ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 29 (1)
Cilt: 29  Sayı: 1 - 1995
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Hirsutizm Tedavisinde Diane/ Androcur ve Spironolakton/Oral Kontraseptif Kullamının Karşılaştırılması
Hirsutizm Tedavisinde Diane/ Androcur ve Spironolakton/Oral Kontraseptif Kullanımının Karşılaştırılması
Melahat Kesim, Mürvet Hakyemez, Figen Taşer, Fahri İnan
Sayfalar 9 - 12
AMAÇ: Hirsutizm olgularının tedavisinde anitandrojen ajanlar olan siproteron asetat ve spironolaktonun klinik ve laboratuar etkilerinin araştırılması amaçlandı.
MATERYAL VE METOD: Hirsutizmli 43 kadın klinik ve laboratuar yönünden değerlendirildikten sonra randomize olarak iki gruba ayrıldı: 24 olguya siklusun 1-10. günleri arasında 100 mgrlgün siproteron asetat ve siklusun 5. -25. günleri arasında 2 mgr/gün siproteron asetat 0.035 mgrlgün etinil östradiol verildi. 19 olguya 100 mgrlgün spironolakton ve trifazik oral kontraseptif verildi. Her iki tedavi rejimi 6 aylık süre sonunda klinik, laboratuar ve yan etkileri yönünden değerlendirildi.
BULGULAR: Siproteron asetat ve spironolaktonun 6 ay süreyle kullanımı sonucu her iki tedavi grubunda Ferriman-Gallway skorları anlamlı olarak azaldı (sırasıyla p<0.001, p<0.001). Siproıoron asetata kullanan olgularda serbest testosteron, androstenedion ve DHEA-S seviyeleri anlamlı olarak düşerken FSH, LH seviyelerinin değişmediği, SHBG seviyelerinin anlamlı olarak arttığı saptandı (sırasıyla p<0.01, p<0.001, p<0.01, p>0.05, p>0.05, p<0.01). Spironolakton kullanan olgularda serbest testosteron seviye- sinin anlamlı olarak düştüğü, androstenedion, DHEA-S, FSH, LH seviyelerinin değişmediği, SHBG seviyelerinin anlamlı olarak arttığı belirlendi (sırasıyla p<0.01, p>0.05, p>0.05, p>0.05, p>0.05, p<0.01 ).
Her iki gruptaki olgularda tedaviyi kesmeyi gerektire- cek önemli bir yan etki gözlenmedi.
SONUÇ: Spironolakton ve siproteron asetanın hirsutizm tedavisinde halen etkili ve güvenilir ilaçlar olduğu kanısına varılmıştır.
OBJECTIVE: Clinical and biochemical effect of antriandojen agents, siproteron acetate and spironoactone, in the treatment of hirsutism were studied. STUDY DESIGN: Forthy-three hirsutic women were clinically and biochemical/y evaluated aııd randomly divided in to two groups: Twenty four patients in the first group, siproteron acetate 100 mg/day during the first ten days of the menstruel cycle and siproteron acetate 2 mg/ay and ethynl estradiol 0,035 mglday on the 5th to 25th days of the mensıruel cycle were administered. The remaining 19 patients
spinolactone 100 mglday and a triphasic oral contraceptive were administered. Both treatment groups were evaluted clinically, biochemically and adverse drug reactions were evaluted.
RESULTS: There were significant decrease in Ferriman-Gallway scores after 6 months treatment with both siproteron acetate and spironoclactoııe (p<0.001, p<0.001, respectively). Free testosteron, androstenedion and DHEA -S levels were decreased in patients who were administered siproteron acetate but FSH and LH levels were unchanged. SHGB levels were increased (p<0.01, p<0.001, p<0.001, p>0.05, p>0.05, p<0.01). in those cases who were administered spinoloactone, free testosteron levels were decreased, androstenedion, DHEA-S, FSH and LH levels were unchanged, SHGB levels were increased (p<0.01, p>0.05, p>0.05, p>0.05, p>0.05, p<0.01).There were no adverse reactions in both treatment protocols.
CONCLUSION: We concluded that both siproteron acetate and spironolactone are stili effective and reliable drugs in the treatment of hirsutism.

