksler ise hasta grunda (ort.35,687+6,607) normal değerlerden (31,1+3,7) belirgin olarak yüksek bulundu (p<0,001). Hastalık süresi ile bifrontal indeks değerleri arasında anlamlı korelasyon saptandı (404; p<0,019). Cinsiyet, sigara kullanımı indeks değerlerinde farklılık yaratmadı.
Sonuç: Multiple Sklerozlu hastalarda serebral atrofinin izlenmesi gereken önemli bulgulardan biri olduğu ve bu amaçla bifrontal ve bikaudat indeks ölçümlerinin kolay bir yöntem olarak kullanılabileceği düşünüldü.
Objective: In this study bifrontal and bicaudate indexes of the patients with MS were compared with normal values and by doing this was aimed to investigate primarily if there was atrophy in MS,if these alterations had relations with the patient age, gender, duration of the disease clinical functional state (score of EDSS), MMS, by using MRI.
Study design: 34 patients with MS were included in the study.Poser‘s classification and clinical typing were madeln cranial MRI bifrontal and bicaudate indexes were calculated.The demographical properties of the patients, the scores of EDSS, the score of MMS were recorded.
Results: The group of patients was formed by 18 women (mean age 31,7229.266) and 16 men (mean age 33,750±10.516).When compared with the normal values,in patients bicaudate indexes (16,378±3,482) were not very different than the normal control values (mean 15,9±2,8). In patients group bifrontal indexes mean were found prominently high (35,6876,607) than the normal correlation values (31,1 ±3,7)(p<0,001). A significant correlation between the duration of the disease and bifrontal index values was established (404;p<0,0109). Gender, smoking didn’t cause any difference in index values.
Conclusion: As conclusion it was considered that in patients with MS cerebral atrophy was one of the important findings which should be fallowed and for this purpose the measuring of bifrontal and bicaudate indexes were easy methods that could be used.

11.
Nadir etyolojili bir hiperkalsemi komasından pamidronat ve kalsitonin tedavisiyle çıkış
Coming out of the hypercalcemic coma dramatically by applying iv pamidronate and sc calcitonin concomitant treatment which is due to very seldom etiology
Mehtap Dalkılıç Çalış, Gül Çağrı Erol, Fatih Borlu, Ebru Em, Hülya Tanes Açıkel
Sayfalar 62 - 68
Kalsiyum dengesi yalnızca bir kısmı anlaşılabilmiş kompleks bir homeostatik mekanizma tarafından oldukça belirgin konsantrasyonda devam ettirilir. Hücre ve organ fonksiyonlarının büyük bir çoğunluğu, ekstrasellüler sıvı kalsiyum konsantrasyonunun çok dar sınırlar içinde devam ettirilmesine bağımlıdır. Malignitenin işareti olarak lıiperkalseminin bulunması paratroid karsinomu, HTLV tip- I lenfoma veya multipl myeloma dışında oldukça seyrektir. Bu makalede oldukça seyrek görülen bir etyolojiyle oluşan hiperkalsemi koması olgusu sunulmuş; ıııtravenoııs (IV) Panıidronat ve subcutaneus (SC) Kalsitonin ardışık tedavisi ile komadan dramatik bir şekilde çıkış ve ilginç klinik seyir anlatılmıştır.
Sonuç: Klinisyenler hiperkalsemiyle sıkça izole bir laboratuar anormallik olarak karşılaşırlar. Pratikte bu nedenlerin %90’nmı primer hiperparatroidiznı ve malignensi oluşturmaktadır. Bundan dolayı klinisyenler hiperkalsemi ile karşılaştıklarında ilk önce bu iki nedeni araştırmalıdır.
The plasma calcium is maintained at a remarkably constant concentration by a complex homeostatic mechanism which is only partially understood. A multitude of cell and organ functions are dependent on the maintenance of the extracellular fluid calcium concentration within a very narrow range. Hypercalcemia is rarely a presenting sign of malignency, except in patients with parathyroid carcinoma, human T-cell lympotropic virus type-1 lymphoma, or multiple myeloma. In this article, a rarely occured coma of hypercalcemia due to very seldom etiology is presented and then coming out of the coma dramatically by applying IV Pamidronate and SC Calcitonin concomitant treatment and interesting clinic progress is explained.
Result: Clinicians are frequently confronted with hypercalcemia as an isolated laboratory abnormality. In practice 90 percent of cases are due either to primary hyperparathyroidism or to malignancy. Thus, the first two conditions that the clinician considers when faced with differential diagnosis of hypercalcemia is whether the underlying disorder responsible is malignancy or primary hyperparathyroidism.

OLGU SUNUMU
12.
Bilateral fasyal atrofî olgusu
A case of bilateral facial atrophia
Semra Hacıkerim Karşıdağ, Soner Tatlıdede, Ayşin Karasoy, Aylin Kurt, İsmail Kuran
Sayfalar 69 - 71
Fasyal atrofi, izole olarak görülmekle birlikte, bazen çeşitli sendromlar ve kas hastalıklarının komponenti olarak da bulunabilen bir bağ dokusu atrofisidir. Anterolateral uyluk flebi, latismus dorsi kasflebi, dezepitelize paraskapuler flep, dezepitelize TRAM flebi literatürde bahsedilen rekonstrüksiyon seçeneklerindendir. Kliniğimize izole bilateral hemifasyal atrofi ile başvuran 27 yaşında bayan hastaya, dezepidernıize edilen serbest bilateral inguinal fasya-deri flebi ile yanak rekonstrüksiyonu uygulandı. Bilateral fasyal atrofısi olan hastalarda dezepidermize serbest fasyokutan inguinal flep ile rekonstrüksiyon, tedavi seçeneklerinden birisi olarak uygulanabilir.
Facial atrophia, which is an atrophic connective tissue disease, is mostly seen as isolated cases, but rarely its a component of various syndromes and musculer disorders. Anterolateral thigh flap, latissimus dorsi muscle flap, deepithelialized parascapular flap, deepithelialized TRAM flap are the alternative reconstruction methods which are mentioned in the literature. 27 years old female patient who presented with bilateral hemifacial atrophia was reconstructed with deepithelialized free bilateral inguinal fasciocutaneous flap. In postoperative period, no complication was observed. In patients with bilateral fascial atrophia, reconstruction with free fasciocutaneous inguinal flaps can be considered.

13.
A case of mucinous cystadenoma of appendix
Apendiks musinöz kistadenom olgusu
Hüseyin Özkurt, Muzaffer Başak, Sevtap Durmaz, Ender Uysal, İrfan Çelebi
Sayfalar 72 - 75
Mucinous cystadenoma which is a benign tumour of appendix is caused by the dilatation of the lumen of appendix by mucinous secretion and is a rare disease. Tumoral proliferation of the mucine secreting epithelia dilates the appendiceal lumen by collection of mucine. Its importance comes from risk of spontaneous perforation and rupture during the operation which results in pseudomixoma peritonei. In our case the unusual large size of the lesion caused difficulty in diagnosis.
Apendiksin benign tümörlerinden müsinöz kistadenom apendiks lümeııinin müsinöz sekresyonla dilate olması sonucu nıukosele neden olan nadir bir hastalıktır. Müsin salgılayan epitelin tünıöral proliferasyonu, lümende müsin birikimine yol açarak apendiks lümenini dilate eder Spontan perforasyon ya da operasyon esnasında ruptür riski taşıması ve pseudomiksoma peritoneye yol açabilmesi nedeniyle önemlidir Bizim olgumuzda ise lezyonun alışılmışın dışında büyük boyutta olması tanıyı güçleştirmekteydi.

LookUs & Online Makale