2.
Sezeryan ile Doğan Yeni Doğanların Nörobehavioral İncelemesinde,Propofol ve Thiopental İndüksiyonunun Karşılaştırılması
Sezeryan ile Doğan Yeni Doğanların Nörobehavioral İncelemesinde,Propofol ve Thiopental İndüksiyonunun Karşılaştırılması
M. Çiçek, A. Hancı, H. Dobrucalı, B. Ekşioğlu, N. Sivrikaya
Sayfalar 13 - 16
Doğum esnasında kullanılan bazı aneljezik ve anestezikler, doğumdan sonra tekrarlayan ve gözden kaçabilen bazı nörolojik etkilere sahiptir. Bu etkilerin ortaya konmasında en sık kullanılan testler, Scanlon'un Early Neonatal Neurobehavirol Skalası (ENNS) ile Amiel-Tison ve ark. tarafından belirlenen Neuologic and Adaptive Capacity Scor(NACS)'dir.
Biz de çalışmamızda, propofol ve tiopental indüksiyonu ile anestezi alan gebelerin yenidoğanlarında, ENNS ve NACS bulgularını değerlendirdik. Yenidoğanların spontan solunum başlama zamanları, indüksiyon-doğum aralığı, 1. ve 5. dakika Apgar skorları, doğum ağrıları ve gebelik haftaları kaydedildi. NACS skalası 15. dk., 2. ve 24. saatte değerlendirildi. 35 ve üzerinde ise yenidoğan aktif, altında ise depresyonda kabul edildi. ENNS skorlaması 2. ve 4. saatlerde yapıldı ve her grupta yüksek puan alan yenidoğan yüzdesi belirlendi. İstatiksel değerlendirme ANOVA ve X2 testi ile yapıldı. p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bütün yenidoğanların 5. dk. Apgar skorları 8 veya daha yüksekti. Propofol grubunda 1. dk. Apgar skorları anlamlı olarak düşüktü (p<0.05). Spontan solunum başlama zamanları propofol grubunda anlamlı olarak uzundu (p<0.05). NACS ve ENNS skorları her üç grupta benzerdi.
Sonuç olarak, propofol yüksek riskli vakalar hariç alternatif bir indüksiyon ajanı olabilir kanısındayız.
Some analgesic and anesthesic use in labor may cause repetitive neurologic effects.
Scanlon 's Early Neonatal Neurobehavioral Scala (ENNS) and Amiel-Tison's Neurologic and Adaptive Capacity Scoring (NACS) are the most used tests to show these effects.
in our study, we used ENNS and NACS to evaluate the effects of propofol and thiopenthal in neonates who have mothers induced with these agents before general anesthesia.
The onset of spontanous respiration of the newborns, the period between induction of anesthesia and the delivery time, Apgar scores at 1 sı. and 5th. minutes, delivery weights and gestational age were recorded. The scale of NASC was established at the 15th min, 2nd. and 24th. hours, scores more than 35 showed ıhat the newborns was active, while less ıhan 35 was accepted as depression. ENNS scoring was applied at 2nd. and 24th. hours and percentage of the high scored newborns in each group were evaluated. Statistical evaluation was done by using ANOVA and X2 tests and p<0.05 was accepted as significant.
The Apgar scores of all the newborns were more than 8 at the 5th. min. Apgar scores were significantly low and induction of spontaneous respiration time was significantly long in the propofol group. Scores of NASC and ENNS were similar in ali of ıhe three groups.
We suggest that propofol may be an altenıative induction agent except high risk cases.

3.
Hemodiyaliz Hastalarında Carpal Tunnel Sendromunun (CTS) İncelenmesi
The evolution of Carpal Tunnel Syndrome in Hemodialysis Patients
M. Kemal Başak, Serdar Kesken, Arif Demir, Özkan Ertuğrul, Deniz Egeli, Füsun Karaarslan
Sayfalar 17 - 20
Değişik sürelerdir kronik hemodializ tedavisinde olan 39 hastada, ulnar, peroneal ve surat sinirlerde nöroelektrofizyolojik sinir iletimi çalışmaları yapıldı. Yalnızca 12 olguda Carpal Tunnel Sendromu (CTS) saptandı, bu olgularda eşlik eden polinöropati bulgusuna rastlanmadı. 6 olguda periferik polinöropati (SMN, erken dönem CTS), 5 olguda yalnızca periferik polinöropati (PPN), 5 olguda periferik polinöropatiye eşlik eden CTS saptandı. 11 olgu ise elektrofizyolojik değerlendirmede normal bulundu.
Hemodializ olgularında sinir iletimi bozuklukları ve özellikle CTS bulgularına uygun olarak rastlanmaktadır. Bu nedenle bu hastalarda dializ tedavisine başlanması ile birlikte sık aralıklarla sinir iletimlerinin kontrolü gerekmektedir. Buna özellikle CTS'nin erken tanısı, geri dönüşümsüz sinir hasarlarının önüne geçebilmesi için gerek vardır.
Ulnar, median, peronal and sural nerves neuro-electrophysiological studies were applied in 39 patients who have been on chronic hemodialysis far varying periods of time. Only twelve patients had Carpal Tunnel Syndrome (CTS) (without poyneuropathy), 6 had sub clinical median neuropathy (SMN), 5 had peripheral polyneuropathy (PPN), 5 had CTS (without polyneuropathy) and il patients had normal electrophysiological findings.
Nerve conduction velocity abnormalites and especially CTS findings were common in hemodialysis patients. They need frequent nerve conduction conırol studies from the onset of dialysis, in order to identify CTS early and to avoid irreversibl nerve damages and appropriate surgical management.

4.
Tiroid Nodüllerinde İnce İğne Aspirasyon Biopsisinin Preoperatif Tanı Değerleri
Preoperatif Diagnostic Value of the Fine Needle Nodules Aspiration Biopsy in theThyroid
Gürkan Yetkin, Adnan Işgör, Ekrem Sezgin, Akın Kaya
Sayfalar 21 - 23
Şişli Etfal Hastanesi 3. Genel Cerrahi kliniğinde Şubat 1992 - Temmuz 1994 tarihleri arasında 66 noduler guatrlı hasta preoperatif dönemde ince iğne aspirasyon biopsisi (11AB) yapılarak değerlendirildi. 16 hasta ameliyat edilmeyip, izlendi. Opere edilen 50 hasta preoperatif uygulanan tiroidoktemi materyalinin histopatolojik sonuçlarıyla karşılaştırıldı.
Bu çalışma IIAB'de yanlış negatiflik % 4, yanlış pozitiflik % 0 olarak bulundu. Duyarlılık % 50, spesifiklik % 100, kesinlik o/o69 olarak bulundu.
Sonuç olarak: Tiroid nodülllerinin preoperatif değerlendirilmesinde, IIAB yönteminin kullanılma­sıyla, gereksiz cerrahi girişimlerin azalacağı, buna karşın malign nodüllerin daha erken tanınıp, etkili olarak tedavi edileceği kanısına varıldı.
66 Patients who were admitted to Şişli Etfal Hospital 3. General Surgery Department with a diagnosis of noduler goitre between February 1992 and July 1994, underwent fine needle aspiration biopsy (FNAB) preoperatively. 16 patients were followed without being operated, in the 50 patients who had an operation cytological findings from FNAB were compared to the histopathological findings from postoperative thyroidectomy material.
it was found FNAB had false positive results in % 4 of the patients while false negativity was %0. Therefore spesificity of FNAB was found to be % 100 whereas sensitivity was % 50 that malignant nodules, which can be recognized earlier treated more efficiently.

5.
SERUM TRANSFERRİN'İN TÜMÖR MARKER'I OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ
Serum Transferrine value as a Tumor marker
Emine Özçelik, Bahar Türkmen, Şebnem Ciğerci, Nezaket Eren
Sayfalar 24 - 26
60 metastatik ve nonmetastatik kanserli hastada serum transferrin (TRF) düzeyleri tayin edildi. Serum TRF düzeylerini kanserli hasta grubunda 2,22±0,61 g/L, metastatik kanserli grupta 1,81±0,30 g/L, nonmetastatik kanserli grupta 2,63±0,58 g/L bulduk. Kontrol grubunda ise serum TRF düzeyi 3,00±0,57 g/L idi. Kontrol grubu ve kanserli hasta grubu arasında anlamlı fark bulundu (p: 0,0001 ). Ayrıca nonmetastik ve metastatik kanserli hasta grubu arasında (p: 0,0000) ve kontrol grubu ile metastatik kanserli grup arasında anlamlı fark vardı (p: 0,0000). Ama kontrol grubu ve nonmetastatik kanserli hasta grubu arasında anlamlı fark yoktu (p: 0,2466). Bu sonuçlara göre malign hastalıklarda metastaz varlığının gösterilmesinde serum TRF tayininin kolaylıkla uygulanabilir ve yararlı bir test olduğu görüldü.
We analyzed the serum levels of transferrin (TRF) in 60 patients with cancer having metastasis and without metastatis. We observed the mean value of the serum TRF as 2,22±0,62 g/L in cancer patients and 1,81±030 g/L in metastatic patients and 2,63±0,58 gr/L in non-metastatic patients. The mean value of the serum TRF was 3,00±0,57 gr/L in control group. We found a significant difference between the control group and patients have non-metastasis and also between control group and patients have metastasis (p: 0,0001 and p: 0,0000, respectively). But there was not a significant difference between control group and nonmetastatic group (p: 0,2466). According to our results, we can suggest that in terms of the determining metastasis in patients with cancer, the serum levels of the TRF is readily appliable and useful test.

6.
METASTATİK MEME KANSERLERİNDE I. BASAMAK TEDAVİ OLARAK MİTOXANTRONE, YÜKSEK DOZ CALCİUM FOLİNATE 5-FLUOROURACİL KULLANIMI
Mıtoxantrone, 5-Fluorouracıl And Hıgh Dose Calcİum Folİnate in The Treatment Of Metastatıc Breast Cancer
Orhan Kızılkaya, Oktay Incekara, Handan Erkal
Sayfalar 27 - 28
Metastik meme kanserlerinde tedavi planlaması yapılırken seçilecek Kemoterapi ajanlarının tedavideki başarıları kadar yan etkileri de önemlidir. Enkürabl olan bu hastalıkta, çeşitli kemoterapi kombinasyonları yada tek ajanlı kemoterapiler kullanılagelmektedir. Mitoxanırone metastatik meme kanserlerinde etkin bir antiııeoplastik ajandır. Yine 5Fluorouracil ve Calcium Folinate kombinasyonu da tedavi edilmemiş meme kanserli hastalarda yaklaşık % 20 cevap oluşturmaktadır.
Metastatic breast cancer remains incurable today. Therefore the toxicity and efficacy of systemic chemotherapy has critical importance. 5-Fluorouracil and high dose calcium foliuate (Leucovorin) produced response rates of approximetely 20 % in heavily pretreated patieııts. Mitoxantrone is effective in the treatment of metastatic breast cancer and less adverse effects. We observed that this combination.

7.
MSS ENFEKSİYONLARININ TANISINDA KLİNİK PREDİKTÖRLER
Clinical Predictors for diagnosis of central nervous system (CNS) infectious diseases
Nevin Bahçeciler, Hülya Kimil Kocabora, Nuray Dinçer, Nimet Kayaalp
Sayfalar 29 - 32
Çalışmamızın amacı MSS enfeksiyon hastalıklarının tanısında meningeal ve diğer fiziksel bulguların önemini araştırmaktı.
MSS enfeksiyonu şüphesi ile başvuran 224 hastada bazı klinik indikatörleri kullanarak, bunların en az birine sahip olan her hastaya lomber ponksiyon (LP) uyguladık. Kullanılan klinik indikatörler, konvülsiyon, nörolojik bulgular, fontanelin bombe ve/veya pulsatil olması, meningeal irritasyon bulguları (MiB), nedeni
bulunamayan ateş, baş ağrısı-kusma, şüpheli döküntü ve irritabilite idi.
224 hastanın 135'ine MSS enfeksiyonu tanısı kondu ve yaş gruplarına göre herbir indikatörün görülme sıklığı incelendi.
2 yaşıın altındaki çocuklarda en sık nörolojik bulgular, nedeni bulunamayan ateş ve fontanel bulguları saptandı.
Konvülsiyonda bu yaş grubunda daha büyük çocuklara oranla daha sık görüldü. 2 yaşından büyük çocuklarda ise en önemli bulgular baş ağrısı, kusma, MIB ve nedeni bulunamayan ateş idi. MiB ve fontanel bulguları olmasa
dahi 2 yaşından küçük çocukta tek başına nedeni bulunamayan ateş, konvülsiyon veya nörolojik bulgu varlığında ve 2 yaşından büyük çocukta tek başına başağrısı, kusma veya ateş varlığında ve tüm çocuklarda tek başına şüpheli döküntü veya irritabilite varlığında LP uygulamak gerektiği kanısına varıldı.
The purpose of our study was to assess the reliability of meningeal signs and other physical findings in predicting central nervous system (CNS) infectious diseases.
Using some clinical indicators we performed lumbar puncture in 224 patients who were suspected to have CNS infections, and had at least one these indicators. These signs, bulging and/or pulsating fontanel, meningeal irritation signs (MIB) fever of unknown origin (FUO) hedache-vomiting, suspicious rash and irritability.
135 of 224 lumbar punctures were positive for pleocytosis. The indidence of each clinical indicator for LP according to age groups of 135 patients were evaluated.
The signs and symptoms mostly present in patients less than 2 yrs of age were neurological signs, fontanel signs and fever of unkown origin and over 2 yrs of age were headache-vomiting meningeal irritation sign and FUO. Convulsion were present more in the under 2 yrs of age group.
We would suggest that a patient less than 2 yrs of age presenting with only FUO, convulsions or neurological signs, and a child over 2 yrs of age presenting only headache-vomiting or FUO and all children presenting with only suspicious rash or irritability although not having the classical signs of CNS infections such as MIB but only have bulging fontanel must be performed a lumber puncture.

8.
HENOCH SCHÖLEİN PURPURASI OLGULARINDA BÖBREK TUTULUMU
The Renal Involvement in Henoch-Schoenlein Purpura
Hülya Kımıl Kocabora, Nevin Bahçeciler, Oya Çetinkaya, Alparslan Akmansoy, Asiye Nuhog&774;lu
Sayfalar 33 - 38
Çalışmamızda, 1990-1994 yılları arasında Şişli Etfal
Hastanesi I. Çocuk Kliniği'ne yatan 75 Henoch-Schön-
lein Purpurası (HSP) hastası incelemiş olup, hastalar böbrek bulgularının şiddetine göre gruplandırılmış, böbrek bulgularının ciddiyetinin yaş ve diğer sistemik bulgular ile ilişkisi araştırılmıştır. Hastaların 31'inde (% 41.3) böbrek tutulumu saptanmıştır. Böbrek bulgusu saptanan hastaların yaş ortalaması 7.9 ± 2.7 yaş olarak bulunmuştur. Böbrek tutulumu kız çocuklarında %51.7 erkeklerde %34. 78 oranında saptanmış olup, kızlarda erkeklerden daha fazla izlenmiştir. Hastalarımızda en sık görülen böbrek bulgusu mikroskopik hematüri olup, böbrek bulgusu olanların %96.7'sinde izlenmiştir. Böbrek tutulumu olan hematuria, hastalarımızın %38.7'sinde makroskopik hematüri, %41.9'unda bir veya iki pozitif albüminuri gürülmüştür. Hastalarımızın % 8'inde hipertansiyon saptanmıştır. Böbrek bulgusu olan hastaların o/o77.41 'inde "Minimal idrar Bulgusu", o/o16.14'ünde "Beligin idrar Bulgusu", o/o6.45'inde "Nefritik -Nefrotik Sendrom" gözlenmiştir. Hastalarımızda böbrek tutulumunun ciddiyeti yaş büyüdükçe artmıştır. Çalışmamızda böbrek dışı bulguların sayısı arttıkça böbrek tutulumunun ciddiyetinin arttığı saptanmıştır.
Between 1990-1994 75 henoch-Schoenlein purpura cases have been examined and they were classifien according to their nefrotic involvement which is 41.3%. The mean age of the patients with renal involvement was 7.9 ± 2. 7 years, and it was most frequently encountered in girls. The most frequent renal öamifestation is, misroscopic hematuria, which occured 96.7% of the patients. We detected macroscopic hematuria in 33.7% of the patients. We concluded that, the severity of the renal involvement increases with respect to age and the number of external symptoms.

9.
ÇOCUKLUK ÇAĞI İNTRAKRANİAL PATOLOJİLERİNDE ULTRASONOGRAFİNİN TANI DEĞERİ
The diagnostic reliablity of USG in childhood intracranial pathology.
Ayhan Üçgül, Hüseyin Özkurt, Ahmet Cevri Yıldız, Muzaffer Başak, Ateş Ateşalp
Sayfalar 39 - 42
0-1 yaş grubu çocuklarda intrakranial patolojilerin saptanmasında kranial USG önemli bir tanı yöntemidir. Bu çalışmada Şubat 94 -Ocak 95 tarihleri arasında kliniğimize intrakranial patoloji şüphesi ile gelen 112 olguda kranial USG'nin tanı değerini ortaya koymaya çalıştık. 22 hastada hidrosefali, 20 hastada menenjit, 17 hastada serebral ödem, 9 hastada intrakranial hemoraji, 4 hastada ventrikülit, 6 hastada subdural kolleksiyon saptadık. Bazı hastalarda birden fazla patoloji bir aradaydı. 45 hasta normal olarak değerlendirildi.
Cranial sonography is an important diagnostic method of demonstration of intracranial pathologies in neonatal age group (0-1). In this report we intended to determine the diagnostic ability of ultrasonography in cranial pathologies in 112 cases who were suspected with intracranial pathology (from February 1994 to January 1995). We observed hydrocephalus in 22 patients, meningitis in 20 patients, cerebral edema in 17 patients, imracranial hemorrhage in 9 patients, ventriculitis in 4 patients, subdural collection in 6 patients. Some of these patients had more ıhan one pathology. 45 patients were observed as normal.

10.
İNTRAKRANİAL PATOLOJİ DÜŞÜNÜLEN PREMATÜRELERDE KRANİAL USG
Cranial USG in premature babies with suspicion of intracranial pathology.

Sayfalar 43 - 46
Prematür infantların intrakranial patolojilerinde, USG taşınabilir olması, kolay uygulanabilmesi, iyonizan radyasyon içermemesi ve sedasyon gerektirmemesi gibi nedenlerden dolayı sık kullanılan bir görüntüleme yöntemidir. Bu çalışmada 27 prematür bebek kranial USG ile incelendi ve kranial USG'nin etkinliği araştırıldı.
Ultrasonography is a common using modality in the intracranial pathology of premature infants, because of some advantages, such as portability, easy applicability, lack of ionizing radiation and no need of sedation. In this study 27 premature babies were screened with cranial sonography and accuracy of cranial sonography was evaluated.

LookUs & Online Makale